Muridan
Tasavvufun Menşei ve Gelişmesi, es-Sülemî

Tasavvufun Menşei ve Gelişmesi, es-Sülemî

Tasavvufun Menşei: Hz. Peygamber döneminde tasavvuf kelimesi kullanılmıyordu. Ama bir ruh hayatı olan tasavvufu Efendimiz ve ashabının yaşayışlarında bulmamız mümkündür. Hicri 200 yılından önce dünyayı bırakıp nefislerini Allah ile geçiren, riyazet yoluyla ruhi kabiliyetlerini geliştirenlerin yoluna tasavvuf dendi.

Efendimizin risaletden önce Hira mağarasına çekilip tefekkür etmesi, insanlığın halini düşünmesi onun hayatında tasavvufun olduğunun göstergesidir. Efendimizin dünyaya kapılmamayı salık vermesi, nefis tezkiyesi için İHSAN'ı tarif etmesi ve Hz. Aişe'nin "geçmiş ve gelecek günahların bağışlanmış değil mi" sözüne karşın "Allah'a şükredici kul olmayım mı" sorusuyla cevap vermesi onun hayatında ruhi hayata ve nefis tezkiyesine verilen ehemmiyetin bir göstergesidir.

"O gün ne mal, ne de oğullar fayda vermez, ancak Salim kalp getiren felah bulur." (Şuarâ, 88)

Üç defa kalbini işaret ederek, "Takva buradadır, takva buradadır, takva buradadır" (Buhari, Müslim)

"İyi bilin ki vücut da bir et parçası vardır ki, o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozulursa bütün vücutda bozulur, dikkat edin o kalbdir." (Buhari, Müslim, İbn Mace)

"İnsanların kalblerinin Allah'ı anması ve O'ndan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar, onların üzerinden uzun zaman geçti de kalbleri katılaştı, çoğu yoldan çıkmış kimselerdir." (Hadîd, 16)

"Kalbleri Allah'ın zikrinden katılaşmış olanlara veyl!"(Zümer, 22)

Bu ve benzeri ayet ve hadisler İslâm tasavvufunun Kur'an ve Hadiste ki tohumlarıdır. Tasavvuf, zühd hareketinin gittikçe gelişen bir neticesidir.

Kur'an'da zâhid şöyle tavsif edilir.

"Tevbe edenler, ibadet edenler, Allah uğrunda seyahat edenler, secde edenler, iyilikle emir ve kötülükten nehyedenler, Allah'ın sınırlarını koruyanlar işte o mü'minleri müjdele!" (Tevbe, 112)

Zikir kelimesi sadece namaz anlamında kullanılmamıştır. "Onlar ki ayakta, oturarak, ve yanları üzerine yatmışken Allah'ı anarlar" (Al-i İmrân, 191) ayeti ve hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allah'ın gölgelendireceği yedi kişi sayılırken "ve Allah'ı tenha bir yerde zikredip de gözleri dolan adam..." (Buhari) hadisi zikrin sadece namaz olmadığını gösteriyor.

İslâm'da ruhban hayatı yoktur. Dünya ukba muvazenesi vardır. Tıpkı Peygamberimizin yaşantısı gibi kılı kırk yarar derecesinde yaşanan çıhâr-ı yâr-ı güzîn efendilerimizde zühdün timsalleridir.

Tasavvufun Gelişmesi

Sahabe ve tabiin devrinde ruhlara hâkim olan mehâfetullâh ve zühd hareketi, tebe-i tabiîn döneminde tasavvufa inkılap etti. Hasanü'l-Basrî ve Rabitü'l-Adeviyye taavvuf ekolünün ilk temsilcileridirler. Mehafetullah'ın temsilcisi H. Basrî (r.a): "Zerre miktarı sâlim verâ, bin miskal oruç ve namazdan hayırlıdır" derken mehâfetullâhın yanı sıra muhabbetullâhın da temsilcisi olan Rabiâ (r.a): "İstiğfarımız da istiğfara muhtaçtır. İlahi, seni seven kalbi cehennem de yakar mısın?" diyerek eriştikleri aşk-ı ilahi seviyesini göstermektedir.

İslâm tasavvufu nev-i şahsına münhasır bir mistisizmdir. Bir takım mistisizmlerden İslâm tasavvufu çok da az olsa etkilenmiştir. Ama tasavvufun özünü bozacak mahiyette değildir.

Tasavvufun tekamülüyle bir ilim haline gelen ilm-i tasavvuf İbn-i Haldun'a göre ikiye ayrılır.

1- Mücahede ve riyazat ilmi ki buna muamele ilmi denir.

2- Mükaşefe ve batın ilmi (ilm-i ledün)

Feridüddin Attar'a göre sûfîlerin ilmi "Eddebenî Rabbî (Rabbim beni terbiye etti)" nevindendir. Ancak ilm-i tasavvufu, tasavvuf erbabı anlayabilir. O yüzden tasavvuf büyükleri avama anlattıkları dilden konuşmayı salık vermişlerdir.

Top