Muridan
Allah´ın Nuruyla Bakmak Nasıl Olur

Allah´ın Nuruyla Bakmak Nasıl Olur

Rasulü Ekrem sallahü aleyhi ve sellem’den mealen şöyle bir hadisi şerif rivayet ediliyor. “Müminin ferasetinden sakının!. Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 16, Suyûtî, elĞCâmiu’sĞSağir, 1, 24)

 
Hadis-i şerifin Hazreti Osman’la bağlantılı bir bölümü de var. Şöyle ki:
 
Hz. Osman, yanına gelen birine, “Gözünde zina eseri var. Bir kadına bakmışsın.” dedi. O kimse “Nereden bildin?” diye kardşılık verdi. Hz. Osman da, “Müminin ferasetinden korkun, o Allah`ın nuru ile bakar.” hadis-i şerifini bildirdi.
 
İslam toplum geleneğimize baktığımızda hadisimizi genellikle bu çerçevede anladığımızı ve düşüncelerimizi “Sakınınız” ifadesi üzerine yoğunlaştırdığımızı görmekteyiz.
 
Mesela şöyle de deniliyor:
 
“Bir Allah dostunun yanında olduğunuzda kalbinize dikkat etmeniz gerekir. Çünkü o Allah dostu kalbinizden geçenleri bilir ve yanlış bir şey geçmişse mahcup olursunuz.”
 
Bütün bunların bir gerçeklik payı bulunduğu muhakkak. Allah dilerse şu veya bu kulunu, birisinin kalbinden geçenlere vakıf hale getirebilir. Ama bu hadis sadece böyle mi anlaşılmalıdır, sorusunu sorduğumuzda aklımıza başka sorular da gelecektir.
 
Mesela, üzerinde yeniden düşünmemiz gereken sorular şunlardır:
 
-Acaba Rasulullah Efendimizin “Mü’minin feraseti” dediği şey gerçekte nedir?
 
-Mü’min ferasetinin böyle, kalpleri bilmekten başka bir boyutu yok mudur?
 
-Mü’min ferasetini sadece kalbleri bilmekle sınırlandırmak, mü’mine, mü’minler topluluğuna nasıl bir farklılık temin eder?
 
-“Allah’ın nuru ile bakmak” nasıl bir bakışa sahip olmaktır?
 
-Mü’minin feraseti dediğimiz şey, bir Müslüman toplumda sadece özel insanlara münhasır bir hususiyet midir?
 
-Mü’minlerin bugünkü hayatına ve İslam toplumlarının yaşadığı mazlumiyete baktığımızda “Mü’min feraseti” ve “Allah’ın nuru ile bakmak” konusunda bir problem yaşadığımızdan söz edilebilir mi? İslam toplumları olarak bizde eksiklik nerededir?
 
Bunlar, Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz’in mü’min feraseti ile önümüze koyduğu ufku doğru görebilmek içindir.
 
Rasulü Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem Efendimizden rivayet edilen bir kudsi hadiste de “Allah’ın mü’minin gören gözü, işiten kulağı, yürüyen ayağı, akleden kalbi ve konuşan dili olma” hususundan bahsedilir. (Buhari, Rikak, 38)
 
Şüphesiz bütün bunlar da bir “mü’min kaletisi”nin zaruretiyle alakalıdır. Yaratan, nasıl mü’minin gözü, kulağı, kalbi olur?
 
Hadis-i şerifteki “Mü’min feraseti” ifadesine bir başka boyut içinden baktığımızda belki aklımıza şu hadis-i şerif ve ayet-i kerimeler de gelebilir:
 
“Mümin bir delikten iki defa ısırılmayacaktır.” (Buhari, ‘Edeb’, 83, Müslim, ‘Zühd’, 63)
 
“Ey iman edenler! Şayet Allah’dan ittika ederseniz, o size furkân (hem zahir, hem batında hak olanı olmayandan, iyiyi kötüden, temizi habisten ayırt edici bir marifet ve nur) verir.” (Enfâl, 29)
 
“Bu (Kur’an), mümin bir toplum için Rabbinizden gelen basiretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır), hidayet rehberidir, rahmettir.” (A’raf, 203)
 
Bir delikten iki defa ısırılmamak tehlikeler, komplolar karşısında bir zihni diriliği gerektiriyor.
 
Furkana, yani her şeyin eğirisini doğrusundan ayıracak bir farkedebilme gücüne sahip olabilmekle takva arasında doğrudan alaka kuruluyor.
 
Ve Kur’an mü’minler için bir basiretler aydınlığı temin ediyor.
 
Bu ayetlerden yola çıkarak ferasete, kelime anlamı itibariyle baktığımızda basiretle yakın anlam içinde görebiliriz ve derin görüş, görünenin ötesine uzanış, fehmediş, herkesin bir çırpıda farkedemediğini farkediş, gibi anlamlar ihtiva ettiğini düşünebiliriz. Zaten “Allah’ın nuru ile bakış” ile birleştiği için, gözden öte bir görüşü, Allah’ın aydınlattığı bir nüfuzla bakışı ifade ettiği açıktır.

Top