Muridan
Sünnet’in, Sünnet’e Sarılmayı Emretmesi

Sünnet’in, Sünnet’e Sarılmayı Emretmesi

Hidayet rehberi ve tek örnek olarak gönderilmiş olan Hz. Peygamber’in (s.a.s), Allah yoluna çağırıcı vasfına binaen kendisine uyulmasını istemesi pek tabiîdir.

 

Kur’ân’ın, sünnete ittibaı emretmesinden sonra sünnetin de aynı emri tekrarlaması, onun Kur’ân’dan aldığı gücü ifade ve teyit etmektedir.Hz. Peygamber (s.a.s), sünnet’e sarılmayı, Vedâ Hutbesi’nde ümmetine açıkça vasiyet etmiştir. “Size, kendilerine sarıldığınız takdirde ebediyen sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Allah’ın Kitâb’ı ve Nebî’sinin sünneti. Bunlar (Kitâb ve Sünnet), havzda (Kevser Havzı’nda) bana ulaşıncaya kadar ayrılmayacaklardır.”1 Hz. Peygamber (s.a.s), bu vasiyet ve tavsiyesi ile Kur’ân yanında sünnete sarılmayı da teşvik etmiş ve ona uyulmasını istemiştir. Teşri’ yetkisini hatırlattığı hadîste, i’tisâmın gereğini, sünnetin gücüyle ve konumuyla teyit etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) yine vasiyet niteliğinde kendisinden sonra sünnetine i’tisâmı tavsiye etmiştir. O (s.a.s), “Ben sizi, gecesi gündüzü gibi apaydınlık olan bir din üzerinde bıraktım. Benden sonra ancak helâk olanlar, o dinden sapanlar olur. Sizden kim yaşarsa birçok ihtilâfa şahit olacaktır. Onun için bilip tanıdığınız sünnetime ve hidayete erdirilmiş olan râşid halifelerin sünnetlerine yapışınız, bunlara sımsıkı sarılınız”2 buyurmuştur.

Ümmetin fırkalara ayrıldığı zamanlarda “kendisinin ve ashâbının yoluna uyanlar”ın kurtulan grup olacağını belirten Hz. Peygamber (s.a.s)3 her devirde ve her durumda olduğu gibi -özellikle zor zamanlarda- sünnnete i’tisâmın kurtarıcı niteliğine dikkat çekmiş olmaktadır.

Rasûlullâh’a (s.a.s) iktida/uyma da, sünnete i’tisâmı/sarılmayı gerekli kılar. “Bana iktida eden bendendir.”4 hadîsinde Hz. Peygamber (s.a.s), açıkça kendisine uyulmasını emretmektedir.

“Size bir şeyi yasaklarsam ondan derhal uzaklaşın. Bir şeyi emredersem, gücünüz yettiği kadar onu yerine getirin”5 hadîsi de, her konuda sünnete i’tisâm gereğini ifade etmektedir. Görüldüğü üzere, Hz. Peygamber (s.a.s), genel bir ifade kullanmıştır. Buna göre O (s.a.s), her konuda uyulması gereken bir kimsedir. Zaten, bilhassa evrensel bir misyonla gelen bir peygamberin tek bir alanda örnek ve ölçü olması, bir alana sıkışıp kalması mümkün değildir.

Hz. Peygamber (s.a.s), “Sözlerin en güzeli Allah’ın Kelâmı, yolların en doğrusu, en güzeli ise Muhammed’in yoludur”6 buyurarak, sünnetten daha doğru ve üstün yol olmadığını belirtmek suretiyle ona i’tisâmı teşvik etmiştir.

“Kim sünnetimi ihyâ ederse beni seviyor demektir. Kim de beni severse, Cennet’te benimle beraberdir”7 hadîsinde ise Peygamber Efendimiz (s.a.s), hem sünneti yaşatma emri vermiş, hem de sünnetine sarılmayı kendisiyle ilişkilendirmiştir. “Kim benim fıtratımı (yaratılıştan sahip olduğum özellikleri) severse, sünnetimi yol edinsin”8 hadîsi de aynı doğrultudadır. O (s.a.s), kendisine duyulan sevginin de imanla ilgisi olduğunu belirtmiştir. “Allah’a andolsun ki, hiç biriniz beni babasından ve evlâdından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe (gerçek manada) iman etmiş olamaz”9 hadîsi bunu açıkça ortaya koyar.

Sünnetin kaynağının vahiy olduğuna işaret eden hadîsler de sünnete i’tisâmı teşvik eder. Hz. Peygamber’in (s.a.s) “Dikkat edin! Bana Kitâb ve onun misli verildi. Dikkat edin! Bana Kur’ân ve onun misli verildi”10 hadîsi sünnetin önemine ve konumuna kaynak göstererek dikkat çekmektedir.

Hz. Peygamber’in (s.a.s) teşrî’ (dinî alan da hüküm koyma) yetkisinin olduğunu belirtmesi, konuya ait önemli delillerdendir. O, ileride sünneti inkâr edenlerin çıkacağını belirttikten sonra “Dikkat edin! Allah’ın Rasûlü’nün haram kıldığı, Allah’ın haram kıldığı gibidir” buyurmuştur.11

Hz. Peygamber (s.a.s), Kur’ân ile sünnetin birbirinden ayrılmayacağını belirtmiştir.12 Bununla beraber, O (s.a.s), Kur’ân dışında da vahiy aldığını, buna rağmen teşrî’ yetkisini kabul etmeyip sünneti inkâr edenler olacağını, sünnete karşı çıkacak grupların türeyeceğini, hadîsleri önemsemeyen, her meseleyi Kur’ân’da aramak gibi bir temâyül gösterecek bozuk zihniyetlerin belireceğini haber vererek ümmetini ikaz eder ve böyle kimseleri, şu sözleriyle uyarır: “Benim emrettiğim veya nehyettiğim bir konu kendisine iletildiğinde sakın sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak ‘Biz, onu bunu bilmeyiz, Allah’ın Kitâbı’nda ne bulursak ona uyarız, o kadar’ derken bulmayayım.”13 Hz. Peygamber (s.a.s), böylece sünnetin, dinin iki kaynağından biri olduğunu inkâr edenleri teşhir etmiş14, sünnet inkârı ve sünnetsiz İslâm arayışlarının olacağını haber vererek ümmetini uyarmış, İslâm Dini’nde sadece Kur’ân’la yetinmeyi tasvip etmemiştir. Hz. Peygamber’in bu kimseleri kınaması, bu iddiada bulunanların Kur’ân’a sarılmakta da samimi olmadıklarını gösterir. Konunun önemi, hadîsin başka rivâyetlerine de yer vermeyi gerekli kılmaktadır.

“Sizden biriniz koltuğuna yaslanarak, Allah’ın şu Kur’ân’da haram kıldıklarından başka şeyleri haram kılmadığını mı zannediyor. Dikkat edin! Vallahi ben öğüt verdim, emrettim ve yasakladım. Bunlar (emirler ve yasaklar), Kur’ân’dakiler kadardır, hatta sayıca ondan da fazladır.”15

Konuyla ilgili başka bir rivâyet ise şöyledir: “Sizden birinin (koltuğuna, dirseğine) dayanmış olarak beni yalanlaması umulur mu? Benden bir hadîs rivâyet edilir de ‘Rasûlullâh (s.a.s) bunu söylememiştir’ der.”16 Buna göre Hz. Peygamber (s.a.s), hadîs inkârının kendisini yalanlamak sayıldığını belirtir. Başka bir rivâyette ise inkârcıları şöyle anlatır: “Benden bir hadîs rivâyet edildiğinde ‘Rasûlullâh (s.a.s) bunu söylemedi. Bunu bize garanti edecek kim var?’ der.”17 Bu ifâde, hadîs rivâyetlerinin incelenmesiyle ilgili olmayıp, esasen sünnet inkârcılarının tavırlarını, onların kendilerinden başka kimseye güvenmediklerini teşhir etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s), sünnet inkârcısına hadîs ulaştığında, o koltuğuna gerine gerine oturmuş olduğu hâlde, hadîsi zikreden kişiye “Bizimle sizin aranızda Allah’ın Kitâb’ı vardır! Bu Kitâb’da neyi helâl bulursak onu helâl kabul eder ve neyi haram bulursak onu haram kılarız” diyeceğini haber verdikten sonra, “Oysa Allah’ın Peygamberi’nin haram kıldığı şey, Allah tarafından haram kılınan şey gibidir”18 buyurarak meselenin önemine ve sünnetin kaynağına dikkat çeker. Rasûlullâh (s.a.s), yine bir başka sözlerinde, sünnet inkârcılarının, “Bu Allah’ın Kitâb’ı, onda bulunan helâli helâl sayarız, onda bulunan haramı haram sayarız” diyeceklerine dikkat çeker ve “Dikkat edin, kime bir sözüm ulaşır ve o kimse sözümü yalanlarsa Allah’ı, Rasûl’ün kendisini, Rasûlullâh’ın sözünü de yalanlamış olur” buyurur.19

İnkârcı bu sözlerle, Allah’ın Peygamber’ine verdiği yetkiyi inkâr etmekte, dinde Peygamber’in (s.a.s) kendi kendine hareket ettiğini ve O’nun sözlerine güvenilemeyeceğini belirtmiş olmaktadır. Sünnet inkârcıları, hadîste bulunanlarla Kur’ân’da bulunanları sanki tıpatıp aynıymış gibi düşünerek Hz. Peygamber’in emri veya nehyi kendilerine ulaştığında, “Allah’ın Kitâb’ı yanımızda, bu onda yok” derler.”20 İslâm âlimlerinden Şâtıbî, konuyla ilgili olarak “Sünnet, Kitâb’ı tefsîr eder. Kim sünneti bilmeden Kur’ân’ı alırsa, sünnette sürçtüğü gibi Kur’ân’da da sürçer” diyerek, İslâmiyet’ten önceki milletlerin bundan dolayı dalâlete uğradığını belirtir.21 Begavî de, yukarıdaki hadîslerle ilgili olarak “Bu hadîsler, hadîsin Kitâb’a arzına ihtiyaç olmadığına delildir. Sünnetin, kendi başına hüccet olduğu sabit olmuştur. Bana Kitâb ve benzeri verildi’ hadîsi de bunu gösterir” mütalâasında bulunur. Hadîste geçen koltuk (el-erîke) ifadesi ile Hz. Peygamber’in, din ve âhiret konusunda endişesiz, rahat düşkünü, ilimle meşgul bulunmayan ve refah içinde olanları murâd ettiği belirtilmiştir. Bu kimseler, rahat ve rehavet içinde bilmedikleri konularda konuşan kimselerdir.22

Hz. Peygamber (s.a.s), kendisine itaati emreden (Nisâ/4: 13, 80) ve isyanı yasaklayan (Nisâ/4: 14) âyetleri tekrar ve teyit mâhiyetinde kendisine itaati emretmiş ve isyanı yasaklamış; “Kim bana itaat etmişse, Allah’a itaat etmiştir; kim bana isyan ederse Allah’a isyan etmiştir” buyurmuştur.23 Aynı şekilde, “Ümmetimin hepsi cennete girecektir; ancak imtina edenler giremeyecektir” hadîsinde Rasûlullâh (s.a.s), imtina edenlerin kimler olduğunu, “Kim bana itaat ederse cennete girecektir, kim bana isyan ederse, o imtina etmiştir”24 buyurarak açıklamışlardır. Bu hadîs, Rasûlullâh’ın (s.a.s) sünnetinden imtina etmenin, O’na (s.a.s) isyan25 sayıldığı anlamına gelir.

İbn Hibbân, Rasûlullâh’ın (s.a.s) sünnetine itaati; “uydurma gerekçelerle sünnetin def’i için yol arayanların söylediklerine aldırmaksızın, Allah’ın dini konusunda ileri-geri görüş belirtenlerin görüşlerini bir tarafa iterek, kemmiyet ve keyfiyetine bakmadan sünnete boyun eğmekten ibarettir” diye tanımlar.26

Rasûlullâh’ın, “Burada bulunanlar bulunmayanlara duyursun”27 ve “Allah, sözümü duyup ezberleyen, sonra da onu duymamış olana nakleden kimsenin yüzünü ağartsın!”28 hadîsleri gibi, sünnetinin tebliğ edilmesine ve yayılmasına teşvikine dair emirleri de sünnete i’tisâmı âmirdir. Bu arada Rasûlullâh’ın (s.a.s) kendi sözünün diğer sözlerden farklılığına işaret etmesi de sünnetin ve sünneti tebliğin önemini göstermektedir. Hz. Peygamber’in (s.a.s), meselâ Veda Hutbesi’nde, tabiî ki hepsi Kur’ân’da en azından açık olarak bulunmayan bazı hususları da anlattıktan sonra, “Dikkat edin, tebliğ ettim mi?”29 diye sorması ve farz ibadetler dışındaki ibadetleri de duyurma emrini vermesi30, yine sünnete bağlanmak gereğini ortaya koymaktadır.

Rasûlullâh (s.a.s), kendi getirdikleri dışında başka dinlere ait bilgilerle ilgilenilmesine ya da kendi yerine bir başka peygamberin konulmasına kesinlikle müsaade etmemiştir. O’nun bu tavrı, i’tisâmın gereğini ortaya koyan güçlü delillerdendir. Meselâ O (s.a.s), “Yemin olsun ki ben size kusursuz bir din getirdim, Ehl-i Kitâb’a bir şey sormayın; kendileri sapmışken sizi hidayete erdiremezler, onlara sorarsanız ya bir bâtılı tasdîk eder ya da bir hakkı yalanlarsınız. Musa hayatta olsaydı, bana tâbi olmaktan başkası ona helâl olmazdı. Musa aranızda olsa, beni bırakıp ona tâbi olsanız dalâlete düşersiniz. Siz ümmetlerden benim payıma düşensiniz, ben de nebîlerden sizin payınızım” buyurmuştur.31 “Kendilerine okunan bu Kitâb’ı sana indirmemiz onlara kâfi gelmedi mi?” (Ankebût/29: 51) âyeti de, bu hadîste ifade edilen gerçeğe işaret etmektedir.32

Netice olarak Peygamber Efendimiz’in, kendi sünneti ile ilgili bu hadîsler, sünnet olmadan İslâm Dini’ni yaşamanın mümkün olmadığının ifadesidir. Dinimizin iki kaynağı vardır. Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberimizin (s.a.s) sünneti. Sadece Kur’ân ile dinin gereklerini yerine getirmek mümkün değildir. Kur’ân’ın hayata geçirilişi, yaşanışı Hz. Peygamber tarafından gösterilmiştir. Rasûlullâh’ın, bir müslüman olarak nasıl yaşadığını göz ardı ederek müslümanca yaşamak mümkün değildir. Peygamber (s.a.s), dini yaşarken şüphesiz bu hayat tarzını kendi kendine uydurmamıştır. Zaten bir peygamberin, Allah Teâlâ’nın tasdikinden geçmeden din adına bir söz söylemesi, bir icraatta bulunması imkânsızdır.

 

Yrd. Doç. Dr. Aynur URALER

www.zuhurdergisi.com sitesinden alıntıdır.

 

1. Muvatta’, Kader 3; İbn Abdilber, Câmi’, II, 24, 110, 180; Hâkim, Müstedrek, I, 93

2. Dârimî, Mukaddime, 16; İbn Mâce, Mukaddime 6.

3. Bkz: Tirmizî, İman 18.

4. Müsned, V, 409.

5. Buhârî, İ’tisâm 2; Müslim, İlim 2.

6. Buhârî, Tefsîr 34/2, 111/2; Müslim, Cum’a 43.

7. Tirmizî, İlim 16.

8. Abdurrezzâk, Musannef, VI, 169; Beyhakî, Sünen, VII/77.

9. Buhârî, İman 8; Müslim, İman 69-70.

10. Ebû Dâvûd, Sünne 5; İbn Hibbân, Sahîh, I, 173.

11. İbn Mâce, Mukaddime/2; Tirmizî, İlim/10.

12. Bkz: Dârakutnî, Sünen, IV, 245; Hâkim, Müstedrek, I, 93.

13. Dârimî, Mukaddime/49; Ebû Dâvûd, Süne/5.

14. İsmail Lütfi Çakan, Hadîslerle Gerçekler 2, s.138.

15. Ebû Dâvûd, Harac 31(33).

16. Abdurrezzâk, Musannef, X, 453.

17. Abdurrezzâk, a. g. e., X, 453.

18. Tirmizî, İlim 10.

19. Taberânî, el-Mu’cemu’l-evsât, VII, 313; İbn Abdilber, Câmi’ II, 189.

20. Müsned, VI, 8; İbn Hibbân, Sahîh I, 174.

21. Bkz: Şatıbî, İ’tisâm, I, 59.

22. Bkz: Begavî, Şerhu’s-Sünne, I, 201.

23. Buhârî, Ahkâm/1, Cihad/109.

24. Buhârî, İ’tisâm/2.

25. Bkz: İbn Hacer, Fethu’l-bâri, XV, 180.

26. İbn Hibban, Sahîh, I, 180.

27. Buhârî, İlim/37, 39.

28. Dârimi, Mukaddime 24.

29. Bkz: Müslim, Küsûf/1.

30. Bkz: Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 10.

31. Abdurrezzâk, Musannef, VI, 113, 114; X, 313-314; Müsned, III, 387, 338, 471; IV, 266.

32. Dârimî, Mukaddime 42.

Top