Sene 1630, Hicri takvimle 1040. Aylardan Muharrem'di. Aşure gecesi Kur'ân okudum, dualar ettim. Peygamber Efendimizi çok özlemiştim. Biraz dinlenmek için yuvarlak yastığıma yaslandım. Uyku ile uyanıklık arasında idim. Bir anda Yemiş İskelesi yakınındaki Ahî Çelebi Camii'nde buldum kendimi. Bu, helâl para ile yapılmış bir camidir. 'İçinde yapılan dualar boşa çıkmaz' diye bilinir. Vakit, sabah namazı vaktiydi. Kapıdan bir sürü silâhlı ay parçası yiğit girdi içeri.
Caminin nasıl aydınlandığını anlatamam. Sanki gökten ay kopmuş, sonra bu aya yüzlerce ay ve yıldız daha katılmış da camiyi doldurmuştu. Bu nur yüzlü askerleri hayranlıkla seyrediyordum.
Hemen yanıma oturan yiğide sordum:
- Sultanım, siz kimlerdensiniz? İsminizi söyler misiniz?
- Cennetle müjdelenmiş on kişiden, okçuların piri Vakkasoğlu'yum, dedi.
Hemen eline davrandım, öptüm.
- Pekiyi, bu sağ taraftaki nur yüzlüler kim?
- Peygamberler, evliyalar, Peygamber Efendimizin dostları, Medineliler, Mekkeliler ve Kerbelâ şehitleri... Mihrabın önünde gördüğün, Veysel Karanî, solda duvarın dibindeki müezzinlerin piri Habeşli Bilâl. Şu sancakla gelen al elbiseli askerler de şehit ruhları. Başlarındaki zat ise şehitlerin serdarı Hazreti Hamza'dır...
Böyle böyle cami içindeki bütün cemaati bana tanıttı. Hangisine baktımsa sevinç doldum, can buldum.
- Burada toplanmanızın sebebi nedir?
- Azak taraflarındaki İslâm askerleri dara düşmüşler, Tatar Hanına yardıma gidiyoruz. Biraz sonra Peygamber Efendimiz de gelecek. Sabah namazının sünneti kılınacak. Sonra "Kamet getir" diye işaret buyururlar, sen de yüksek sesle kamet getirirsin. Selâmdan sonra müezzinliği Bilâl ile birlikte yaparsınız, oldu mu? Namaz bitince de Efendimiz mihrapta iken hemen koş, mübarek elini öp. "Şefaat Ya Rasûlallah" de, yardımını rica et.
Heyecanlanmıştım. Demek burada olduğumu biliyorlardı. Çok geçmedi, cami kapısında apaçık bir nur belirdi. Zaten aydınlık olan cami bir kat daha aydınlandı. Sağında Hasan, solunda Hüseyin ile Peygamber Efendimiz göründü. "Bismillah" diyerek içeri girdiler. İçeride bulunanlara selâm verdiler. Mihraba geçip sabah namazının sünnetine durdular. Korkudan mı, heyecandan mı bilemiyorum titremeye başlamıştım. Hazreti Peygamber, Hilye-i Hakani'de anlatıldığı şekilde idi. Hayran hayran seyrediyordum. Selâm verince bana baktı, sağ eli ile dizine vurdu.
- Kamet getir! buyurdu.
Segah makamında kamet okudum. Bütün cemaat kalktı. Hazreti Peygamber cemaate imamlık etti. Müezzinliği Vakkasoğlu'nun öğrettiği şekilde tamamladık. Sabah namazı bitti. Efendimiz mihrapta ayağa kalkmıştı. Vakkasoğlu elimden tutup mihraba götürdü beni.
- Allah'a ve Rasûlüne âşık bu Evliya Çelebi şefaat diler, dedi.
Dokunsalar ağlayacak gibi idim. Her tarafım titriyordu. Aklım başımdan uçmuştu sanki. Hiç halime bakmadan, haddimi bilmeden Hz. Peygamber'in mübarek ellerine dudaklarımı kondurdum. Dileğimi söyledim ama heyecandan "Şefaat Ya Rasûlallah" diyeceğime "Seyahat Ya Rasûlallah" demişim. Hz. Peygamber tebessüm buyurdular.
- Seyahat ve ziyareti bu kuluna kolay eyle Ya Rabbi, dediler ve dua buyurdular.
Ardından hep birlikte "Fatiha" okuduk. Orada bulunan herkesin mübarek ellerini öperek hayır dualarını aldım. Kiminin eli misk, kiminin menekşe, kimininki de karanfil gibi kokuyordu.
Hz. Peygamber'in mübarek kokusu ise zağferan ve kırmızı gül gibiydi.
Peygamberimizin arkadaşları, benim için dua ettiler. Önce Hz.Peygamber, ardından diğer mübarekler çıkıp gittiler. Vakkasoğlu okluğunu çıkarıp benim belime sardı.
- Yürü! Ok ve yay ile gaza eyle, dedi. Allah yardımcın olsun.
Sonra bir müjde verdi:
- Burada kimin elini öptüysen onu ziyaret edeceksin. Ülkelerini gezip göreceksin. Ancak gezip gördüğün yerleri, oraların güzel özelliklerini yaz. Bundan böyle benim ahiret oğlumsun. Hak ve hakikatten sakın ayrılma. Gönlün huzurla dolsun. Ekmek ve tuz hakkını gözet, iyi bir dost ol. İyilerden iyilik öğren. Kimseye bir zararın dokunmasın. Haydi, yolun açık olsun, dedi ve alnımdan öpüp o da çıktı, gitti.
Şaşkın bir halde kendime geldim. Bu hal ne olabilirdi? İçime bir rahatlık, gönlüme neşe dolmuştu. Sonra ben de camiden çıktım. Kasımpaşa tarafına geçtim. Olanları ünlü rüya tabircisi ibrahim Efendi'ye anlattım.
- Cihanı dolaşan bir gezgin olacaksın. Güzel sonuç alacaksın. Peygamber Efendimizin şefaati ile cennete gireceksin, dedi.
Oradan Kasımpaşa Mevlevîhanesi Şeyhi Abdullah Dede'ye gittim. Ellerini öpüp rüyamı ona da tabir ettirdim. O da aşağı yukarı aynı şeyleri söyledi.
- Sa'd bin Ebî Vakkas'ın nasihati üzere önce bizim İstanbulcağız'ı yazmaya başla. Haydi, durma, dedi. Yürü, işin rast gele.
Bana yedi ciltlik bir tarih kitabı verdi. Hayır dualar etti. Eve döndüm.
Bazı tarihleri inceledim ve istanbul'u yazmaya başladım.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme