Peygamberimizin hayatını ve faaliyetlerini konu alan eserlere Siyer veya Siyer-i Nebi dendiğini biliyoruz. Birçok âlim, tarihçi ve sanatkâr son Peygamber (s.a.)in hayatını incelemiş, konu ile ilgili düşünce tespit ve yorumlarını kaleme almıştır. İlk asırlarda nesir-düzyazı olarak başlayan bu faaliyet, zamanla şairlerin de katılmasıyla değişik bir boyut kazanmış ve manzum siyerler ortaya çıkmıştır.
Mevlidler de bir nevi manzum siyerdir. Bu şiirler özellikle Peygamberimizin doğum günü kabul edilen tarihlerde bir bayram coşkusuyla okuna gelmiştir. Konumuz olan Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i de esas itibariyle Peygamberimizin yaratılışından, doğumundan, peygamber oluşundan, miraç başta olmak üzere mucizelerinden, nihayet vefatından bahseden bir eserdir.
Çelebi’nin kaleminden çıkan nüsha bize kadar ulaşmadığından Mevlid’in uzunluğu hakkında kesin bir şey söyleyemiyoruz.
Kaynakları
Edebî eserler sadece yazarının değil, içinde doğduğu toplumun da kültür dünyasını yansıtırlar. Bu açıdan Mevlid’in XV. yüzyıl Osmanlı kültür ve sanat dünyasını yansıttığında şüphe yoktur. Sanatkârlar, içinde yaşadıkları toplumun medeniyet ve zihniyetinin yanında bazı eser ve şahıslardan daha çok faydalanırlar. Süleyman Çelebi’yi etkileyen eser ve şahsiyetler arasından ikisini mutlaka zikretmek gerekir:
1. Âşık Paşa (ö.Kırşehir, 733/1333) ve 12.000 beyitlik Garibnâme adlı eseri. Tasavvufî bir eser olan Garibnâme 730/1330 yılında tamamlanmıştır.
2. Erzurumlu Mustafa Darir’in (XIV. Yüzyıl) Terceme-i Siretü’n-Nebi adlı 790/1388 yılında tamamladığı manzum-mensur eseri.
Özellikleri
Altı asırlık geçmişi olan bir eserin şüphesiz bir çok özellik ve üstünlüğünden bahsetmek mümkündür. Biz bunlardan üç tanesinin üzerinde kısaca durmak istiyoruz:
1. Sanat açısından sehl-i mümteni’ oluşu
2. Yaygınlığı ve geniş halk kitlelerince benimsenmesi
3. İlahî aşkı ele alış tarzı
Sehl-i Mümteni Oluşu
Sehl, kolay, mümteni ise zor ve imkansız demektir. Sehl-i mümteni de ilk bakışta herkesin yazabileceği bir şiir intibaını veren, gerçekte ise yazımı kolay olmayan şiirler için kullanılır. Edebiyat tarihçileri Mevlid’in baştan sona sehl-i mümteni olduğunda müttefiktirler. Ziya Paşa şöyle diyor:
Sehl-i mümteni tarzında şiir yazabilen şairlerimizden biri de Mehmet Akif Ersoy’dur. O’nun Süleyman Çelebi ile ilgili mısrası ise şöyledir:
Yetişilmez ki, Süleyman Dede yükseklerde.
Mevlid diye meşhur olan Vesiletü’n-Necat adlı bu eser Türkçe mevlidlerin ilki olduğu ve ondan sonra değişik şair ve sanatkârlarca 200 kadar ayrı mevlid yazıldığı halde aşılamamış, hiçbiri Vesiletü’n-Necat kadar sevilememiştir.
Yaygınlığı
Mevlid’in mühim bir özelliği de yaygınlığıdır. Aslında müslüman toplumlarda Mevlid yazma geleneği yaygındır. Herkes kendi diliyle yazılan mevlidi, makamlı veya makamsız okur, dinler. Fakat bizim Mevlid’in bu noktada çok değişik bir özelliği ortaya çıkmaktadır:
Vesiletü’n-NecatTürkçe olduğu halde Türkçe bilmeyen muhitlerde de okunup sevilmiş terceme ve şerhedilmişdir. Mevlid, Arapça, Farsça, Almanca, İngilizce, Rumca başta olmak üzere Çerkesce, Kürtçe, Tatarca, Arnavutça, Boşnakça ve Sevahil diline tercüme edilmiştir.
Bu konuda sözü fazla uzatmadan Prof. M.Tayyib OKİÇ’in bir hatırasını aktarmakla yetineceğim:
Rahmetli validem Türkçe bilmediği halde Süleyman Çelebi Mevlidi’ni gerek kadın mevlid cemiyetlerinde dinlemek gerek harekeli taşbasması mevlitleri okumak suretiyle zamanla ezbere öğrenmiştir. Bir vesileyle Ankara’ya geldiğinde komşularla sohbet ederken söz mevlidden açıldı. Kendisi hemen oracıkta Süleyman Çelebi Mevlid’inden bir bahri gayet kolaylıkla okuyuvermiştir. (M. Tayyib OKİÇ, Çeşitli Dillerde Mevlidler ve Süleyman Çelebi Mevlidinin Tercemeleri, AÜIİFD, l, 18 (Erzurum, 1976)
İlahî Aşk
Mevlid’de pek çok tasavvufi ıstılah kullanılmıştır. Bunların başlıcaları şunlardır: Hayret, müştak, erbab-ı dil, eshab-ı dil, irfan, dert, çeşm-i evliya, raks, tefekkür, kurbiyet, vuslat, zikir, şükür, gözyaşı, firkat, dergâh, sohbet, sakî, marifet, didar, gönül, hasret, keramet, sıdk, ilm-i ledün… Biz burada sadece aşk konusunu ele almak istiyoruz.
Türk tasavvuf edebiyatı açısından Mevlid’e yaklaşıldığında göze çarpan en mühim özellik aşktır. Bu eser Allah ve Rasûlullah aşkı üzerinde bina edilmiştir denilebilir.
Aşk kelimesi ilk dönem sûfîlerince pek kullanılmamıştır. Bu kelimenin yerine daha çok mahabbet terimini kullanmışlardır. Zamanla, Kur’an-ı Kerim’de de ifade edilen “...Allah’ın kullarını, kulların da Allah’ı sevmesi” (bk. Maide, 5/54)yanında kulun Allah’a Allah’ın da kula âşık olması ifadeleri kullanılmaya başlanmıştır. Bunun en güzel örneklerini Mevlid’de buluyoruz. Süleyman Çelebi, Allah’ın, Peygamberimize, “habibim: sevgilim” diye seslendiğini ve ona âşık olduğunu bir mısrada ifade edebilecek kadar büyük bir sanatkârdır:
Vesiletü’n-Necat’a göre kişiyi Allah’a, maşuk ve mahbuba ulaştıran kuvvetin adı aşktır:
Mevlid’in yazarı son Peygambere âşık olmayanları“şaki” olarak nitelemektedir:
Yaradanından, ümmeti için cennet isteyen Peygamberimizin Allah Tealadan aldığı cevap Süleyman Çelebi’nin dilinde şu şekli alacaktır:
Şüphesiz Allah’ı sevebilmenin yolu Rasûlullah’ı sevmekten geçiyordu. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in ifadesine göre Allah’ı sevmek ve O’nun tarafından sevilmenin tek yolu son Peygamber’e uymak ve tabi olmaktır. Tasavvufi hayatta da fena fi’r-Rasûlün neticesinde fena fillah vardır. Tasavvufi edebiyatta Hz. Peygamber Allah’ın aynası “Allah’ın aynası” gibi düşünülür. O aynaya bakan Yüce yaratıcıyı görür, O’nun cemalini müşahede eder
Gerçek mümin olabilmek, imanın tadını tadabilmek için aşk ateşine yanmak gerekir:
Aşkı elde edebilmek, o makarna yükselebilmek için candan, baştan geçmek gerekir. Bu yolda canını ortaya koyamayan, canana ulaşamaz. Bu can karşılığında elde edilen ilahî aşk ise dünyalara bedeldir:
Süleyman Çelebi’ye göre aşk ile bir defa Allah demek bütün kusur ve günahları, sonbaharda yaprakların dökülüşü gibi siler süpürür:
Öyleyse,
Hazreti Peygamber niçin habibdir,habibullahtır,Allah’ın sevgilisidir? Bu soruya şairimizin verdiği cevap şöyledir:
Dünyalar ve felekler O’nun aşkına dönüp durmakta, bütün insanlar ve melekler O’na iştiyak duymakta O’nu görmeyi arzulamaktadırlar:
Bu aşk şarabını içenler kıyam, ruku’ ve secde ile vecde gelmişler mest u hayran olmuşlardır:
Hazreti Peygamber’e olan sevgi ve övgümüzü salat u selam ile de ifade ederiz. Kur’an-ı Kerim’in ifadesine göre O’na sevgi ve övgüsünü ifade eden sadece insanlar değil, sadece melekler değil Allah da O’nu övmekte ve salât u selam getirmektedir, (bk. Ahzab, 33/56) şairimiz bu gerçeği Mevlid’in bir çok yerinde dile getirmiştir.
Aşk ile Allah demek günahları yok ettiği gibi, aşk ile salât u selam okumak ta kişiyi cehennem ateşinden kurtaracaktır:
duasından önce, Allah âşıklarının, Allah aşkı ile gözyaşı dökenlerin yüzü suyu hürmetine diyerek yalvarmaktadır:
Ve son sözümüz: