İnsanı eğitmek (terbiye etmek), başlı başına bir sanattır. Bu sanatın (terbiyenin) ana hedefi, büyük insanlık ailesini vahiy ikliminde derleyip toplayarak güzelim İslamiyet’le mutlu etmektir. Biz, Âdem’in çocuklarının badem kavgasında birbirlerini kırmalarını değil, ortak bir mutluluk noktasında buluşarak kendi kendileriyle tanışmalarını ve adil bir toplum düzeninde kucaklaşmalarını arzularız.
Bütün dünya ama özellikle bizim ülkemiz bunun kıtlığında kıvranıyor. Bu bir genellemedir. Eğitim kurumlarımızın yeterince ve yeterince, hatta hiç mi hiç istifade edemedikleri irşad vazifeleri çağdaş “Velîler” ve onlara bağlı “Seçkin”ler, bu genellemenin üstünde yer alan istisna abideleridir. Ancak, abidelerden istifade edebilmek de bir sanattır. Mesela Süleymaniye'nin akustiğine hayran olan birinin orayı bir konser salonu haline getirmeyi düşünebilmeleri ne kadar ayıp ve günahsa, gece gündüz her gün, sabahtan yatsıya dek hem ibadete hem ziyarete açılma şansı bulunan Ayasofya'yı müze olarak mahzun etmek, aynı ölçülerde ayıp ve kayıp değil midir?
Ayasofya'nın sesini kesmekle aşk sahiplerinin soluğunu kısmak, fazla farklı olamaz. Müdahale mantığı her yerde aynı şeyi yapar, güfteler farklı olabilir ama beste aynı bestedir. Farklı bir ses çıkarmaz!
Şahsiyet sahibi, seviyeli insan yetiştirebilmek için önce herkesin kendi haddini ve hududunu bilmesi gerekiyor. Sözünü ettiğimiz adil toplum düzeninin kurulması buna bağlıdır. Aksi takdirde mesela yıkılan bir külliyenin yerine basit bir gecekondudan başka bir şey yapılamayacaktır. Büyük insanlık ailesinin ortak mutluluğu için şart olan adil toplum düzeninin inşasında her şeyin ve herkesin ayrı ayrı önemi vardır. Süleymaniye'nin inşasında Sinan'dan Süleyman'a uzanan çizgide Mimardan başka müdahil yoktur. Kaldı ki Sinan'ın yaptığı iş, müdahale değil, çizdiklerinin uygulanışını kontrolden ibarettir.
Biz kendimizi yerince ve yeterince eleştiremiyoruz. Kendi kendisini eleştiremeyen bir toplum, başkaları tarafından delik deşik edilir. Her konuda ve her zaman, genellikle çok fazla müdahaleci oluyoruz. Her konuda olduğu gibi bu konuda da ölçüyü fazla kaçırıyoruz. Her müdahalenin mukabil bir müdahale doğuracağını ve bunun ilanihaye böyle devam edip gideceğini yeterince düşünemiyoruz.
Kendimizi eleştirmekten kaçınmamalıyız. Kusurlarımızı başkaları teşhir etmeden kendimiz ortaya koymalıyız. Hiç kimseyi horlamak ve zorlamak niyetinde olmadığımızı, içten ve inandırıcı davranışlarla ortaya koyabilmeliyiz. Ancak, bunları yaparken “şeytana şirin gözükmek” gibi bir duruma da düşmemeliyiz.
Gerçeğin Yüzü
Büyük insanlık ailesini barındıracak olan cihanşümul sitenin yeniden inşası sırasında, şeytan şeytanlığını ve melek melekliğini mutlaka yapacaktır. Biz ne şeytanız ne de meleğiz, bir ucu “ahsen-i takvîm” öbür ucu “esfel-i sâfilîn” olan insanız. Biz de insanlığımızı yapmalıyız. Mutluluğun her türlüsünü, acının ve tatlının bütün tonlarını tatmak ve ilkin kendi kendimizle, kendi özümüz ile sonra da birbirimizle tanışarak tamlaşıp tümleşmek, tasavvuf diliyle “insân-ı kâmil” olmak üzere gönderildiğimiz bu güzel gezegende, insanlığımızı yapabiliyor muyuz acaba?
Gerçeğin gerçek yüzüyle göz göze ve yüz yüze gelmek, elbet kolay değildir. Ancak “acı gerçek”lerden tatlı yaşayışlara yol bulabilmek de ancak bu şekilde, yani ilkin kendi kendimizi, sonra çevremizi, daha sonra da cemiyet, millet ve büyük insanlık ailesini eleştirmek suretiyle sağlanabilecektir.
En çok yanılanlar, hiç yanılmadıklarını sananlardır. Ya da, yanılabilir olduklarını kabullendikleri halde kendilerini başkalarına göre “az”, “en az” ve “nadiren yanılan” olarak görenlerdir.
Seviye ve seciye sahibi, sağlam karakterli insan, Allah'ın sevip de yarattığı her şeyin kendine has bir yapısı bulunduğunu ve bu yapıya, kaderin yorumsuz kavranmazlığı çerçevesinde saygı duyulması gerektiğini bilen ve bu doğrultuda duygu, düşünce ve davranış sergileyen insandır.
İnsan eğitme sanatının, yani terbiyenin sırrı bu saygı ve kaygıya dayanıyor. Hiç kimsenin haksızlığa uğramayacağı adil bir toplum düzeninde buluşabilmek için, her şeyden önce bu saygı ve kaygının sağlanması gerekiyor, iyi insan yetiştirmek de her şeyden önce iyi bir insan olmayı gerektiriyor.
Haddini Bilmek
Ben iyi bir insan mıyım?
Kendime, çevreme, eşya, tabiat ve kâinata gerekli saygıyı gösterebiliyor muyum?
Evrenin ve devranın çözümsüz gizem dekoru içinde dönüp dolaşan olaylar dizisini gerektiği biçimde yorumlayabiliyor muyum?
Bana hayır gözüken şer, şer gözüken hayır olamaz mı?
Büyük insanlık ailesinin ortak mutluluğu için şart olan “eğitim ve toplum düzeni”ne katkım ne olabilir?
Ben bana düşeni mi yapıyorum, yoksa haddimi mi aşıyorum?
Herkes kendisine bunları mutlaka sormalı ve cevaplarını aramalıdır.
zuhurdergisi.com sitesinden alıntıdır.