Muridan
Hacı Veyiszâde Mustafa (Kurucu) Efendi (k.s)

Hacı Veyiszâde Mustafa (Kurucu) Efendi (k.s)

İslâm adına, insanlık adına ne varsa hayatında kemâliyle gözlemlenen şahsiyetlerden… Büyük âlim, olgun bir velî… Ömrünü ilme, irfâna ve bunlara sahip insanlar yetiştirmeye adamış tortusuz bir zirve insan… Kimilerine göre Konya’da Mevlânâ (k.s) Hz.lerinden sonra gönüllerde en çok yer eden, taht kuran Hakk dostu…

 H. 1305/M. 1888 yılında Konya’nın Sedirler Mahallesinde dünyaya gelmiş, 5 Şubat 1960 tarihinde Konya’da vefat etmiştir. Babası Hacı Veyis Efendi, ilk tahsilini köyünde tamamladıktan sonra, Konya’ya gelmiş, Aladağlı Hacı Ahmet Efendi’den icazet alarak müderris olmuş ve yüzlerce talebe yetiştirdikten sonra, 1935 yılında vefat etmiştir. Hacı Veyis Efendi, oğulları İbrahim ve Mustafa Efendilerin yetişmesinde büyük rol oynamış, hâfız ve âlim olmaları için bütün gayreti ile çalışmış, netice de onların da ilmiye sınıfı içinde yer almalarını sağlamıştır.
 Hani bizim ancak adını duyduğumuz kendisiyle pek tanışık olmadığımız, semtine uğramadığımız teheccüd var ya; işte Hacı Veyiszâde Efendi çocukluğundan beri o namazı hiç kaçırmamış…

 Onun bu halini bilen ve tatlı bir yarışa giren babası Hacı Veyis Efendi gece yatağından aniden doğrulur ve “Hanım Mustafa bizi geçiyor” der, hemen teheccüde dururmuş.

 Hacı Mustafa Kurucu Efendi, ilk tahsilini babasından almış, Sedirler Mahallesi Sıbyan Mektebinde okumuş, babasının da hafızlık hocası olan Bekir Hoca Efendi’den hafızlığını tamamladıktan sonra Konya’nın tanınmış âlimlerinden fıkıh, tefsir, hadis, ahlâk, hikmet ve İslâm tarihi okuyarak icazet almıştır. Konya’da kurulan Islâh-ı Medâris müderrislerinden Şeyhzâde Ziya Efendi’den Arapça, Cebir ve ferâiz tahsil etmiş, Sultan Selim Camii Hatibi Mesnevi-han Sıdki Dede’den Farsça öğrenmiş, tasavvufî ilimler üzerinde durmuş, keskin zeka ve anlayışı ile kısa zamanda kendini yetiştirerek tanınmış din bilginlerinden biri haline gelmiştir.

 Türkçe, Arapça ve Farsça’sının çok kuvvetli olduğu bilinen Hacı Veyiszâde merhum, hocası Ziya Efendi’nin babası Şeyh Mehmet Bahaeddin Efendi’ye intisap etmiş, bâtınî ilimlere sahip olmuş, bu sebeple gerek şeyhine ve gerekse onun oğlu Ziya Efendi’ye büyük saygı ve bağlılık göstermiştir.

 Bu büyük insan, ilim ve irfanı toplayıp yaşayarak gönüllere taht kurmuştur.

 Talebelerinden öğrenildiği kadarıyla sabah namazı camiye gider, namazdan sonra aşr-ı şerif okur ve İmam-ı Azam Efendimizin tesbihatını yapar, işrak namazına kadar sohbet ve irşat ile gönülleri coşturur, işrak namazını kılarak evine dönerdi. Eğer okullar açıksa dersine hazırlanırdı. Ders konusunda çok titizdi, hiç aksatmazdı. İmam Hatip Lisesinde tefsir, hadis, kelam, Arapça ve fıkıh derslerine giriyordu. Derste hiçbir öğrencisini esnetmez, uyuklatmazdı. “Huysuzlar, yan kayışları kırdınız gene, çabuk toparlan” dermiş. Onu tanıyan öğrencileri, “iki ders arasında boş dersi varsa hemen abdest tazeler ve nafile namaz kılardı” diyerek onun yaşantısındaki takvaya dikkat çekmektedirler.  İlim talipleri ile farklı ilgilenir, nesi var nesi yoksa hepsini onlara verirdi. Öğleye kadar İmam Hatip Lisesinde derslerle meşgul olur, öğle namazına Aziziye Camiine gelir, namazı müteakiben akla gelecek tüm sosyal ve hayır işlerine koşardı. Herkesle ilgilenir, herkese dua eder, herkese selam verirdi. Hacı Veyiszâde Mustafa Efendinin selamı meşhurdur. Çoluk-çocuk, kadın-erkek, yaşlı-genç, ölü-diri herkese selam verirdi. Çocuklar, Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi selam vermeden sıraya geçer, önce selam verme işini çocuklar yapar, o da onların başını okşar, elindeki çerez torbasından sarı leblebi ikram ede ede giderdi.

 İyiliğe sevinir, kötülüklere karşı irkilerek kaşını çatar, üzülür ama gıybetini ettirmez idi. Şikâyeti sevmezdi. Sık sık şöyle dua ederdi:

 “Allah sa‘yinizi meşkûr, zenbinizi mağfûr, hizmetinizi makbul eylesin.” Güzel yüzü, çiçekleri hiç solmayan bir tebessüm bahçesiydi.

 Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi tahsilini medresede ikmal ettikten sonra, Islâh-ı Medâris-i İslâmiyye adlı medresede müderrisliğe başlamıştır. Ama medreselerin kapatılmasıyla memleketimizdeki sıkıntılı günlerin başlaması, Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi’yi yıldırmamış, evinde olsun, işyerlerinde olsun, ilme talip olanlara varını yoğunu vermeye çalışmıştır. Yasak olmasına rağmen, hiç yılmamış, çalışmalarına devam etmiştir. 1946 yıllarındaki Demokrat Parti rüzgarıyla rahat bir nefes almış, bu partiye umutla bakmış, yeni medrese diye baktığı İmam Hatip Liselerini açma heyecanıyla çalışmalarına başlamıştır. 1949 yılında Hicaz’a gider, orada yeğeni Ali Ulvi Kurucu’yla karşılaşır. Ali Ulvi Kurucu amcasına memlekette olan biteni sorar, Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi de bir umut belirdiğini, İmam Hatip Liselerinin açılacağını söyler. Ali Ulvi Kurucu ise “ilerisi olmayan bir okula kim evladını gönderir ki” der.

 Bunun üzerine Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi:

 “Haklısın evladım ama Allah, İslâm’ın bütün dinlere olan hâkimiyetini göstermeyecek mi, bunu vaat etmiyor mu? Allah’tan daha doğru sözlü kim var ki?” deyince, Ali Ulvi Kurucu “Amcacığım, memleketimizden haberimiz pek olmuyor, her şey battı, bitti biliyoruz. Bundan dolayı hayret etmiş bulunmaktayım” deyince, Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi ağlayarak, “Batmadı da, bitmedi de elhamdülillah. O devirler bir kefaret dönemleriydi, borcumuz vardı ödedik. Ödeyebildiğimiz kadarıyla ödedik. Kapı az aralanır gibi oldu, bir ışık gözüküyor. Bir damla ışık, bir sürü yeri ışıtır değil mi? Işıyacak, ışıyacak…” diyerek ümidini ortaya koymuştu.

 Daha sonra yeğeni Ali Ulvi Kurucu koluna girmesiyle Harem-i Şerife girer  ve ağlayarak “Ya Selam, ya Selam” der ve dizlerinin üzerine çökerek:

  

 Sana Hamd, Sana  şükür, Sana yâ selâm Allah’ım!

 Habibine olsun salât ü selâm Allah’ım!

 Halimiz Sana arz edem, Sana yâ selâm Allah’ım!

 Bize ihsan eyle artık sen selâm Allah’ım!

  

 şeklindeki ilticasına devam ederken çok güzel bir yağmur inmeye başlar.

 1951 yılında çıkan kanunla İmam Hatip Liselerinin açılmasına izin çıkmıştı.  Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi İmam Hatip Lisesi inşaatında öyle çalışıyordu ki, Konyalılara müthiş bir örneklik sergiliyordu. Yeri geliyor amele gibi, yeri geliyor bir usta gibiydi. Böyle inşaatta çalışırken Hacı Veyiszâde Mustafa Efendiye:  “Hocam, okulda bir derse de siz girseniz” diye teklifte bulunan idarecilere şu cevabı veriyor: “Evladım, ben bugünler için geldim bu dünyaya, bir değil beş ders okutacağım inşallah. Ama bir müddet bana müsaade edin, yeni binamızı tamamlayalım, ondan sonra başlarız derslerimize. Şimdi derslere başlayacak olursak, sağa sola koşuşturduğumuz için, köy ve kasabaya gidip öğrenci ve yardım topladığımız için, dersleri aksatabiliriz. Herkesin bir tuğlası olsun istiyorum, herkes nasip alsın bu haseneden, hiçbir kimse mahrum kalmasın istiyorum” der.

 Öylesine bir bereketle okul tamama ermiş ve öğrenciler gelmişti ki, iki bin altı yüz civarında öğrenci kayıt olmuş, yer kıtlığı sebebiyle sekiz yüz talebe kayıt olamamış, ağlayarak evlerine gitmişti. Halk, denize akan nehirler gibi özüne akıyordu. İmam Hatip Lisesi Konya’da en çok talebesi olan okul haline gelmişti.

 Öğrencileriyle ayrı ayrı ilgilenir, derdiyle dertlenirdi. Bir gün sınıfa girince sınıfı kontrol eder ve “evladım Çetin hele sen gel” der ve Çetin’in kolundan tutarak dışarı çıkartır. Çetin’in eline biraz para koyarak “doğru hamama git, yıkan da gel” der. Çetin gider, yıkandıktan sonra gelir. Arkadaşları nereye gittiğini sorar, o da: “İhtilam olmuştum, abdest almadan gelmiştim, Hoca bildi ve beni hamama yolladı” der. Tüm talebeler şaşırır kalır.

 Talebeleri için etrafına şöyle derdi: “Bu çocuklar meleklerin kanatlarıyla korunuyorlar. Bu memleketi onlar ileriye götürecekler. Bu milletin sönen, söndürülen kandillerini onlar uyandıracak.” Bazen kendisini şikâyet eden okul müdürü ve bazı art niyetli kişilere karşı bile hep sevecen olurdu. Bu hususta da şöyle derdi:

 “Bunlar beni talebe yetiştirmekten uzaklaştırmak istiyorlar, ama ben adam yetiştirme bahçıvanıyım. Bir talebenin yetişmesi için bin münafığın kahrını çekerim. Bu uğurda yoluma çıkan engellerin kahrını çekerim, hem de seve seve. Bir bahçıvan, bir gülü yetiştirirken elleri kan revan olur. Bizler de Gül-i Muhammedîler için bu kahrı çekeceğiz, çare yok bu bahçeye biz bakacağız” derdi.

  

 Baban Kılsın!

 Hacı Veyiszâde İmam-Hatip Okulu’nda öğretmenlik yaparken talebeler ile yakından ilgilenir, onların derslerine iyi çalışarak büyük adam olmalarını isterdi. Ders konusunda taviz vermez, öğrencilerin nafile ibadetlerle uğraşması yerine derslerine çalışmaları gerektiğini söylerdi. Bir defasında kendisine nafile namazlarla ilgili bir şeyler sormaya çalışan öğrencisine:

 “Baban kılsın! Sen nafile ile uğraşma, dersine çalış” demiştir.

 Konyalılar “büyük hoca büyük camiye yakışır” diye İplikçi Câmiinde vazifeli iken Kapu Câmii’ne isterler. Ama bir müddet sonra “bu hoca namazda yürüyor, namazımız ifsat oluyor” diye Aziziye Câmii’ne yollarlar. Bunu soranlara Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi: “Benim üç yerde aklım gider; namazda, misafirim geldiğinde, Efendimizin (s.a.s) ismi anıldığında. Biz Sâhib-i Saâdet Meâb’dan fetvasını aldık, hiçbir şey lazım gelmez” buyururlar.

 Kendisine birçok defa müftülük ve diğer makamları teklif edenlere her seferinde
de: “Ben, İslâm’ın alelade bir hizmetkârıyım. Rabbim Allah’ım beni bu hizmetten ayırmasın” demekle iktifa etmiştir.

 HacıVeyiszâde Efendi için “çoban değneğini eline verin, üç ay sonra istediğiniz camiye onu imam yapar” şeklinde konuşulurdu. Bu; onun öğretmedeki başarısını göstermek için söylenmiştir. Talebeleri: “Derslerine katılmak ve onun öğrencilerinden olmak bize her zaman gurur vermiştir”  derlerdi.

 Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi’nin en çok söylediği sözlerden birisi de “Kızmayacan, kızdırmayacan, kırmayacan, kırılmayacan.” Öğrencileri zaman zaman onu kızdırmak isterlerdi. O da: “Size beddua edeceğim, elinizi açın” der ve “Allah’ım bunları muallim eyle, Allah’ım bunları muallim eyle!” diye dua ederdi.

 Av. Mehmet Ali Uz, Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı, Halit Güler ve Ahmet Baltacı, Hayreddin Karaman, ve daha niceleri onun rahle-i tedrisinden geçmiş ilim adamlarımızdandır.

 Kızardı ama devirip dökmez, taşmazdı. Kişilere göre davranış sergilemezdi. Tavrı çok net idi. Her şeyiyle sade vatandaşın karşısında ne ise, en üst kademedeki insanlar karşısında da aynıydı. İnsan seçmezdi. İmam Hatip Lisesinin yanında çingene çocukları izmarit içerdi. Hocaefendiyi gören bu çingene çocukları izmaritleri atar, esas duruşa geçerdi. Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi de onların yanına gelir, selam verir, başlarını okşar, en az bir simit alacak para vererek sevindirirdi. Onun gönül karartıcı bir cümlesi yoktu. Hayatı baştan sona zarafetle süslü bir insandı. Hizmet adamı idi. Gönül insanı idi.

  

 Sıkıntıya Düşmekten Korkma!

 Bu söz Hacı Veyiszâde Mustafa Efendinin umumi tembihatıdır. Her daim geçerli akçe olabilecek tembihidir bu. Bütün Müslümanlara bir öğüttür. Kamil bir müminin öğüdü…

 Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi, büyük evliyalardan Ladikli Ahmed Ağa (k.s) Hz.leri (v.1969) ile aynı zaman diliminde yaşamıştır. Kendilerine Hacı Veyiszâde’yi sorduklarında: “Oğlum o, zirvesine tırmanılamayan bir dağdır” demiştir. Kendilerine ziyaret eden İmam Hatip Lisesi öğrencilerine o devir Türkiye’de olmayan envai çeşit meyveleri ikram edince, pek şaşıran öğrencilere:

 “Bunları Hızır aleyhisselam getirdi. Bana gelmeden önce de sizin hocanız Hacı Veyiszâde’ye uğrar” diyerek, Veyiszâde’nin maneviyatının ne kadar ileride olduğunu anlatmıştır.

 O, engin bir Rasûlullâh (s.a.s) muhabbetine sahiptir. Peygamberimiz (s.a.s) Efendimizin adını anıp, hatıralarını zikrederken derin bir huşua dalar mest olurdu. Bu sevgi ve bağlılığına her  vesile ile şahit olunurdu. Mesela sofrada yemeğe başlarken Besmele’den sonra: “Aman bir
Salâvat-ı Şerife okuyuverelim. Çünkü bu sofra da bize Hz. Resûl-ü Ekrem’in (s.a.s) himmet-i
imdâdiyeleridir.” buyururlardı.

 Okulda sınav yaparken, yazılı kâğıtlarını dağıtır, soruları sorar, kendisi de seccadeyi serer namaza dururdu. Namazdan sonra ise kopya çekenleri bir bir sayar ve azarlardı. Kopyacı isterse kitabı yazsın, bildiği kadar not alırdı. Yani kopya çekmenin bir manası yoktu.

 Sonuç olarak, Hacı  Veyiszâde Mustafa Efendi:

 1. Islâh-ı Medâris-i İslâmiyye adlı üniversite ile çalışmalarıyla, yeni bir İslâmî hareketin Öncüsü,

 2. Vefatına kadar, dinî ve müspet ilimlerin birlikte öğrenebileceği ilim ve irfan abidelerinin kurulabilmesi için çaba gösteren, bu uğurda Allah’tan aldığı güçle, manevî otoritesini kullanan, toplumu hayır ve hasenatta yarışa sevk eden bir Organizatör,

 3. Binlerce talebe yetiştirmesi ve bu talebelerinin yüzlercesinin de yine binlerce talebe yetiştirmesi münasebetiyle hocaların Hocası,

 4. Az okuyandan çok okuyana kadar, kendi döneminde kendisi ile temas kuran ve kurmayan cemaate irşat görevi yapmasıyla Mürşid,

 5. İlmini kendisinden faydalanmak isteyen herkese ulaştırmasıyla, ilmi ile amil bir Âlim,

 6. Kendisine başvuran herkese bi-iznillâh şifaya vesile olan manevi bir Hekim,

 7. Ölüye diriye selam vermesiyle sevgi ve barışın Önderidir.

 8. Özellikle  hassas bir zamanda imam hatip okulu binasının yapımından, açılmasına, öğrencisinden öğretmen teminine kadar, büyük bir organizeyi, cesaret ve ferasetle Allah’ın inayetiyle, büyük bir gayretle gerçekleştirmiştir.

 Bütün bu yönleriyle o, Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellemi bize hal ve hareketiyle, sohbet ve dersleriyle en güzel bir şekilde anlatan,  gerek Konya ve Konyalı için ve gerekse insanlık için pek faydalı ve önder bir zat idi.

 Rahmetli Hacı Veyiszâde Efendi: “Oğlum bu günün evliyâsının kerâmeti, hizmetidir” buyururmuş.

 1960 yılının ilk aylarında rahatsızlanır. Gittikçe rahatsızlığı ziyadeleşir, 5 Şubat günü rahatsızlığı daha da artar. Büyük oğlunu kastederek “Mehmet’i bulun” der. Oğlu cuma namazı için camiye gitmiştir, getirirler. Rahatsızlığının şiddetine rağmen şuuru tamamen açık ve yerindedir. Son sözü şu olur: “ Çare tükendi, imdadımıza yetiş Ya Rasûlallâh!”

 Ve böylece, hayatında çok sevdiği Rasûl-i Zîşânını (s.a.s) imdâdına çağırır ve rûhunu teslim eder.

 Hacı Veyiszâde’nin vefat haberi gelince Dr. Ali Kemal Belviranlı Sultan Selim Camii’nde bir hutbe irad ediyor ve şunları söylüyor:

 “Kamil insan, büyük veli Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi az evvel aramızdan ayrılmıştır. Başımız sağ olsun, başınız sağ olsun! Konya’nın başı sağ olsun, dünyanın başı sağ olsun!

 Acımız büyüktür, kaybımız büyük… Ancak bir tesellimiz var!

 Bir Hacı Veyiszâde kaybettik, ama ikinci bir Mevlâna kazandık!”

 Cumartesi günü saat 10:30’da Soğuk bir havada, lapa lapa yağan karlar altında, Kapı camiinin
musalla taşına konan cenazesinin namazı, öğleyi müteakip, bütün semti hınca hınç dolduran
40 bini aşkın cemaatle kılınmıştı. Saat 13:00’e doğru, mahşeri bir kalabalığın elleri, omuzları ve
başları üzerinde yola çıkan tabut, ağır ağır, adeta bir gelin süzülüşüyle, bir insan seli üstünde
yol alarak, tekbirlerle, tehlillerle, salât u selamlarla, gözyaşları arasında, saat 15:30 civarında,
ebedi istirahatgahına tevdi olundu. Üçler Mezarlığı’ndaki kabri, hemen her gün, her cuma
ve bayramlarda fevc fevc gelen Müslümanlar tarafından ziyaret olunmaktadır.

 Şair ne güzel söylemiş: “Kubbede bâkî kalan hoş bir sadâdır” diye. Şöyle bir tefekkür etsek; Konya’dan kimler geldi, kimler geçti? Nice sultanlar, hanlar, hakanlar, beyler, paşalar, zenginler, ağalar… Hiçbirisinin ismi günde binlerce defa anılmıyor, sitayişle bahsedilmiyor, anasına-atasına dua edilmiyor. Adına programlar düzenlenmiyor, ismi anılınca hürmet ve tazim ifadesiyle eller göğüslere gitmiyor.

 Hacı Veyiszâde, yüzlerce talebe yetiştirdiği bir çok hayır işleri ile meşgul olup, halkın engin sevgisini kazandığı halde, herhangi bir kitap yazıp neşretmemiştir. Böyle bir istekte bulunanlara verdiği cevap ise hayli ilginçtir:

 “Bir kalpten bin kitap çıkar, fakat bin kitapta bir kalp bulunmaz!”

 Allah (c.c) şefaatine nâil eylesin.

 Rûhâniyetine selamlar, Fâtihâlar...

 Hazret-i Mevlâna’nın (k.s)  gölgesinde bulunan ünlü Üçler Mezarlığı’nda ebedî istirahatgahındaki  kabrinin baş taşında şu ibare okunmaktadır:

  

 Hüve’l-Hallaku’l Bâkî

 Candan ve cihandan geçerek afvına geldim

 Hasret dolu ruhumla huzurunda eğildim

 Gufranını rıdvanını Rabbim kerem eyle

 Şad it beni bilcümle ziyaretçilerimle

 Candan geçen âşıkların ancak seni ister

 Lütfunla nazar kıl bize didarını göster

 

 Konya ulemasından Hacı Üveys Efendizâde Hacı Mustafa Kurucu Efendi

 Ruhuna Fatiha 8 Şaban 1379.

 

 Ayak taşında şu satırlar yer almıştır:

 

 Derunî bir visal aşkıyla gel zâir bu dergâha

 Büyük ârif bu yerden nur olup yükseldi Allah’a

 Ölümsüz yâdı bakidir, yaşar her an gönüllerde

 Mübarek tatlı siması gülümser sanki her yerde

 Gönüller fetheden ulvî mücahid burada medfundur

 İlahi bin tecellinin temaşası ile memnundur

 Likaillah irmiş Kutbu Rabbanî Veys-zâde

 Bütün envâra müstağrak, kesafetlerden âzâde

 

 5 Şubat 1960

Top