Muhtemeldir ki, sır da ruh gibi beden kalıbına tevdi edilmiş bir latifedir. Sûfilerin esasları ve prensipleri, sırrın müşâhede (ulûhiyyeti seyr ve temaşa) mahalli olduğunu icap ve ifade etmektedir.Nitekim sırrın sırrı ise, Hakk’tan başkasının muttali olamadığı şeydir. Sufîlerin ıstılahına ve esaslarına göre, sırrın ruhtan daha latif, ruhun da kalpten daha şerefli olması icap etmektedir.
Sûfiler derler ki:
“Sırlar başkasının eser ve kalıntılarının kulluğundan azâd olmuştur (yani sırlar Allah’tan başka hiç bir şeye meyletmez, hiç bir şeyin kulu ve kölesi olmaz).”
Kul ile Hakk Sübhânehû ve Teâlâ arasında saklı ve gizli kalan (mektûm, masun) hâllere de sır denilir.
“Sırlarımız bakiredir, hiç bir kimsenin vehmi bu bekâreti bozmamıştır” diyenlerin sözünü bu manada anlamak icap eder.
Sûfîler derler ki:
“Hür ve asil kişilerin kalpleri sırların mezarıdır (hür kişinin kalbine tevdi edilen sır orada ölür, bir daha dışarı çıkmaz).”
Yine sûfiler şöyle der:
“Sırrımı düğmem bilse onu koparır atarım” demişlerdir. (Ne düşündüğümü şapkam bilse, başımdan çıkarır atarım).”
Kuşeyri Risalesi