Konu : Mezhep imamları, tasavvufi hayat

Soru : Mezhep imamları, tasavvufi bir hayat yaşamışlar mıdır?

Cevap :


Dört büyük mezhebin kurucusu bulunan imam­ların hepsi de bir şeyhe intisâb etmişler ve ondan ma’nen feyz almışlardır. Nitekim İmam-ı A’zam Hazretleri, vefatlarından iki sene ön­ce kendi öğrencilerinden birine intisâb ederek tari­kat almış, vefat ederken de:



“Son iki senem olmasay­dı helak olurdum” buyurmuştur.



İmam Şâf’i’i Hazretleri ise, aslen ümmî (okuma-yazma bilmeyen), fakat gön­lü ilm-i ledünnî ile dolu Şeybân-ı Râ’i gibi bir zatın önünde, anasının dizi dibinde oturan bir çocuk gibi mütevazi bir tavır içinde bulunur ve teveccüh için beklerdi. Hatta İmam-ı Hanbeli Hazretleri:



“Ey İmam-ı Şâf’i’i! Şeybân-ı Râ’i gibi bir üm­miye karşı niçin bu kadar tevazu gösteriyorsunuz?”. diye sorduğunda o:



“Ey İmam-ı Hanbel, bizim ilim ve iman konu­sundaki sözlerimiz bu zatta fiilen yaşanılan bir hal ve davranış şeklinde tezahür etmiştir” diye cevap ver­miştir. Hatta İmam-ı Hanbel, imtihan etmek ve ilmi seviyesini ölçmek maksadıyla Şeybân-ı Râ’i Hazret­leri’ne fıkhın en çetrefil meselelerinden birkaç soru sormuş, aldığı pek ince ve nükte dolu cevap karşısın­da hayret etmekten kendini alamamış ve düşüp bayıl­mıştır. Bu hadiseden sonra da İmam-ı Şafi’i ile birlik­te Şeybân-ı Râ’i’nin zikir ve sohbet meclislerine katılmışlar, diğer âlim ve öğrencilerine de sûfiyye meclis­lerine devam etmelerini tavsiye buyurmuşlardır.



İmam A’zam Ebu Hanife rahmetullah aleyh’in ve­f’atından iki sene önce sûfiyye yolunu benimseyerek talebelerinden birine intisâb edip ondan tarikat aldı­ğı, vefatı esnasında da:



“Ömrümün son iki senesi ol­masaydı Nu’man helak olurdu” dediği bilinmelidir. (Mek­tûbât-ı Rabbânî)



İmam A’zam Hazretleri hadis-i şerifte de işaret edildiği üzere, abdest suyuyla birlikte akan günahın necasetini keşfen gördüğünden, abdest alımında kul­lanılmış suyun, tekrar abdest almak için kullanılamayacağına hükmetrniştir. (Şa’rani, Mi’zâ­nü’l-Kübrâ)



İmam Şa’rani Tabakat’ında İmam Şâfi’i ile Ah­med b. Hanbel’in sûfiyye meclislerine devam etme ve onların zikir ve sohbetlerinde bulunma konusunda itina gösterdikleri, kendilerine;



“Zikir ve sohbetten baş­ka meşgaleleri bulunmayan sûfilerle niçin haşir-neşir oluyorsunuz?” denildiğinde de:



“Takva, zikir, mu­habbet ve ma’rifetten meydana gelen dini hayatın ana sermayesi sûfiler nezdinde bulunmaktadır” ce­vabını verdiklerini nakletmektedir.



İmam-ı Şaf’i’iHazretleri, Şeybân-ı Râ’i’nin huzu­runda anasının önünde diz çöken çocuğun duruş ve oturuşu gibi saygılı bir tavır içinde bulunurdu. İmam Ahmed b. Hanbel, İmam-ı Şafi’i’nin yanında otururken bir gün Şeybân-ı Râ’i çıkageldi Ahmed b. Han­bel:



“Bu zat, zahiri ilimlerdeki eksikliğine rağmen ha­la batın ilmini elde etmeğe çalışıyor, bu yüzden ken­disine fıkhi birkaç mesele sormak istiyorum” deyin­ce İmam-ı Şafi’i:



“Bunu yapma” dediyse de İmam Ahmed b. Hanbel kendisini alamayarak Şeybân-ı Râ’i’ye:



“Beş vakit namazdan birini kazaya bırakıp, bila­hare kaza edeceği zaman da bu vaktin hangisi oldu­ğunu unutan bir kimse hakkında ne dersin? Böyle bir kimse ne yapmalı ve nasıl davranmalıdır?” diye sordu.



O’nun: “Allah’tan gafil ve habersiz olarak yaşayan böyle bir kimse bu halinden vazgeçinceye ve gafleti unutuncaya kadar cezalandırılmalıdır” şeklindeki ce­vabı karşısında Ahmed b. Hanbel kendinden geçerek yığılıp kaldı ve bayıldı. Ayılınca İmam-ı Şafi’i:



“Ben sana O’na karşı gelmemeni söylememiş miydim?” dedi.



Başka bir zaman da develerin zekâtının nasıl ve­rilmesi gerektiğini sordu ve şu cevabı aldı:



“Fıkhın sadece ilmiyle uğraşan sizlere göre her beş deveye karşılık bir koyun verilir. Ama bize göre beş devenin beşi de, hatta varsa koyun da zekât ola­rak verilir” buyurdu.



“Bu konuda delilin nedir ve dayanağın kimdir?” diye sorulunca da:



“İmamım Ebû Bekri’s-Sıddık’tır. Zira O, bir mücahede sırasında elin­de ve avucunda ne varsa hepsini ordunun teçhizi için Rasûlullâh’a arz ettiğinde, kendisine:



“Senin ve ehl ü ıyâlin (ailen) için geride ne bıraktın? diye sorulunca:



“Evet, onlar için Allah ve Rasûlü’nü bıraktım” cevabını lüt­fetti. Bunun üzerine huzurda bulunanlar hayret ve şaşkınlık içinde kaldılar. Şeybân-ı Râ’i bir ümmi idi. Ümmisinin hali böyle olunca, âlim olan sûfilerin durumunu buna göre düşünmek ve takdir etmek gere­kir.