Muridan
Tasavvufi Haller ve Evliyaullah'ın Tasarrufu -2

Tasavvufi Haller ve Evliyaullah'ın Tasarrufu -2

...Meşayihler dediğimiz zatların, bunların tasarruf yetkileri var yani eşyaya tasarruf etme yetkisi var.

Eşya dediğimiz cisimlere. Tasarruf yani hükmünü geçirme yetkisi. Hayvanata, cemâdata yani canlı cansız olan şeylere, insanlara yetkisi var. Ben şöyle diyeyim daha iyi anlayasınız diye. İbrahim Ethem Hazretleri tacını, tahtın bırakıp da çobanlığa girdiği zaman aradan bir epey zaman geçiyor. Sonra gezerken dolaşırken sarayın artık ileri gelenlerinden bir kişi onu çoban kıyafeti ile görüyor. Hemen eline yüzüne sarılıyor, öpüyor.

  • “Senin bu halini görmek beni ürkütüyor. Ne olur sarayın başına gel orada türlü nimetler var. Üstünle perişansın. Aç mısın, susuz musun?”

O esnada İbrahim Ethem Hazretleri de elinde iğnesi bir suyun kenarında veya denizin kenarında elbisesinin yırtıklarına dikiyormuş.

  • “Git başımdan. Ben halimden memnunum, ben Rabbimi buldum. Ben o saltanatı ne yapayım? Gerçek saltanat budur bu dervişlik, Allah'a kul olmak ve bu sevdada olmak. Git!”

Yalvarıyor, yakarıyor, ikna edemiyor bu saray görevlisini İbrahim Ethem Hazretleri. O esnada demek ki hal öyle olacak İbrahim Ethem Hazretleri elindeki iğneyi atıyor suya.

Ondan sonra:

“Balıklar o iğneyi  bana getirin.” diye söylüyor.

Bu kadar itham. Ondan sonra bir sürü balık ağzında iğne İbrahim Ethem Hazretleri’nin ta yanına kadar geliyor. Tabii bu bir keramettir, zuhur etmiştir. Yani o saltanatı o saltanata tercih etmiştir. Tasarruf yetkisi vardır derken işte bak hayvanlara Allah'ın izniyle tabii Allah murat etmedikten sonra olmaz!  Ama Cenâb-ı Allah sana ‘kulum’ diyecek… İbrahim Ethem derecesinde hele bir olalım bakalım.  Daha neler neler Cenâb-ı Allah ihsan eder… Sonra tabi bunlar da aslında istenen şeyler değildir. İbrahim Ethem Hazretleri orada mecbur kalıyor. Veliyullah mecbur kaldığı zaman böyle kerameti gösterir. Onların kerameti de haktır. Biz buna inanıyoruz. Çünkü bizim akaidimizde, akāidü'n-nesefî’de böyle kayıtlar var. Yani tasarruf yetkisi var derken bir velinin bunu kastediyoruz. Bir örnek verdim. Hayvanlara veyahut da canlı cansız şeylere tasarrufu vardır. Gerçek kâmil bir veli, evliya, şeyh, meşayih bir kimseyi müridi olarak almak isterse, isterse Rusya’da olsun, Sibirya’da olsun onu oradan tutar çeke çeke dergâhın eşiğine kadar getirir. Yeter ki onu istesin. Çünkü tasarruf yetkisi vardır. Tabi istemezlerse olmaz! Siz bilmiyor musunuz Hacı Bayram-ı Veli’nin Akşemseddin Hazretleri’ni Şam’dan boynuna zinciri takarak Ankara’ya getirmesini? Hem de boynuna zincir takarak getirmiş, değil mi? Yani nasıl canlılara tasarruf edebiliyorsa cansızlara da tasarruf etme yetkisi vardır. Allah murad ettikten sonra olur! Peygamberlerde olursa mucizedir. Allah’ın sevgili kullarında olursa keramettir. Tamam mı? Bunu da unutmamak lazımdır. Hacı Mustafa Hayri Babamız öyle buyuruyorlar:

“İsteseydim zikir halkamı müritlerle doldurup doldurup taşardı, erkek kadın. Ama istemedik.Bu yola bağlı olan on kişi olsun sadık olan, bin kişiden daha hayırlıdır.” diyor.

Ve tabi çok doğru. Değil mi? Rabbimiz bizi bağlılarından eylesin, kabul edilmişlerinden eylesin…Bunlar da aslında istenen şeyler değildir. İbrahim Ethem Hazretleri orada mecbur kalıyor veya veliyullah mecbur kaldığı zaman böyle kerameti gösterir. Onların kerameti de haktır. Biz buna inanıyoruz. Çünkü bizim akaidimizde, akāidü’n-nesefî’de zaten böyle kayıtlarda var. Yani tasarruf yetkisi vardır derken bir velinin, bunu kast ediyoruz. Bir örnek vereyim size. Hayvanlara veyahut da canlı cansız şeylere tasarrufu vardır. Gerçek kâmil bir veli, evliya, şeyh, meşayih bir kimseyi müridi olarak almak isterse -isterse Rusya'da olsun isterse Sibirya'da olsun- onu oradan tutar çeke çeke dergâhın eşine kadar getirir. O yeter ki  bunu istesin. Çünkü tasarruf yetkisi vardır. Tabi istemezlerse olmaz. Siz bilmiyor musunuz Hacı Bayramı Veli'nin, Akşemseddin Hazretleri’ni Şam’dan boynuna zinciri takarak Ankara’ya getirmesini? Hem de boynuna zincire takarak getirmiştir değil mi? Tasarruf ediyor. Nasıl canlılara tasarruf edebiliyorsa cansızlara da tasarruf etme yetkisi vardır. Allah sonra murat ettikten sonra olur şeyler. Peygamberlerde böyle olursa mucizedir. Allah'ın sevgili kullarında olursa keramet olur. Tamam mı? Bunu da unutmamak lazımdır. Hacı Mustafa Hayri Babamız öyle buyuruyorlar: ‘İsteseydim yani zikir halkamı müritlerle doldurup doldurup taşardı erkek kadın neyse ama istemedik.’ diyor. ‘Bana bağlı olan on kişi,  bu yola bağlı olan on kişi olsun sadık hizmetle, bin kişiden daha hayırlıdır.’ diyor ve tabii çok doğru değil mi? Rabbimiz bizi bağlılarından eylesin. Kabul edilmişlerinden eylesin. Yaaa! Herkesinde kurtulmasını istiyor idi.  

Bir hatıramız var onu da anlatalım. Ben Isparta'da kısa dönem askerlik yaptım dört ay kadar. Oraya teşrif ettiler, geldiler. Kalktı bizi oraya ziyarete kadar geldi. Üç beş derviş vardı işte. Oraya kadar geldi. Bir arkadaş var başından bazı hadiseler geçmiş. Yani müridi değil de tabii merhumu o şekilde görünce dikkatini çekmiş. Askerler arasında dikkatini çekmiş. ‘İlla ben de konuşacağım. Derman bulacağım.’ Bana geldi söyledi. Bizde kendisine ilettik durumu. Olur…Bizi tabii kabul ettiler. Başka hiçbir şeyi kimseyi almadılar. Bu arkadaşın özel bir durum varmış. Bazı şeyler yapmış. Hatalar işlemiş. O şekilde… Bir ben, -üçümüz- bir de Hacı Mustafa Hayri Baba –Mürşidimiz- bir de o arkadaş. Anlattılar, anlattılar. Sonra ‘Dua edelim ama ilk önce sana bir ders tarif edelim.’ dediler. Ondan sonra oralar asker kaynıyor tabii. Daha henüz yeminli de olmadığımız için dışarıya çıkamıyoruz. Nizamiyenin içinde yakın orada oluyor ya görüş yeri orada bir yere oturduk. Hiç kimseden çekinmezdi. İlk önce ona bir ders tarif etti. Ondan sonra dua etti. Arkadaş tabii ayrılma zamanı geldi. Ayrıldık. Biz işimizin başına onlarda şehre döndüler. O kadar memnuniyetini izhar etti ki o arkadaş yani üzerimden dağlar kadar kalkmış gibi oldu dedi ve çok sadık da bir mürit oldu. Allah selamet versin. Yani şunu demek isterim. Kendisi bu şekilde söylediği halde herhangi bir şekilde olursa onları da yardım etmeye hiçbir zaman yani yardımsız bırakmıyor demek istedim. Orada askeriyenin kaynadığı yerde, orada ders tarif ettiler. Dua ettiler sesli sesli. Biz askeriz tabii biraz çekiniyoruz. O anlıyor. ‘Sakin olun evladım hiçbir şey yok.’ diyor. Yani o bakımdan böyle de hadiseler tabii olabiliyor. Tasarruf yetkisi var dedik de o bakımdan bu meselelere geldik. Yaaa… Eğer ki Cenâb-ı Allah'ın sevgili kulları, veliyullah tasarruf eden kimseler, yani onların tasarrufu olmasa zaten bu dünyada ki kâfir millet, küfür millet Müslümanların kanını bugünkünden daha ziyade olarak oluk oluk akıtırlardı. Ama işte lî hikmeti onlar sebebiyle birbirlerine iki düşmanı düşürmek sureti ile Müslümanlara rahat bir nefes aldırmış olur. Diyeceksiniz ki ‘Hocam ne gerek var yani Allah direkt olarak yapsın.’ Evet, o öylede ama sebeplere bağlamıştır. İstese Cenâb-ı Allah o şekilde de yapar. Ama bir hadisi şerif var bakınız.

 

Peygamberimiz buyuruyor ki: ‘Bu Benim ümmetimin içerisinde ebdal olanları var.’ ‘Ebdal’ yani sizin kullandığınız ‘abdal’ manasında değil. Ebdal demek yani yerleri değiştirilen kişiler manasına gelen. ‘Bedele’den  yani.  Bedel yani bedel yolunda gitti diyoruz ya işte o demek.  Bunların adetleri bellidir kırk kişi.

 

Peygamberimiz buyuruyorlar ki: ‘Hz. Allah bazı şeyleri bunların yüzü suyu hürmetine -mesela yağmuru yağmasını mesela  rızkın artıp eksik olacağını çok az olacağını- bunlar sebebiyle verir.’ Birisi ölünce diğeri onun yerine tayin edilir. Böylece kırk hiçbir zaman eksik olmaz. Bunlar vardır. Olan şeyler, bunlar.

 

Cenâb-ı  Allah sebepsiz olarak vermesine rağmen bazı şeyleri de bazı kimseleri sebep kılarak veriyor. Peygamber aleyhisselatu vesselam Efendimiz de rahmetin gelmesine sebeptir. Değil mi? Rahmeti, Cenâb-ı Allah direkt olarak verebilirdi. Kur’an’ı da direkt olarak gönderebilirdi. Değil mi? Son derece güzel bir Mushaf halinde, ciltli bir kitap halinde gönderebilirdi. Niye öyle yapmadı? Eee hikmeti öyle, o şekil. Niye Cebrail'e araca kıldı? Direkt olarak da gönderebilirdi, verebilirdi Peygambere. Cebrail'i de bak aracı kılmış değil mi? Peygamberimize vermiş. Ondan sonra hikmeti öyle. Hikmetinden sual edilmez. Sonra bazı şeyleri Hz. Allah sebeplere bağlamıştır. Yağmur duası var mı? Var. Yağmur duasını yaptığımız zaman ne yapıyoruz? Allah'ın, Allah tarafından yani rahmete yani yağmura kavuşuyoruz. Peygamberimiz de yaptı. Evet, ümmetinden de zor durumda olanlar böyle yapıyor. Bu bir vakadır. Niye sebep olarak veriyor Hz. Allah? Demek ki Cenâb-ı Allah'a işte sebeplere yapışmamızı istiyor. Peygamberimiz zamanında böyle kuraklık oldu. Hayvanların hepsi öldü. Ekinler kurudu gitti. Arabî’nin bir tanesi Peygamberimiz Cuma hutbesinde iken çıkageldi.

 

Ya Resûlullah!

هلكت المواشي

Yani sağmal hayvanlarımız, koyunlarımız, keçilerimiz, develerimiz, ineklerimiz hepsi mahvoldu. Ekinlerimiz kurudu, gitti. Ne olur Senden yağmur yağdırmasını Rabbından dilemeni istiyoruz.’diyor. Peygamberimiz hutbede, cuma hutbesini okuyor. Elini açıyor dua ediyor.

 

Sahabeler diyor ki: ‘Daha elini yüzüne Resûlullah sürmemişti. Gökyüzünde bir tane bulut bile yoktu.’ diyor. ‘Öyle bir yağmur yağdı ki biz yani namaz kılıncaya kadar -o zamanki Mescid-i Nebevî’yi işte gidiyoruz, görüyoruz. Şu andaki hali ile değil üzerleri hurma dalları ile örtülmüş Mü'minler. Kum üzerinde Müslümanlar namaz kılıyordu.- Yani tamamen ıslandık.’ diyor. ‘Dışarıya çıkıp da evlerimize gidinceye kadar sırılsıklam olduk.’ diyor. Sırılsıklam. Bu manzarayı bu  tabloları sizlerin gözlerinizin önüne koyuyorum. Hadislerde böyle anlatılmış. Ve hatta sahabeler diyor ki: ‘Evimize gitmek için yağmur birikintilerini, göllerini atlayarak, sıçrayarak gidiyorduk ki üzerine basmayalım, ıslanmayalım diye.’ O şekildeydi. ‘Bir hafta devam etti.’ diyor. ‘Böyle yağmur bir gelecek cumaya kadar devam etti.’ diyor. Yine Peygamberimiz cuma günü hutbede aynı Arabî çıkageldi. Hutbe’de okurken: ‘Ya Resûlullah!’ Yani bu sefer de yağmurun yağmasından şikâyetçi oldu. Yani o şekilde. İnsandır tabii biz insanız. Evet, Peygamberimiz yine mübarek ellerini açtı.

اللهم حولينا ولا علينا، اللهم على الآكام والجبال

Bak! Mübarek Peygamberimizin sözüdür bu. Aynen naklediyorum.

 

‘Ya Rabbi bizim üzerimize değil, yağmur üzerimize değil, etrafımıza, yağmura ihtiyaç olan ekinlerimize, arazilerimize, çayır çimen olacak yerlere yağdır.’(Buhari, 1013)

 

Cenâb-ı  Allah'tan dua ediyor, istiyor, istirham ediyor. ‘Elini yüzüne çalmadı ki yağmur şehirlerden kesildi. Güneş göründü. Ancak vadilerde ağaçların veya otların üzerlerine yağdı.’ diyor. Böyle ekin tarlalarına yağdı. Sebep kılmış Hz. Allah. Siz kalkın da bunları inkâr edin. Yok! Hadisler duruyor karşımızda. Bugünkü tabi Allah'ın dostları dua ediyorlar. Ben böyle kimseleri duydum. Evet, yağmur duasına çıktığı zaman yani ne kadar kurak, Allah'ın izni o Allah dostunun bulunduğundan mutlaka yağarmış. Sonunda da ilave edermiş. Kendisi öyle dermiş.

Cenâb-ı  Allah'tan, Rabbından ‘Yağmur yağdırmasını yani alıyorum da yani fakat yağmurun durmasını gücüm yetmiyor.’ dermiş, ‘Durdurmaya gücüm yetmiyor.’ şeklinde söylermiş. Allah onların şefaatine bizi nail eylesin. Demek ki Allah'ın veli kullarının tasarrufu vardır. Söylediğimiz gibi böyle bir kimse tasarruf etse biz şarkta bile olsak çeke çeke insanı dergâhını götürür. Yani dizinin dibine götürür veyahut da ona bu şekilde nasip olur demek istiyoruz.

 

Cenâb-ı Allah'ın bu bir lütfudur. Evet, eşyaya insanlara tasarruf yetkisi vardır. Onlar demek ki isterlerse bir nazar ile taşı bile altına çevirebilirler. Bakırı altına çevirirler. Siyah kömürü altına çevirirler. Bunlar vakıa olan şeyler. Allah'ın izniyle tabii. Her şey O’nun muradına bağlı olduğu için Cenâb-ı Allah onların dilek ve temennilerini, dualarını kabul ediyor. Rabbimiz de bize onların kırıntılarından bulaştırsın.

 

Necip Fazıl rahmetli öyle diyor. Allah rahmet etsin gani gani. Değil mi? Ben bunları size zaman zaman söylüyorum. Abdülhakim Arvasi Hazretleri’ne inabe ettikten sonra, el aldıktan sonra Necip Fazıl, Necip Fazıl olmuştur. Allah rahmet eylesin. Daha önceki hayatını hayattan saymıyordu zaten. Evet, öyle bir hayat idi saymıyordu. Ne diyor hani tam şiirinde:

‘Üç ayakla seken topal köpeğim!

Bastığınız yeri taş taş öpeyim.

Bir kırıntı yeter kereminizden!’

‘Ben de sizin peşinizde seken yani topal topal giden köpeğim.’ diyor. ‘Başka bir şey istemiyorum. Sizden bir kırıntı, kereminizden  bana yeter.’ diyor. ‘Birazcık sizin kereminizden yani sizin nail olduğunuz aşktan feyizden bu manevi hallerden bana da bir kırıntı verseniz bu bana kâfi. Ben bile fazla bir şey istemiyorum.’ diyor o büyük şair.

Mü'minler!

Onun için şu tasavvufu inkâr etmenin manası nedir? Anlamıyorum. Nedir ya? Bu nedir ya? Elhamdülillah herkes yola gelir ama başlarını taştan taşa vurduktan sonra yola geliyor. Bunu başımız yarılmadan, taşlara vurmadan gelseydik olmaz mı? Biz burada ayetlerin hadislerin dışında hiçbir kimseye hiçbir şey söylememişizdir. Allah’ın izniyle insanlar bu yolda yetişmişler. Şöyle bir bakıyorum da yani gerçek manada Müslümanlara faydalı olan insanların hepsi mutlaka bir Mürşid-i Kâmil’den yani bağlanmışlar bir dergâha bağlanmışlar. Çünkü bir Mürşid-i Kâmil’den diyoruz sadece o değil. Bu Resûlullah aleyhisselatu vesselam Efendimize kadar giden bir yoldur, giden bir yol. Diyelim ki biz bir mürşidden ders almış isek onun icazeti vardır. İcazetsiz olan bir kimseden, diplomasız olan bir kimseden gidip insan bir şey öğrenmeye kalkar mı? Öğrense bile hükmü olmaz ona. Onun için onlara da çok dikkat etmek lazım. Böyledir. Yani demek ki mutlaka şöyle bakıyorum da tefsir yazmış, hadis tercüme etmiş, ondan sonra da fıkıhta ilerlemiş, kitaplar dolusu eserler yazmış veya halkına çeşitli yollarla faydalı olmuş kimselere bakıyorum da; şöyle incelediğim zaman bakıyorum hepsi mutlaka yani faydalı olmuş insanlar hepsi bu yola girmişler. Bağlı olmuşlar. Ama şan şöhret peşinde olanlar da bir iki eser yazarda kendileri burunları Kaf Dağı’nda olmuş. Güya bir şey yani. Onların eserleri de işte okunmuş ama hiçbir zaman o veliyullahın yoluna giren bağlı olanların verdiği tadı onlar  vermemişler, verememişlerdir. Çünkü Allah'ın velileri bir yemeğin tuzu gibidir, biberi gibidir. Değil mi? O tadı ve o hassayı vermek. Tuzsuz yemek biliyorsunuz nasıl olur.

Bir zamanlar Hindistanlı bir âlim  -zaman zaman söylüyorum gene hatırladım- Türkiye'mize ziyarete geldi. Gazeteciler etrafını çevirdiler özellikle sağ gazeteciler o zamanlarda bu tasavvuf meselesi bir hayli gündemdeydi. Yani olur mu olmaz mı bazı siyasi kanallarda bu işi körüklüyorlardı. Aman böyle bir şey olmasın zaten şeklinde böyle yaygaralar kopartılıyordu.  Bunlar etrafını sarmışlar. O büyük âlimde epeyce kitap eser yazmış. Oradan bir tanesi O’na sormuş. Demiş ki: Herhalde o da diğer gazeteciler duysun diye. ‘Yani bugün İslam âlemi uyanma içerisinde. İslam tasavvufunun bir ne bileyim yani rolü nedir? Burada bazıları işte bu zamanı değildir. Şimdi Allah'ı zikretmenin yeri zamanı değildir. Bunlar geçmiştir. Bilmem ne şunlar söyleniyor. Kimisi diyor ki; iman, hakikat, imanı  kurtaralım diyor. Kimisi diyor; gelmiş siyasete yapışalım, diyor. Kimisi diyor ki;  namazı kıldık mı bu iş yeter, diyor. Şeytani bazı yorumlar var, diyor. Siz ne diyorsunuz?’ diyor. Hangisi doğru hangisi yanlış? Adamcağız kızıyor. Birazda kızgın hali ile diyor ki: ‘İslam tasavvufu, İslam yani tasavvufi sufi yol hangi devir olursa olsun her Müslümana lazım olan bir yoldur.’

 

 

Abdullah Demircioğlu - Tasavvufi Haller ve Evliyaullahın Tasarrufu 04.01.1997 Sohbetinden…

Top