Abdest, bedeni temizlemek demektir. Istılahta, dinî ibâdetleri yapmak için, elleri dirseklerle beraber yıkamak, yüzü yıkamak, başın dörtte birini mesh etmek, ayakları topuklarla beraber yıkamaktan müteşekkil bir ameliyedir. Sûfîlere göre bu temizliğin (tahâret) zahirî yönünü teşkil eder. Bu en kolay temizliktir. Asl olan ise, bâtınî (iç) temizliktir.
Sûfîler bütün amellerini en uygun, en güzel, en devamlılık arz edecek bir şekilde yaparlar. Yani azîmetle amel ederler. Halkın ruhsata yönelmesini hoş görürler, ancak bir sûfînin ruhsatı azîmete tercih etmesini yoldan çıkmanın bir işareti olarak addederler. Nitekim sûfîler abdestin tam ve kusursuz olmasına özen gösterirler, her vakit için abdest almaya çalışırlar ve bunu nûr üstüne nûr olarak kabul ederler.
Sâlikin devamlı abdestli olması lazımdır. Nitekim Hz. Peygamber: “Devamlı tahâret üzere ol ki rızkın artsın.” buyurmuştur. İsmâil Hakkı rızık kelimesini hem maddî (yiyecek, içecek… vb.), hem de mânevî (marifet, müşâhede, … vb.) rızıklar olarak kabul eder. Eğer sâlik zâhirî temizlik üzere devam ederse maddî rızkı ve bâtınî (iç) temizliği üzere devam ederse mânevî rızkı artar.
Zâhirî temizlik, beden temizliğidir. Bâtınî temizlik ise kalb temizliğidir. Bedenin temizliği su ile olduğu gibi, kalb temizliği de, sıdk ve samimiyet içinde yapılacak tevbe ile olur. Beden temizliği dıştaki pisliklerden temizlenmekle olduğu gibi, kalb temizliği de mânevî pisliklerden (mâsivâ, kötü huy, … vb.) arınmakla olur. Dolayısıyla zâhirî temizlik şerîatın esâsı, bâtınî temizlik de tarîkatın esâsıdır. Nitekim Hz. Peygamber: “Din, temizlik üzerine binâ edilmiştir.” diye buyurmuştur.
İsmâil Hakkı’ya göre devamlı abdestte Hakk’ı ta’zîm vardır. Şöyle ki abdest ibâdete hazırlık aşamasıdır. Dolayısıyla sâlikin devamlı abdestli olması, her an ibâdete hazır ve Hakk’ın emrine âmâde olduğu anlamına gelir. Aslında abdest bir ibâdet değil, ibâdet için hazırlıktır. Oysa sûfîler abdesti de ibâdet şuuru ve ciddiyeti içinde alır, kılacakları namazın mânevî hazzını abdest alırken hissetmeye başlarlar. Abdest konusunda o kadar titiz davranırlar ki, neredeyse abdestsiz yere basmaktan sakınırlar.
İsmâil Hakkı abdestteki titizlik konusunu şu örnekle somut hale getirir: Sultan Mahmûd Gaznevî’nin Ayazoğlu Muhammed adında bir ibrikdârı vardı. Bir gün ona, Ayazoğlu diye seslendi, Muhammed demedi, hizmetlisi Ayaz buna gücendi ve padişaha, oğluna niçin ismiyle hitap etmediğini sordu. Bunun üzerine Sultan Mahmûd: “Abdestsiz olduğum için ism-i şerîfi lisânıma alamadım.” diye cevap verdi.
Sülûkte sâlike farz olan mâsivayı kalpten çıkarmaktır ki, buna “infisâl” denir. Nitekim abdestte “sırr-ı infisâl” ve namazda “sırr-ı ittisâl” vardır. Çünkü abdestten murâd mâsivâdan infisâl (ayrılma) ve namazdan murâd Hakk’a ittisâl (erme)dir. Abdest ilâhî huzûra varıp ibâdet etmek için hazırlık yapmaktır. Bu da mâsivâdan ayrılmakla (infisâl) gerçekleşir. İsmâil Hakkı’ının deyişiyle, sâlik abdestle dayyik (dar ve sıkıcı) olan bu âlemden ayrılır (infisâl), namaz ile de vâsi’ olan Hakk âlemine vâsıl olur (ittisâl).
Tasavvufta zâhirî temizlik ile bâtınî temizlik birbirinin mütemmimi olarak kabul edilir. Şiblî bu tamamlayıcı ilişkiyi kendi hayatından şöyle bir örnekle ortaya koyar: “Abdestle ilgili hiçbir edebi terk etmediğimden, içimde kendimi beğenme hâli meydana gelmedi.” İşte bu sebepledir ki İsmâil Hakkı kalbine devamlı keşf ve ilhâm dileyen sâlik ve nâsiklere, zâhiren ve bâtınen temizlenmelerinin şart olduğu hususunu hatırlatır.
Hucvirî’ye göre zâhirin kökü bâtındadır ve zâhir bâtına uygun düştüğü nisbette değer taşır. Hucvirî der ki: “Zâhir (beden) temizliği ile sır (rûh) temizliği birlikte bulunmalıdır. Eli yıkarken gönüldeki dünya sevgisini de yıkamalıdır. İstincâ (tahâret) ile beden necâsetten temizlenir, aynı zamanda bu işlemle nefs, ona ait bir pislik olan mâsivâ tutkusundan arındırılır. Ağza su konurken dilin sadece onu zikretmesi gerektiği düşünülür. Buruna su verilirken şehvet kokularının haram olduğunu bilmek lazımdır. Yüz yıkanırken şahsî tasarruflardan el çekmeye, baş mesh edilirken işler Allah’a havale edilmeye, ayaklar yıkanırken Allah’ın emrettiği hak üzere bulunmaya niyet etmek lazımdır. Böylece hem beden hem rûh temizliği gerçekleşir. Çünkü bütün şer‘î hususlar bir yandan beden (zâhir) ile diğer yandan kalb (bâtın) ile ilgilidir."
Gazâlî temizliği dört dereceye ayırır. Bu dereceler zâhirden bâtına doğru ilerler.
1- Zâhirî temizlik: Dıştaki pisliklerden temizlenmek,
2- Organların temizliği: Organları günahlardan temizlemek.
3- Kalbî temizlik: Kötü huylardan arınmak.
4- Rûhî temizlik: Allah’tan başka her şeyden (mâsivâ) temizlenmek.
Bu, peygamberlerin ve sıddîklerin temizlik mertebesidir.
Gazâlî, sâlik için temizlik dairelerinden de söz eder: Buna göre en uzak daire namaz kılınan yerin temizliği, bundan sonra da sırasıyla elbisenin temizliği ve derinin (sâlik) temizliği gelir. Bunların sonucunda da bütün bu temizlikler öze intikāl etmeli ve kalb temizliğini ihmâl etmemelidir.
Sûfîler, abdesti aşk açısından da yorumlarlar. Buna göre, ciğer kanıyla abdest alınmazsa aşk müftüsüne göre abdest sahîh olmaz. Yine sûfîler, âşıkın gözyaşı ve ciğer kanıyla (hûn-i ciğer) abdest alıp, bütün eşyayı leş olarak addedip, dört terk tekbirin (Dünyayı, ahireti, varlığı ve terki terk etmek) alarak gönlünü Hakk’a çevirmedikçe, abdestli olduğunu kabul etmezler. İsmâil Hakkı da ehl-i sülûkü böyle bir abdest almaya davet eder ve der ki: