Bu gece müslümanların mağfiret ve kurtuluş gecesidir. Şâban ayının ondördüncü gününü onbeşine bağlayan gecedir ki, buda bu senenin pazartesi günü akşamıdır. Mü’minler her mübârek gecede olduğu gibi, bu gecede de, ibâdetle, tesbih, zikir ve Kur’an okumakla geçirdikleri ömürlerinin muhasebesini yaparlar.
Berat, beraet kelimesinin yanlış telaffuz edilmesidir. Suçtan, cezâdan ve borçtan kurtulmak demektir. İslâm âleminde bu gecenin ayrı bir yeri vardır. Bu münasebetle mü’minler bu gecede ilâhi lutuf ve bereketlere ererler. İslam âleminde milyonlarca müslüman dualarla O’nun dergâhına yönelirler. Hem kendileri hem de bütün müslümanların kurtuluşlarına vesîle olmaları için dua eder, afv ve mağfiret dilerler. Mü’minlerin evleri , câmiler bu münâsebetle derin bir huzura kavuşur. İsyan günâh dolan sokaklar ve çevre biraz kendine gelir. O’na açılan eller, dönen diller, yönelen kalbler, özden yönelişler hep O’na yalvarır.
Ey Rabbimiz bizleri afveyle, bizleri bağışla. Cennetini nasîb et, Cehenneminin korkunçluğunu bizlere gösterme, Peygamberinin şefaatine bizi nâil eyle, İslâmı bizden alma, ezanlarımızı, Kur'anımızı susturma, içimizdeki beyinsizlerin işlediklerinden dolayı bizi helâk etme, dünyamızı maddi mânevi ifsâd edenlere fırsat verme, nesillerimizi nefislerimizi ıslâh eyle, din düşmanlarını vatan düşmanlarını ıslâh eyle, aleyhlerimize kurdukları hile ve desiseleri kendi başlarına ma'kûz eyle...
Duâ ibâdetin özü, kulun Cenâb-ı Allâh ile olan mânevi bağıdır.
İslâmın nûru her yeri aydınlatacaktır. Bu dünya son nefesini verirken, kıyamet koparken yine dünyaya tevhid esasları hâkim olacaktır. Nitekim Hz. Âdem'le nasıl tevhid ile başlamışsa bitirilişi de öyle olacaktır. Bu dünyayı, sayısız varlıkları yaratan Allâh, dünya perdesini böyle kapatacaktır. Bunda kimsenin şüphesi olmasın.
Bu gecenin nasıl mübârek bir gece olduğunu şu rivâyetten anlamaktayız; Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor; günün birinde Hz. Peygamber yanıma geldi . Elbisesini çıkardı ve tekrar giydi. Beni bir şüphe aldı kadınlık gayretim sebebiyle kıskançlık duydum. Evden çıkıp giden peygamberi tâkibe koyuldum, doğruca Bâki ul Gargad’a gitti. Orada duâ ve istiğfâr ediyordu. Mü’minler ve şehitler için af diliyor dua ediyordu. Bunun üzerine ben kendi kendime şöyle dedim. Anam babam sana feda olsun sen Cenâb-ı Allah’ın rızâsı uğrunda ben ise dünya peşindeyim diyerek süratle soluk soluğa eve döndüm. Hemen arkamdan da Rasulallah (s.a.s.) içeri girdi. Bana, neden böyle soluk soluğa nefes alıyorsun dedi. Bende “anam babam sana fedâ olsun yanıma gelip elbisenizi çıkardıktan sonra tekrar gittiniz beni kıskançlık tuttu ortaklarımdan birinin yanına gideceğinizi zannetmiştim. Fakat sizi kabristanda duâ ederken gördüm” deyince Rasulullâh “sana haksızlık edeceğimi mi sandın?” diyerek ilâve ettiler. Cebrâil bana geldi ve şöyle dediler:
Bu gece Şabanın onbeşinci gecesidir. Cenâb-ı Hak bu gecede Beni Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri adedince kimseyi cehennemden azâd eder. Fakat bu gecede şunlar affa nâil olamazlar:
1. Cenâb-ı Allâh'a şirk koşan müşrikler.
2. Kinciler.
3. Sıla-ı Rahmi, yâni akraba ile münâsebetlerini terk edenler.
4. Dünyalıklarına hayat ve ihtişamlarına mağrur olanlar.
5. Anne babalarına isyân edenler.
6. İçkiye düşkün olanlar.
O böyle buyurdu ve şöyle ricâda bulundu: "Bu gece ibâdet etmeme müsaade eder misin?" Ben de, "evet anam babam feda olsun" dedim. O da kalktı namaza durdu. Secdeye kapandı, uzun uzun secdede durdu. Endişelendim, elimle yokladım, elim O'nun ayağının altına dokununca kımıldadı. Bunun üzerine sevindim. Kendinden geçmiş vaziyette, uzunca yaptığı secdesinde şöyle duâ ediyordu:
"Allâh'ım azabından afvına, gazabından rızâna sığınıyor, Senden yine Sana ilticâ ediyorum. Şânın yücedir. Sana yaptığım senâyı Senin kendine yaptığın senâya denk bulmuyorum. Sana lâyık sûrette hamd etmekten âcizim.”
Hz. Âişe devamla diyor ki, sabah olunca bunları Resûl-ü Ekrem'e söyledim. O da: "Yâ Âişe bunları öğrendin mi?" dedi. Ben de, "Evet, Yâ Rasulallah" dedim. Resûl-ü Ekrem: "Bunları hem öğren ve hem de başkalarına öğret. Zîra bunları bana Cibril öğretti." Ve secdede bunları okumamı tavsiye etti, buyurdu.
Burada şu notu da düşmemiz icâbediyor: Son zamanlarda hadisleri kabul etmeyen şirret bir tâife çıkmıştır. Şerlerinden, ifsadlarından Cenâb-ı Allâh müslümanları korusun. Hadisler öyle kolayca araştırılmadan sorulmadan bize gelmemiştir. Uzun ince araştırma ve incelemeler neticesinde elimize ulaşmıştır, elhamdulillâh. Onun için yukarıdaki hadis bize kadar, bu husustaki yetkili, söz sahibi hadis alimlerinin ifadesine göre, Beyhâki’den, A’la bin el-Hâris tarafından nakledilmiştir. Bu zât hadisi bizzat kendisi Hz.Âişe’den duymamış, O’ndan duyandan duymuştur. Böyle hadislere hadis usulünde Hadisun Ceyyidun ve Murselun denilir. Yetkililer bunun ne mânâya geldiğini gâyet iyi bilirler. Ayrıca bu hadise, hadis imamlarından et-terğib ve terhib sâhibi El-Munziri eserinde yer vermektedir. Her hadis kitabı sahibi olduğu gibi, bu zâtta titizliği, hadislere verdiği önem ve itinâsı ile bilinmektedir. Bu münâsebetle okuyucularımın berat kandillerini tebrik eder, sayılı günler kalan Ramazân ayını idrâk etmenizi dilerim.
Abdullah Demircioğlu Hocaefendi