Muridan
Yazıcıoğlu Mehmed/Muhammed Bîcan

Yazıcıoğlu Mehmed/Muhammed Bîcan

Osmanlı âlimlerinden. Meşhûr Muhammediyye adlı eserin müellifi. İsmi, Yazıcızâde Muhammed Efendi olup, babası Yazıcı Sâlih’dir. Babası, devlet hizmetinde kâtip olarak çalıştı. Ârif, münevver bir zât olup, ilm-i nücûma dâir beş bin beyte yakın mesnevî tarzındaki Şemsiyye isimli eserini, Ankara'da Devlethan âilesinden İskender Paşa'ya ithâf etti.

 Yazıcızâde Muhammed Efendi, muhtemelen Malkara köylerinden Kadıköy’de doğdu. Gelibolu’yu mekân tutup, 1451 (H.855) senesinde orada vefât etti. Mezarı Gelibolu’nun biraz dışında, İstanbul yolu üzerindedir. Yazıcızâde çeşmesinden ve hemen yakınında yüksekte kalan kardeşi Ahmed-i Bîcân’ın kabrinden yüz elli adım kadar içeride, küçük türbe kısmındadır. Kabri, büyük bir zât olması ve eserlerinden Muhammediyye’nin şöhreti sebebiyle ziyâret mahallidir.
 Yazıcızâde Muhammed Efendi ve kardeşi Ahmed-i Bîcân, önce babalarından ders okudular. Sonra Muhammed Efendi, tahsîlini kemâle erdirmek üzere birçok yerler dolaştı. İran ve Mâverâünnehr’e giderek, Haydar Hâfî ve Zeynel Arab gibi meşhûr âlimlerden okudu. Arabca ve Farsçayı iyi öğrenip; tefsîr, hadîs, kelâm, fıkıh ilimlerinde yetişti. Tahsîl hayâtını kendisi şöyle anlatır:
 Hem üstâdım benim Zeynel Arabdı,
 Kim içi dışı ilim ile edebdi.
 Çü himmet etti erdim ona ön ben,
 Erişdim Haydar-ı Hâfî’ye son ben.
 Ara yerde çok etdim istifâde,
 Hem ön, son kim ki etdiyse ifâde.

 Yazıcızâde Muhammed Efendi, asıl mânevî feyzi, Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinden aldı. Hacı Bayram-ı Velî, Sultan İkinci Murâd Hânın dâvetine uyarak Edirne’ye gitti ve orada bir müddet kaldı. Sonra Ankara’ya döndü. Gidiş ve dönüşte uğradığı Gelibolu’da Yazıcızâde Muhammed Efendi ve kardeşi Ahmed-i Bicân’ı gördü. Onlarla görüşüp, sohbetle irşâdda bulundu. Kısa zamanda ikisi de velîlik derecelerine kavuştular. Yazıcızâde Muhammed Efendi, eserinde hocasından hürmetle bahsederek şöyle dedi:
 Cihânın kutb u mâh-ı Hâcı Bayram,
 Cihânın şeyhi Şâhı Hâcı Bayram.
 Çü Şeyhim bu sözü işrâb kıldı,
 Sözünü cânıma mihrâb kıldı.
 Selâmullah erişsin size yâ Şeyh,
 Tükenmez himmet eylen bize yâ Şeyh.

 Yazıcızâde Muhammed Efendi, bir ara Konya muzafferiyetini bildirmek için Sultan Murâd-ı Hüdâvendigâr Gâzî tarafından sefâretle Mısır’a gönderildi. Sonra Gelibolu’ya dönüp, ömrünü ibâdet ve tefekkürle geçirdi. Eserler yazdı. Îtikâf ve inzivâ hâliyle yaşadı. Gelibolu’da namazgâh yöresinde, Hamza köyü sâhillerinde büyük bir kayaya oyulmuş, birbiri içinden geçilen iki küçük hücrede ibâdet ve tefekkürle meşgûl oldu. Bu hâlini şöyle bildirdi:
 Meğer günlerde bir gün emr-i takdîr,
 Oturmuşdum Gelibolu’da sırra.
 Elimi çekmiş idim cümle halkdan,
 Dilimde zikr idi kalbimde zikrâ

 Yazıcızâde Muhammed Efendi, çok ibâdetle meşgûliyeti yanında, eserler de yazdı. Meşhûr Muhammediyye adlı eserini yazmadan önce, Arabca olarak Megârib-üz-Zeman’ı yazdı. Kardeşi Ahmed-i Bicân’a: “Şimdi sen dahî, bu kitab ki Megârib-üz-Zeman’dır, Türkçeye çevir. Tâ kim bizim ilin kavmi maâriften ve envâr-ı ilimden fayda görsünler.” diye ricâda bulundu. O da Türkçe'ye çevirip Envâr-ül-Âşıkîn adını verdi.
 Muhammediyye ve Envâr-ül-Âşıkîn, biri nazım ve diğeri nesir, olup her ikisi de Megârib’in Türkçe’ye tercümesidir. Yazıcızâde Muhammed Efendi, Megârib-üz-Zeman ve Muhammediyye’sini, rüyâsında Peygamber efendimizi görmesi ve O’nun irşâd ve işâret vermesiyle yazdı. Bu durumu kendisi şöyle anlattı:
 Sana ol vermiş idi bu kitâbı,
 Pes ilt ona geri iş bu kitâbı,
 O, cümle kâinâtın âfitâbı (güneşi),
 Çün emr etti bana düzdüm kitâbı

 Yazıcızâde Muhammed Efendi, fener altı mevkiinde bulunan Çilehane’de yedi yıl çile çekerek yazdığı Muhammediyye’si ile şöhret buldu. Muhammediyye, asırlardır Anadolu’da, Kırım’da, Kazan’da, Başkurt Türkleri arasında okundu ve elden düşmedi. Evliyâ Çelebi; “Nice binlerce âdemin Muhammediyye’yi ezbere bildiklerini.” kaydeder. Anadolu’da her evde bir Muhammediyye nüshası vardı. Muhammediyye okuyan kimseye Muhammediye-hân adı verilirdi. Eser, kış gecelerinde okunur, yer yer ağlanırdı. Suyu hiç kesilmeyen bir ırmak coşkunluğu içinde okunurdu.
 Her satırında Allahü teâlânın sevgisi, Resûlullah efendimizin aşkı, muhabbeti, Eshâb-ı kirâm sevgisi anlatılırdı. Kulun Rabbine olan acziyeti ve sevgisi dile getirilirdi:
 İlâhî, sen ganîsin ben fakîrem,
 Kapında elleri bağlı esîrem

 Muhammediyye’nin müellif hattıyla olan nüshası, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşiv ve Neşriyat Müdürlüğünde 431/A numarayla kayıtlı olup, eser 1449 (H.853) senesinde telif edildi. Yakın zamanda Gelibolu’dan Ankara’ya götürüldü. Hâlen eser, Sultan İkinci Abdülhâmid Hân tarafından yapılan sedef kakmalı abanoz ağacından bir sandık içinde muhâfaza edilmektedir. Muhammediyye'nin diğer yazma nüshaları nesih hattıyla yazılmış ve harekelidir. Onaltıncı asırdan îtibâren yazmalar çoğaldı. Sonraları çeşitli boylarda basıldı. İsmâil Hakkı Bursevî, Muhammediyye'ye iki cild hâlinde mükemmel bir şerh yazdı.
 Arapça olarak yazdığı diğer eserleri, Megârib-üz-Zemân ve Şerh-ul-Füsûs-il-Hikem’dir. Megârib, Muhammediyye ve Envâr-ül-Âşıkîn’in kaynağıdır. Kâtip Çelebi, Yazıcızâde’nin önce hadîs-i kudsîleri toplayıp şerh ettiğini, Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin irşâdından sonra Megârib-üz-Zemân adlı eserini yazdığını bildirdi. Eser, konu bakımından beş bölüme ayrıldı. Kâinâtın yaratılışı, peygamberler, melekler, kıyâmet, makâm-ı âlâda Hakk'ın kelâmına dâirdir.
 Şerh-ul-Füsûs-il-Hikem ise, hacmi daha küçük olup, Muhyiddîn-i Arabî’nin Füsûs’unun muhtasar bir şerhidir. Ahmed-i Bîcân, ağabeyinin bu eserini Müntehâ adıyla 1465 (H.870) senesinde Türkçe'ye çevirdi. Tefsîr-i Sûre-i Fâtiha adlı bir eseri daha vardır.

Top