Tarîkat kurucuları; tarîkatı kurmak için ortaya çıkmamışlar, tarîkat kurdukları iddiasında da bulunmamışlardır. Tarîkat şeyhinin çevresinde toplanıp bir cemaat oluşturan mürîdler, şeyhin sülûk tarzını, tasavvufî hayatı yaşama şeklini, fikirlerini ve kanaatlarını benimsemişler, çoğu zaman şeyhlerine ait söz konusu hususları düzenlemişler, tarîkatın âdâb ve erkânı (ilkeleri ve kuralları) halinde tesbit etmişler, bunlara uymayı gelenek haline getirmişler, böylece bir tarîkatın ortaya çıkmasına yol açmışlar, ortaya çıkan tarîkatı da şeyhlerinin adıyla anmışlardır. Tarîkatların ortaya çıkması kendiliğindedir. Bu bakımdan fıkıh mezheplerinin ortaya çıkmasına benzer. Aralarında fazla bir fark yoktur.
Uzun süre geniş bir coğrafyada faaliyet gösterdikleri için yerel kültürlerin ve sosyal yapıların etkisiyle çeşitli şekilleri ortaya çıkan, zamanla bazen gelişen, bazen değişen, bazen de bozulan ve yozlaşan tarîkatları efrâdını câmî, ağyârını mânî bir tarifle tanımlamanın zorluğu açıktır. Tarîkatları tarifle tanımak yerine onları tasvir ve tavsif etmek doğru olmakla beraber şimdiye kadar bu konuda yapılan tarifleri bahis konusu edip, değerlendirmek daha doğru olur.
Tarîkat; “Sûfîyi Allah’a kavuşturan yol”dur.1 Şeriat ve mezhep de yol anlamına gelmekte, bu yollardan birine giren de Allah’a ve rızasına ereceğine inanmaktadır. Ancak şeriat – tarîkat büyük ölçüde örtüşen iki kavram olmakla beraber aralarında fark da vardır. Bu itibarla tarîkat, şeriatı da içeren, Hakk’a ermek için sûfîlerin tutmuş oldukları kendilerine özgü bir yol, bir yöntemdir.
“Menzilleri kat’ederek ve makamlarda ilerleyerek Allah Teâlâ’ya ermek isteyenlere özgü bir sîret/ yaşama biçimidir.”2
Tarîki; “Allah Teâlâ’nın belirlediği, yükümlü tuttuğu ve ruhsat içermeyen şer’î görev ve hükümlerden ibarettir. Ruhsat arayışında olmak yolda duraksamayı ve gevşemeyi gerektiren tabiata/ nefse nefes aldırıp rahatlatmak anlamına gelir.”3 Ehl-i hakîkate/ sûfîlere göre tasavvufta azîmet esastır, tasavvuf ruhsat yolu değildir. Sûfî zor olana taliptir.
Tarîkat; doğrudan Hak Teâlâ’nın bilgisine götüren manevî ve rûhî yoldur.
Allah Teâlâ’dan insanlara bilgiler ve hükümler iki yoldan gelir: Vahy/ haber-i Resûl yolu ile; keşf ve ilham yolu ile. Haber-i Resûl esas olmakla beraber bu yoldan gelen bilgiler vasıtalıdır, dolaylıdır. Tarîkatta/ tasavvufta vahy yolunu tutarak Hak Teâlâ’dan vasıtasız ve doğrudan bilgi alma hedeftir. Şeriat/ din, kendi içinde böyle özel bir yol içerir, özel ve çok özel kişilerin, âriflerin (havas ve ehass-ı havas) tutmuş oldukları bu özel ve çok özel yol tarîkattır.
Tarîkat; “Allah’a ermek için ruhun izlediği yol.” Hakk’a ermek için yola düşen yolcu ruhtur, yürüyüş (seyr, sülûk, sefer) ruhun yürüyüşüdür. Yol ruhî ve manevî bir yoldur.
Bütün bunlar ilk sûfîlerin kullandıkları anlamda tarîk ve tarîkat, hatta tasavvufun tarifleridir.
Tarîkat; “Meşâyihin mürîdleri için koymuş oldukları ibâdet, ahlâk ve yaşama ile ilgili kuralların bütünüdür.
Burada tarîkat, tarîkatla ilgili âdâb, erkân ve usûl olarak tanımlanmıştır. Mürîdler için konulan kurallar kadar şeyhlerin uymaları ve bağlı kalmaları gereken kurallar da vardır. Tarîkat, âdâb-ı tarîkat denilen kurallar bütünüdür.
Tarîkat; bir şeyhin önderliğinde ibadet ve ahlâk başta olmak üzere yaşama tarzları belli kurallara göre düzenlenen şeyh-müritler topluluğudur.
Burada tarîkat bir örgüt/ organizasyon olarak tanımlanmıştır. Tâlib, muhib ve hâdimler bu örgüte dahil olmadıkları ve örgütün aslî üyeleri niteliğini taşımadıkları halde çoğu zaman tarîkatın bir parçası sayılırlar. Tarîkat bir örgüt; âdâb ve erkân (âdâb-ı tarîkat) ise bu örgütün yönetmeliği mahiyetindedir. İlk zamanlarda yazılı olmayan bu yönetmelik daha sonraki dönemlerde yazılı hale getirilmiştir. İlk sûfîlerin Âdâbu’l-Mürîd başlığı altında yazdıkları eserler tarîkat âdâbına dair yazılan eserlerden farklıdır.
İlk defa Ebu Sâid Ebu’l-Hayr (ö. 440/1048) on’u şeyhe, on’u mürîde on’u da tekke mensuplarına ait olmak üzere toplam otuz kuraldan bahsetmiştir.4 Daha sonra Ebu’n-Necib’in Âdâbu’l-Mürîdîn’i ile Ebu Hafs Sühreverdî’nin Avârifu’l-Maârif’i bu alanın temel kaynakları olmuştur.
Nicholson, tarîkatı; “Şeyh tarafından ortaya konulan ve müritlerin uymaları zorunlu olan âdâb ve kuralların toplamıdır”, şeklinde tanımlar. Ona göre tarîkatın belli ve sabit nitelikleri yoktur. Çünkü her tarîkatın öğretisi/ ta’limnâmesi o tarîkatın şeyhine özgüdür. Sûfî tarîkatlarındaki farklılık ve ayrılık bunu gösterir.
Tarîkat/ tarîk teriminin üç farklı anlamını birbirinden ayırmak gerekir:
a. Tarîkat, sâlik’i Hakk’a götüren manevî bir yoldur. Burada tarîkat yöntem ve usûl anlamındadır.
b. Tarîkat şeyh ve müritlerinin uydukları âdâb ve erkândan (Talimnâme, nizamnâmeden) ibarettir. Bu tanıma göre tarîkat sûfîlere özgü kurallar dizisidir.
c. Tarîkat belli amaçlarla bir araya gelen ve bir takım kurallar ve manevî bağlarla birbirine bağlı bulunan şeyh ve müritlerinden oluşan bir örgüttür. Tarîkatın tanımı bu olmakla beraber yönteme veya âdâba, bazan da üçüne birden tarîkat dendiği de olur.
Tarîkatların Ortaya Çıkışı
Tarîkatların ne zaman, nerelerde ve nasıl ortaya çıktığını daha iyi görebilmek için en eski tarîkatlara ve bunların kurucularına kısaca bakmak lazımdır.
1. Kazerûniye: Ebu İshak Kazerûnî (ö. 426/ 1035)
2. Adeviye: Âdi b. Musâfir (ö. 557/ 1162)
3. Câmiye: Ahmed Câm Nâmekî (ö. 536/ 1141)
4. Ebheriye: Kutbuddin Ebherî (ö. 573/ 1177)
5. Kâdirîye: Abdulkâdir Geylânî (ö. 561/ 1166)
6. Rıfâiye: Ahmed Rıfâî (ö. 570/ 1173)
7. Yeseviye: Ahmed Yesevî (ö. 562/ 1166)
8. Kübreviye: Necmüddin Kübrâ (ö. 618/ 1221)
9. Bedeviye: Ahmed Bedevî (ö. 638/ 1240)
10. Şâziliye: Ebu’l Hasan Şâzilî (ö. 653/ 1255)
11. Sühreverdiye: Ebu’n Necib Sühreverdî (ö. 563/ 1168), Ebu’l Hafs Sühreverdî (ö. 632/ 1234)
12. Desûkiye: İbrahim Desûkî (ö. 676/ 1277)
13. Mevleviye: Celâleddin Rûmî (ö. 672/ 1273)
14. Halvetiye: Zâhid Geylânî (ö. 750/ 1350)
15. Nakşibendiye: Bahauddîn Nakşbend (ö. 791/ 1389)
Tasavvuf tarihindeki başlıca tarîkatlar bunlardır. Aslında bu tarîkatların bir kısmı daha evvel mevcut olan bazı tasavvufî cemaat (fırka, zümre) veya tarîkatların devamı veya şubeleri sayılabilir. Daha sonra ortaya çıkan ve tarîkat adını alan tasavvufî hareketlerin hemen hemen hepsi yukarıdaki tarîkatların şubeleri ve kolları sayılır.
Kazerûniye istisnâ edilirse ilk altı tarîkatın VI./ XII. asırda, sonraki altı tarîkatın VII./ XIII. asırda, Halvetîlik ile Nakşîbendiye’nin ise VIII./ XIV. asırda ortaya çıktığı görülür. Tarîkatların önemli kısmı Moğol istilâsından evvel ortaya çıkmıştır.
Tarîkatlar aniden ortaya çıkmamıştır. Bu tarîkatlar daha evvel mevcut olan tasavvufî cemaatlerin ve zümrelerin devamı, ama onların daha düzenli ve örgütlü şekilleri olarak ortaya çıkmışlardır. Mesela Kazerûniye, Hafîfiyye’nin (ö. 371/ 981) bir devamıdır. Aynı şekilde Halvetiye ve Sühreverdiye Ebherîye’nin bir devâmı olarak görülür. Yine Nakşîbendiye Abdulhâlik Gucduvânî’ye (ö. 575/ 1180) nispet edilen Hacegân tarîkatının, Hacegân tarîkatı da Bayezid Bistâmî’ye (ö. 234, 261/ 848, 874, ?) nispet edilen Tayfurîye’nin bir devamı olarak kabul edilir. Aynı şekilde Mevlevîlik Kübrevîliğin, Hacı Bektaş-ı Velî’ye (ö. 670/ 1270) nispet edilen Bektâşîlik de Yeseviye’nin kolu sayılır. Pek çok tarîkatın silsilesi Cüneyd-i Bağdâdî’ye ulaştığına göre Cüneydiye bu tarîkatların menşeidir.
Görülüyor ki, tarîkatlar iç içe girmiş bir zincirin halkaları gibidir, tarîkatlar yeni ve sonradan çıkmış bile olsa esas aldıkları tasavvuf büyük ölçüde kadîmdir. Tarîkatlarda daha çok yeni olan âdâb, erkan ve usûldür.
Tarîkat kurucuları “Sâhib-i Tarîkat”, “Tarîkatın Müessisi”, “Tarîkatın Bânîsi”, “Şeyh-i Tarîkat”, “Ser-çeşme”, “Pîr-i Tarîkat” gibi ifadelerle anılır ve tarîkat ona nispet edilir. Kâdirîye’nin Abdulkâdir Geylânî’ye nisbeti gibi.
Tarîkat kurucuları tarîkatı kurmak için ortaya çıkmamışlar, tarîkat kurdukları iddiasında da bulunmamışlardır. Tarîkat şeyhinin çevresinde toplanıp bir cemaat oluşturan mürîdler, şeyhin sülûk tarzını, tasavvufî hayatı yaşama şeklini, fikirlerini ve kanatlarını benimsemişler, çoğu zaman şeyhlerine ait söz konusu hususları düzenlemişler, tarîkatın âdâb ve erkânı (ilkeleri ve kuralları) halinde tesbit etmişler, bunlara uymayı gelenek haline getirmişler, böylece bir tarîkatın ortaya çıkmasına yol açmışlar, ortaya çıkan tarîkatı da şeyhlerinin adıyla anmışlardır. Tarîkatların ortaya çıkması kendiliğindedir. Bu bakımdan fıkıh mezheplerinin ortaya çıkmasına benzer. Aralarında fazla bir fark yoktur.
Şeyh vefat ettiği zaman genellikle tarîkatın âdâbı ve erkânı düzenli ve sistemli bir halde bulunmadığından bu tarîkata girenlerin tarîkat esaslarını iyi, kolay ve doğru kavramalarını sağlamak için şeyhin mirâsı olan tarîkat ve ona ilişkin esaslar düzenli ve sistemli bir hale getirilir. Bunu, o şeyhin manevî mirâsını devralmış olan ehliyetli, bilgili ve deneyimli halifelerden biri yapar. Bunu yapan şeyhe; “Pîr-i Sânî”, veya “ikinci bânî” denir. Genellikle tarîkat nihâî şekline “Pir-i Sânî” ile kavuştuğundan tarîkatın ikinci pîrlerine büyük önem ve değer verilir. Yahya Şirvanî Halvetiye’nin, Eşrefoğlu Rûmî Kâdiriye’nin Pîr-i Sânî’leridir. Mevlevîlik, Mevlanâ’dan sonra oğlu Sultan Veled, torunu Ulu Ârif Çelebi zamanında bir tarîkat şeklini almıştı. Bektâşîye’nin Pîr-i Sânî’si Balım Sultan’dır.
Pîr-i sânî meselesi tarîkatların tekâmül ve inkişaf seyrini göstermesi bakımından da önemlidir. Demek ki Kâdiriye Abdulkâdir Geylanî, Mevleviye Celâleddin Rûmî hayatta iken son şeklini almış değillerdi. Belki bu tarîkatlar, tarîkat müessisi kabul edilen pîrler zamanında nüve halinde mevcuttu. Celvetiye tarîkatının kurucusu kimine göre İbrahim Zâhid Geylânî (ö. 690/ 1291), kimine göre Üftâde (ö. 988/1580), kimine göre A. M. Hudâî’dir (ö. 1038/ 1628). Şöyle de denilmiştir.
Celvetiye; Gîlânî zamanında hilâl, Üftâde zamanında yarım ay, Hüdâî zamanında dolunay durumunda idi. Sadece Celvetîlik için değil, bütün tarîkatlar için bu örnek verilebilir. Bazı tarîkatların gelişip nihâî şeklini alması, diğerlerine göre daha çok zaman almıştır.
Zaman, mekan, toplum, kültür, meşreb, sosyal, ve tarihî farklılık gibi pek çok etken tarîkatların çeşitli şubelere/ kollara ayrılmasını gerektirmiştir. Şubeyi kuran şubenin kurucusu olarak kabul edilen şeyhe “kol-başı” denir. Kâdiriye Malezya’dan Fas’a, Balkanlar’dan ve Kazan’dan Yemen’e kadar geniş bir alana yayılmış, buralarda var olan yerli kültürlerden etkilenmiş, sonuçta bu tarîkatın yüzlerce kolu ortaya çıkmıştır. Halvetiye’nin 400’den fazla kolu vardır. Genellikle kolların üzerinde birleştikleri ortak esaslar vardır. Fakat bazen ortak esaslar az olabilir, ayrıntı sayılan bazı hususlar esas haline gelebilir. Mevlevîlik ve Bektâşilik gibi bazı tarîkatların kolları yoktur. Mevlevîlikteki “Şems-i Neş’e”, “Veledî Neş’e” kol değil, meşrebdir.
Tarîkat kurucusu sayılan şeyhlerin bir takım özellikleri, belirgin ve ayırt edici nitelikleri varsa da bu özelik ve niteliklerden biri daha belirgin, daha etkin ve daha güçlü olabilir. Bu şeyh işte bu temel karakteri ile anılır. İbn Arabî’de marifet/ irfan, Mevlânâ’da mahabbet/ aşk, Ahmed Rifâî’de harika haller/ kerâmet, Abdulkâdir Geylânî’de kuvvetli tasarruf ve imdada yetişme, Ebu’l-Hasan Şâzilî’de ilim ve vâridât, Bahaeddin Nakşbend’de hakikatleri gönüllere nakşetme kudreti, Sühreverdî’de gayret/ mahviyet, Necmüddin Kübrâ’da vecd ve cezbe hali, Ahmed Bedevî’de merhamet ve şefkat, İbrahim Desûkî’de cömertlik hasletleri hâkim ve gâlib haldeydi. Gümüşhanevî, tarîkatların temel ilkelerini de beşer olarak tespit eder.
Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ