Bütün erdemlerin, güzelliklerin, sevginin ve saygının kaynağı olan yüce yaratıcının şanına yakışır bir güven ve duyarlılıkla ona saygı duymak bütün erdemleri yakalamanın ilk adımıdır. Her dem bu duygu ve düşünceyle hem dem olmak, “elinden ve dilinden insanları emin kılmanın” kulca tanımıdır. Gönülde büyüyen, lisân-ı hâlde coşan bu duygunun, lisân-ı kâl ile büyük bir şevk ve vecd ile dile gelişini, bütün Müslümanların hep bir ağızdan her yerde ve özellikle haccda neşeyle terennüm edişini, kâinatın ahengine ritim tutan En Yüce’ye saygının arşa yükselişini Hz. Peygamber’in dilinden şöyle duyduk ve nihayetsiz saygıyla da uyduk…
Abdullah b. Ömer’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
“Hz. Peygamberin telbiyesi; Hz. Peygamberin bütün insanlığın kulluğa davetini, onlar adına saygı ve hürmetle kabulünü dile getirdiği dua ve seslenişi ifade edildiği şekilde idi:
Allah’ım! Buyur! Emret!
İşte geldim! Emrine amadeyim!
Her emrini yerine getirmek için huzuruna geldim Allah’ım!
Senin saltanatında eşin ortağın yoktur Allah’ım! Bütün varlığımla sana yöneldim!
Hamd /sonsuz övgü senindir. Nimet senin, Bütün mülk de senin… Asla eşin ortağın yoktur.”
Abdullah b. Ömer (r.a):
“Bu Hz. Peygamberin telbiyesidir” der, Hz. Peygamber’in cinaslı ve secili telbiyesinin peşi sıra şu cümleleri eklerdi:
Buyur! Emret! Emrine amadeyim Allah’ım!
Sana kulluk etmek için nihayetsiz yardımını dilerim!
Bütün iyilikler senin elinde ve takdirindedir Allah’ım!
Rağbetim, sevgim sanadır! Gayretim, çabam sanadır / senin rızanadır!
Peygamber(ler)e Saygı
Kâinatı gerçek hüviyet ve mahiyetiyle bize tanıtan elçilere selâm olsun… Onların en son temsilcisi Hz. Muhammed’e salât ve selâm olsun…
Mutlu olmanın ve mutlu kalmanın, hayatı dolu dolu anlamlı yaşamanın kurallarını, küçük büyük demeden her nesneye gereken kendisinden öğrendiğimiz, övülmüş, sevilmiş, bağışlanmış Nebî’ye (s.a.s) vefa borcumuz vardır. Her namazda söyleyip dile getirdiğimiz bu vefâyı duyguların derinliğinde yaşayıp, hürmet ve saygımızı pekiştirmek, ahlâki seciyemizi geliştirmek bir zarurettir.
Zira Yüce Allah; “Andolsun eğer namazı kılar, zekâtı verir ve elçilerime inanır, onlara saygı gösterirseniz -fakirlere gönülden yardımda bulunmak sûretiyle– Allah’a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım.” (Maide, 12)
O’na iman edenler, O’na saygı gösterenler, O’na yardım edenler ve O’na indirilen nura/Kur’ân’a uyanlar var ya… İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (A‘râf, 157)
“Ey insanlar! Allah’a ve Peygamberine inanasınız, O’na yardım edesiniz, O’na saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tesbih edesiniz diye Peygamber’i gönderdik.” (Fetih, 9) buyurmak sûretiyle, peygamberlere saygıyı erdemlere ulaşmanın en temel gerekliliği, erdemli olmanın da en önemli unsuru olarak zikretmiştir.
Genelde bütün peygamberlere, özelde Hz. Muhammed’e saygı ve hürmet göstermek, müslüman olmanın en temel şartıdır. Saygısız bir Müslüman, saygıyı hak etmemektedir. Yüce değerlere ve onların öğretmenlerine saygılı olanlar, gelecek nesiller tarafından da saygıyla yâd edilmeyi hak etmişler ve öyle anıla gelmişlerdir. Yüce Allah kutsala saygı gösteren, saygıyı öğreten “saygılılar” için; “Sonradan gelenler arasında ona/onlara güzel bir ad bıraktık.” (Saffât, 78, 108, 119, 129) kelâmıyla saygıyı ebedileştirmiştir. Peygamberlere saygıyı tartışma konusu yapmak, sevgi ve saygıya endaze biçmek, onunla ilgili polemik mevzuları açmak, olumsuz örneklerden yola çıkarak geçmişe gösterilen saygıyı ötelemek veya kötülemek iyi niyetten uzak bir saygısızlıktır. Yanında adından söz edildiğinde ondan “salât” ve “selâm”ı esirgeyen cimriler, gelecek nesillere taşıdıkları ve kötü örnek teşkil ettikleri aynı saygısızlığın kurbanı olarak saygısızlık bulacak talihsizlerdir. O (s.a.s), bize adabı muaşeret kurallarını yaşayarak, örnekleyerek göstermiştir.
Yüce Allah veciz biçimde daha ilk sıralarda yani 5. sırada nazil olan Müddessir sûresinin ilk 7 ayetinde Hz. Peygamberin;
Misyonunu belirlemiş,
Vizyonunu sergilemiş,
Aksiyonuyla bütün dünyayı etkilemiştir.
Şöyle ki;
“Ey bürünüp sarınan! Kalk insanları uyar! Sadece Rabbini büyük tanı! Elbiseni tertemiz tut!
Kötü şeyleri terk et! Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma!
Rabbinin rızasına ermek için sabret!” (Müddessir, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7)
İlk ayet, muhatabın ruh halini ve ahvalini çerçevelerken aynı zamanda onun ürpermişliğinden kinâye ve mülhem bir sözcükle sevgi, şefkat ve merhamet dolu bir çağrıyla muhatabı belirlemektedir;
Ey bürünüp sarınan!
İkinci ayet, göreviyle mütenasip biçimde aksiyonunu çerçevelemekte;
Kalk, insanları uyar!
Üçüncü ayet, misyonunu ve muhtevasını tespit ederken;
Sadece Rabbini büyük tanı!
Dört, beş, altıncı ve yedinci ayetler, vizyonunu çerçevelemektedir;
Elbiseni tertemiz tut!
Kötü şeyleri terk et!
Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma!
Rabbinin rızasına ermek için sabret!
Bu kadar mucizevî bir biçimde bütün bir sistem, 7 ayetle formüle edilmektedir. Hz. Peygamberin misyonu ve aksiyonu birer ayetle çerçevelenirken vizyonun 4 ayetle anlatımı ilahî kelâmın îcazı yönüyle dönemin edebi zevkine hitap ederken, aynı zamanda da örnekliğin ve yaşantının yani vizyonun ne kadar önemli olduğuna vurgu yapmaktadır.
Yaşayarak örnek olmak çok daha etkili, belirleyici, güçlü ve kalıcıdır.
O, bütün zamanların ve mekânların en kâmil örneğidir,
Aksiyonun bu ayetlerde öncelenmiş olması, O’nun hususi görevine binaendir.
Birbirimizden esirgemediğimiz veya esirgemememiz gereken ‘sayın’, ‘saygıdeğer’, ‘efendi’, ‘bey’, ‘beyefendi’, ‘muhterem’ sözcüklerini, Hz. Peygambere yakışan salât ve selam ile karşılamaktan kaçınır ve bu ihtiramı ondan esirgersek, neslimize, ata ve ecdada saygı, hürmet ve vefayı asla öğretip örnekleyemeyiz.
Vefatından sonra bile dünyamızı güzelleştirmemize katkıda bulunan bu şahsiyetlere teşekkür borcumuz olduğunu düşünmek vefâ borcudur.
Dirilerin korumakta zorlandığı değerleri koruyan ve bize hizmetleri olan atamıza, dedemize saygısızlık ise züldür.
Onlara gösterdiğimiz bu hizmet ve saygıyı kıskanan diriler, bazı hatalı davranışları örneklemek sûretiyle gösterilen saygının yanlış olduğunu ifade etmek ve ecdadı kötülemek yerine, ölülerin dirilerden daha saygın olmasının anlamını düşünerek toplumsal iyileşmeye katkıda bulunup, güven tazeleyip, cemiyetin hizmetinde olduklarını insanlara inandırmalıdırlar. Yoksa insanımızın ve dünya insanlığının ölülere saygısını abarttığını söylemek sûretiyle kendi saygınlıklarını sağlayamazlar.
Bu toplum, ecdadı iyi ve güzel işleriyle yüzyıllar sonra hatırlıyorsa, eminim aynı zaman diliminde yaşadıkları şahısların kendilerine yaptığı iyilikleri unutmayacak kadar vefalıdır. Yeter ki, içtenlikle görsünler.
Onlara saygı ve selam olsun…
Ebû Musa el-Eş’ari’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın benimle gönderdiği haberler ve ben, bir topluluğa gelip onlara şöyle seslenen kimseye benzer. O:
‘Ey insanlar! Ben bir düşman ordusu gördüm. Emin olun gözlerimle gördüm.
Ben gelecek musibetlere dikkatinizi çeken apaçık bir uyarıcıyım.(Benden söylemesi!)
Ne duruyorsunuz! Hemen kaçın, kurtulun!’ der.
Toplumun bazıları ona inanır ve bütün gece sakince kaçar kurtulurlar.
Bazıları da ona inanmaz ve yerlerinden kımıldamazlar.
Düşman ordusu da ani bir baskınla onları mahveder ve köklerini kazır.
İşte bu misal, bana itaat edip getirdiğim değerlere uyanlarla, bana isyan edip getirdiğim değerlere inanmayanların haline benzer.”
Ebû Hüreyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ümmetimin hepsi cennete girecektir. Ancak yüz çevirip burun kıvıran saygısızlar giremeyecekler.”
Ashab-ı Kiram:
“Ey Allah’ın Resulü, yüz çevirip, burun kıvıran saygısızlar kimdir?”
Hz. Peygamber de:
“Kim bana itaat ederse cennete girecektir, kim de bana karşı gelirse, O burun kıvırıp yüz çeviren / karşı gelen saygısızdır (Dolayısıyla cennete giremez).”
Ebû Hüreyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ben Meryem oğlu İsa’ya dünya ve ahirette insanların en yakınıyım. Esasen bütün Peygamberler anaları ayrı, baba bir kardeştirler ve dinleri de aynıdır (Tevhid dinidir).”
Hz. Ömer’den (r.a) rivayet edildiğine göre; o, bir gün minberde hutbe okurken, ‘Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurduğunu işittim’ demiştir:
“Hıristiyanların Meryem oğlu (İsâ’yı ) abartılı bir şekilde haksızca yüceltip medh u senâ ettiği gibi siz de beni abartıp yüceltmeyiniz. Şüphesiz ben Allah’ın bir kuluyum. Öyleyse siz de bana, ‘Allah’ın kulu ve O’nun rasûlü’ deyiniz!
Ebû Hüreyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s):
“Benimle benden önceki peygamberle, bir kimse gibidir ki; o kişi, bir ev yaptırmış, süslemiş, dayayıp döşemiş de yalnızca bir köşede bir tuğlası eksik bırakılmıştır. İnsanlar binayı gezerlerken hayret ve şaşkınlıkla;
‘Ne olaydı, şu tuğlada yerine konulmuş olsaydı’ derler.
Hz. Peygamber:
“İşte ben o tuğlayım ve ben peygamberlerin sonuncusuyum” buyurmuştur.
Prof.Dr. Ali Akyüz, Marmara Ünv. İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Başkanı