Muridan
Cibril (a.s) Hadisi Üzerine Bir Tefekkür...

Cibril (a.s) Hadisi Üzerine Bir Tefekkür...

Abdullah b. Ömer'in (r.a), babası ikinci halife Hz. Ömer bin Hattab'tan (r.a) naklettiği Cibril (a.s) hadisi ismiyle meşhur, bu hadis-i şerif şöyledir:

Bir gün Rasûlullah (s.a.s.)'in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğruca Peygamber'in (s.a.s) yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve: 
 
"Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu söyle" dedi. Rasûlullah (s.a.s): "İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir" buyurdu. O zat: "Doğru söyledin" dedi. Babam dedi ki: "Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu." 
 
"Bana imandan haber ver" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "Allah'a, Allah'ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır" buyurdu. O zât yine: 
 
"Doğru söyledin" dedi. Bu sefer: 
 
"Bana ihsandan haber ver" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): 
 
"Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni muhakkak görür" buyurdu. 
 
Hadisin devamında bu zatın, kıyamet hakkında bazı sorular sorduğundan ve Peygamber Efendimizin (s.a.s) de bu sorulara cevaplar verdiğinden bahsedilmiştir. Daha sonra Hz. Ömer (r.a): 
 
Ben bir süre bekledim. Sonunda Allah Rasûlü (s.a.s) bana: "Ya Ömer! O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun?"dedi. "Allah (c.c) ve Rasûlü (s.a.s) bilir" dedim. 
 
"O Cibrîl'di. Size dininizi öğretmeye gelmişti" buyurmuşlardır. (Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1)
 
Cibril (a.s) hadisi ile dinimizin üç temel konusunun bulunduğu açıklanmıştır: İtikat, amel ve ahlak... Böylelikle bize öğrenmemiz farz olan dini bilgiler hakkında da bir fikir vermektedir. Kur'anda da Rabbimiz (c.c) bir çok ayet-i kerimede kurtuluşun anahtarının "iman eden ve salih amel işleyen kimseler" den olmak olduğunu bildirmesi de bir müslümanın öncelikle hangi ilimleri öğrenmesi gerektiğini izah etmesi bakımından da önem arz etmektedir. 
 
Kul, öncelikle itikat esaslarını öğrenmesi gerekir, sonrasında hangi fiillerden kaçınması ve hangi ibadetleri nasıl yapması gerektiğini öğrenmeli ve bu fiillerinde ihlaslı olmayı da gözetmesi gerekmektedir. 
 
Bir ev nasıl ki temel, duvar ve çatıdan oluşur; böylelikle kişi itikat, amel ve ahlak ile ancak kamil bir mü'min olabilir. Ömürler sınırlı fakat ilim uçsuz bucaksız bir hazinedir. Kişinin, ilmin bir dalını öğrenmesine bile bazen bir ömür yetmez. O halde kişi ilmi bir sıra dahilinde ve önem sırasına göre öğrenmelidir. Dolayısıyla sayılı olan nefesler böylelikle sağlıklı ve daha randımanlı bir şekilde değerlendirilmiş olacaktır. O halde her müslüman öncelikle itikat, amel ve ahlak ilimlerinden en azından farz olan kısımlarını öğrenmelidir.
 
İtikat ilmi, akaid ilmidir. Kısaca imanın altı esasını açıklar. Bunun haricinde iman ve küfür (imanın zıttı, imansızlık) meselelerini, ehli sünnet olarak bildirilen Allah Resulu (s.a.s) ve Sahabe-i Kiram hazeratının yolunu açıklayan bir ilimdir. Bu ilmi her müslümanın kendisinin -Allah mufaza buyursun- küfre veya ehli bidat fırkalarının fikirlerine düşmesini engelleyecek bir miktarda öğrenmesi farzdır. Bu ilim öğrenilmekle yanlış fikir akımlarına düşmeye karşı tedbirli olmak ve son nefeste iman ile ahirete göçmek ümid edilir.
 
Fıkıh ilmi ise ibadet esaslarını ortaya koyarak farz, haram, vacib, mekruh, sünnet, müstehab, müfsid, mübah gibi mükelleflerin yapabileceği fiillerin hükümlerini izah ederek kişinin lehinde ve aleyhinde olan durumları açıklar. Bu ilim çok tafsilatlı bir ilim olmakla beraber sık karşılaşılacak durumlar öncelikle öğrenilip, nadir karşılacak durumlar ihtiyaç hasıl olunca bir alimden sorularak da öğrenilebilir. Mesela miras hukuku ciltler dolusu kitaplarla açıklanan bir husustur. Halbuki kişinin bu bilgiye ihtiyaç duyması belki ömründe birkaç  kere olur. Zengin olmayana da hac ve zekat farz olmadığından kişinin bu bilgileri edinmesi de farz olmaz. Yani kişi durumuna bakmalıdır... Hangi ameller farz ise onları yapacak kadar bilgiye sahip olması farz, hangi ilimler vacib ise onları öğrenecek kadar bilgiye sahip olması vacip, sünnet ise sünnet... bu şekilde bir sırayla bu bilgiler ihtiyaç nispetinde öğrenilmelidir. Haramdan kaçmak farz olduğu için de haramların ne olduğunu öğrenmek farz olur. Kişinin bulunduğu ortam ve yaşadığı belde itibarı ile öncelikle karşılaşması muhtemel günahları öğrenmesi daha isabetli hatta elzem bir hareket tarzı olacaktır.
 
Tasavvuf ise ahlak ilmidir. Kişinin ihlas ile yani samimi olarak Rabbine ibabet etmesini hedefler. Bu da kötü ahlakın kalpten sökülüp atılmasıyla mümkün olabilmektir. Kişi, Rabbinin huzurunda olduğu bilinciyle amel edebilmesi yani ihsan derecesine ulaşabilmesi için bazı tecrübelerden geçmesi ile bunun mümkün olabileceği de kaçınılmaz bir durum olarak görülmektedir...
 
Cehalet mü'mine yakışmaz. Dini ilimlerde olduğu gibi fenni ilimlerde de müslümanların imkan dahilinde bilgileri olması güzel olur. Hatta bu ilimlerle bazı müslümanların uğraşması gereklidir. İmam Gazali Hz.leri de, İhya-i Ulumiddin isimli eserinde bu durumu farz-ı kifaye yani bir kısım müslümanların yapmasıyla diğer müslümanların üzerinden düşen vazifeler arasında zikretmiştir.
 
Ahiretimize faydalı olacak ilimleri edinmemiz ve faydası olmayan ilimlerden Rabbimize sığınabilmemiz duasıyla...

Top