Muridan
Cenab-ı Allah'ın (c.c) Kulları Üzerindeki Hakkı

Cenab-ı Allah'ın (c.c) Kulları Üzerindeki Hakkı

Hadisler bir tarih, bir coğrafya, bir siyerdir. Hz. Peygamber'in (s.a) sahabelerin hayatlarını önümüze seren bir levhadırlar. Bu hadiste onlardan birisidir.

Bu hadis bize Muaz b. Cebel'den rivayet ediliyor.

عَنْ مُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ، قَالَ: كُنْتُ رِدْفَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى حِمَارٍ، يُقَالُ لَهُ: عُفَيْرٌ، قَالَ: فَقَالَ: يَا مُعَاذُ، تَدْرِي مَا حَقُّ اللهِ عَلَى الْعِبَادِ؟ وَمَا حَقُّ الْعِبَادِ عَلَى اللهِ؟ قَالَ: قُلْتُ: اللهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ، قَالَ: فَإِنَّ حَقَّ اللهِ عَلَى الْعِبَادِ أَنْ يَعْبُدُوا اللهَ، وَلَا يُشْرِكُوا بِهِ شَيْئًا، وَحَقَّ الْعِبَادِ عَلَى اللهِ عَزَّ وَجَلَّ أَنْ لَا يُعَذِّبَ مَنْ لَا يُشْرِكُ بِهِ شَيْئًا ، قَالَ: قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللهِ، أَفَلَا أُبَشِّرُ النَّاسَ، قَالَ: لَا تُبَشِّرْهُمْ فَيَتَّكِلُوا

Muaz b. Cebel diyor ki: Bir defasında ben Rasûlullah'ın (s.a) binitinin terkisinde bulunuyordum. Bu binitinin adı عُفَيْرٌUfeyr'di. Hz. Peygamber (s.a) Muaz'a:

- Ey Muaz! Allah'ın kulları üzerindeki hakkı nedir? biliyor musun? diye sordu. Muaz:

- Allah ve Rasûlü bilir, diye cevap verdi. Hz. Peygamber (s.a) Muaz'a:

-Allah'ın kullar üzerindeki hakkı O'na ibadet etmeleri ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır, diye buyurdu. Sonra Hz. Peygamber (s.a):

- Allah'a ibadet edip hiçbir şeyi ortak koşmayan kulların O'nun üzerindeki hakkının ne olduğunu bilir misin? diye sordu. Muaz:

- Allah ve Rasûlü bilir, dedi. Hz. Peygamber (s.a):

- Onların Allah üzerindeki hakkı O'na şirk koşmadıktan sonra onlara azap etmemesidir. Muaz bu müjdeyi duyduktan sonra:

- Ya Rasûlullah! İnsanlara gidip bunu müjdeleyeyim mi? diye sorunca Allah Rasûlü (s.a):

- Hayır, bırak amel işlesinler. (el-Lu'lu ve'l Mercan, 1/8.) diye buyurmuştur.

 

Muaz b. Cebel diyor ki: Ben, Hz. Peygamber’le (s.a) beraber yolculuk yaptığım esnada hemen O'nun arkasında, O'na çok yakındım. Bu hadiste redif (رِدْفَ) kelimesi geçiyor ki bunun anlamı binitin arkasında olan kişi demektir. Yani Hz. Peygamber (s.a) ile aramda çok az bir mesafe vardı. Peygamber Efendimiz binitinin arkası müsait olduğunda arkasına birisini alırdı. Bu kadar da mütevazı idi. Böyle kralların yaptığı gibi saraya çekilip kimseyle görüşmemezlik, konuşmamazlık yapmazdı. O, ashabı ile beraber yerde yemek yiyiyor, sohbet ediyordu. O hem devlet başkanı hem muallim hem de bir peygamberdi. Denildiği gibi mü'min her durumda mü'min kardeşine yardımcı olur. Hz. Peygamber (s.a) yapmadığını söylemiyor. Bununla ilgili bir hadiste şöyle buyuruyor Allah Rasûlü;

...إنْ مَاشَيْتَهُ نَفَعَكَ، وَإنْ شَاوَرْتَهُ نَفَعَكَ                                         

"Yürüdüğün zaman sana faydalı olur, aynı zamanda danıştığın zaman sana faydalı olur. "[1] Hadisler tarihtir, siyerdir ve içerisinde coğrafi bilgiler barındırır. Hadis, bir yaşam tarzıdır. Hadislerin içerisinde yer alan bazı kelimeler hadislerin ciddiyetine, onlara şahitlik yapan önemli delillerdendir.

Bu hadis-i şerifte de Rasûlullah (s.a) önde Muaz b. Cebel arkasında o kadar yakın bir mesafede oturuyorlarken Rasûlullah (s.a) buyurdu:

                                                                                       يَا مُعَاذُ بْنَ جَبَلٍ-

- Ey Muaz b. Cebel!

قُلْتُ: لَبَّيْكَ رَسُولَ اللهِ، وَسَعْدَيْكَ                                                                          

Dedim ki: Buyur ey Allah'ın Rasûlü! Senin söylediğini dinlemek istiyorum.Burada geçen  "lebbeyk" kelimesi "buyur" anlamında olup aynı zamanda hac vazifesini ifa ederken de hacılar "lebbeyk allahümme lebbeyk" yani "buyur Allah'ım buyur" şeklinde söylüyor. Ayrıca cümlede geçen sa'deyk kelimesi de seni canı gönülden dinliyorum. Ne buyuruyorsun? anlamına geliyor. Muaz b. Cebel bu şekilde Peygamberimize hitap ediyor. Bu çok büyük bir edep göstergesidir. Muaz b. Cebel anlatmaya devam ediyor; Rasûlullah'tan (s.a) cevap gelmedi ve biz bu şekilde bir müddet yürüdük. Buradan anlaşılıyor ki Peygamber Efendimiz (s.a) çok önemli bir şey söyleyecek. Muaz b. Cebel, Rasûlullah'ın (s.a) bu sessizliğinin ardından ne söyleyeceğini merak ediyor ve O'nu pür dikkat dinliyordu. Bir müddet gittikten sonra Peygamber Efendimiz Muaz b. Cebel'e ikinci kez aynı şekilde seslendi. Muaz b. Cebel'in cevabı da yine aynı edep içerisinde kendisini can kulağıyla dinlediğini söylüyor. Burada evlat-baba ilişkisinden öte muazzam bir Peygamberlik ilişkisi var. Tekrar bir müddet gittikten sonra Peygamber Efendimiz Muaz'a hitap ediyor ve buyuruyor ki:

- Ey Muaz b. Cebel!

- Buyur Allah'ın Rasûlü emrin başım üzerindedir. Mutlulukla can kulağıyla seni dinlerim.

- Allah'ın kulları üzerindeki hakkı nedir, biliyor musun? Muaz b. Cebel Efendimize cevaben:

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.

Bu sorulu cevaplı bir öğretmen taktiğidir. Burada tespit edilmiş bize kadar intikal ettirilmiştir. Bu taktik bütün insanlığa, bütün Müslümanlara ders niteliğindedir. Efendimiz öğretmen ve öğretmenliği de çok iyi biliyor. Nitekim Cenâb-ı Allah O’nu te’dip etmiş. Rasûlullah (s.a);

أَدَّبَنِي رَبِّي فَأَحْسَنَ تَأْدِيبِي 

"Benim edebimi, terbiyemi Rabbim yaptı. Ve benim terbiyemi çok güzel yaptı. "[2] şeklinde buyurmuştur.Rasûllulah (s.a) Muaz'ın bu cevabının üzerine; "Cenâb-ı Allah’ın kullarından istediği şey şudur: O’na ibadet etmeleri ve O'na hiçbir şeyi şerik (ortak) koşmamalarıdır." Yani müşrik olmamalarıdır. Müşrik, ortak koşan demektir. Allah kullarından bunu istiyor. Bu Cenâb-ı Allah’ın kullar üzerinde olan hakkıdır. Çünkü yarattım, nimet verdim, ibadet ediyorsanız ve Müslümansınız böyle olacaksınız. Yine Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur;    "...الرَّسُولَ وَأَطِيعُوا أَطِيعُوا اللَّهَ... " Allah itaat edin ve Rasûlüne itaat edin[3] Rasûlüne itaat eden Allah'a itaat etmiştir. Bu ikisi birbirinden ayrılmayan parçalardır.

İbadet, İslam ahlâkının tümüdür. Namazdan, oruçtan, hactan, sadakadan nehyedilmiş olan her şey ibadetin içine girer. Çünkü ibadet maksadıyla yapıyor. Ancak burada önemli olan bir husus var ki o da kulların ibadet ederken Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Fatiha suresinde dediğimiz gibi"لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ" şirk koşmadan O'na ibadet etmesidir. Allah'a şirk koşmak en büyük günahlardandır. Biz inananların fıkhî bilgilere doymuş olası gerekir. Daha önceki dinlerde de aynı şeyler vardır. Ancak bazı şeyler değişmiştir. İslam dini ise daha teferruatlı gelmiştir. Bunlar 104 kitabın 103'nü kapsayan hatta kıyamete kadar olan bilgileri ihtiva eder.

Hadise tekrar geri dönersek Rasûlullah (s.a) Muaz b. Cebel'e tekrar seslenir:

- Ey Muaz b. Cebel!

- Buyur Allah'ın Rasûlü seni dinliyorum.

- Kullar Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaz ve O'na ibadet ettikleri takdirde kulların Cenâb-ı Hak'tan istemeyi hak ettiği şey nedir? diye Peygamber Efendimiz sorar. Bunun üzerine Muaz b. Cebel yine aynı cevabı verir.

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir. Peygamber Efendimiz (s.a) ise şöyle buyurur:

- Cenâb-ı Allah'ın kullarına verdiği söz gereği onları cehennemde asla cezalandırmamasıdır.[4] Yani Allah onları cennete mükâfatlandırır, onlara azap etmez.

            19. hadise geçecek olursak bu hadiste diğer hadis gibi Muaz b. Cebel'den rivayet olunmuştur. Bu hadisi Peygamber Efendimizden ilk duyan Muaz'dır. Muaz dışında başka sahabilerde bu hadisi duymuş ve diğer insanlara nakletmiş. Naklederken ilave etmemiş ama bir kısmını söylememiş olabilir ki bu hadiste bu şekildedir. Okuyacağımız bu hadiste Muaz'ın ve hadiste geçen olayda aynı olaydır. Yalnız diğer hadisten farklı olarak biraz daha açıklayıcıdır.

مُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ - رَضِي اللهُ عَنْهُ - قَالَ: كُنْتُ رِدْفَ رَسُولِ اللّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ عَلَى حِمَارٍ يُقَالُ لَهُ عُفَيْرٌ

            Muazb. Cebel (r.anh) dedi: Merkep üzerinde Hz. Peygamber'in (s.a) terkisinde idim. Aramızda sadece semerin ardındaki çıkıntı vardı. Yani O’na çok yakındım. Peygamberimizin merkebinin adı da Ufeyr'di. Bu açıklama bir önceki hadiste zikredilmemiş. Muaz bu hadisi naklederken söylemiş olmasına rağmen bazıları unutmuş, bazıları bu şekilde nakletmiş. Biliyorsunuz ki dinimizde de bir olay hakkında şahit olmak için iki kişiye ihtiyaç vardır. Biri unutursa diğeri hatırlatır. Normalde bir olayda iki erkek şahit olması gerekir. Ancak bir erkek şahit varsa yanına iki kadın şahit istenir. Burada bir erkeğe karşı iki kadın şahit istenmesinde kadına karşı bir hakaret yoktur. Aksine kadını yüceltme vardır. İki kadın şahit istenmesinin nedeni kadın anadır, merhamet duygusu erkekten fazladır, zayıf yaratılmıştır.

            Hadisi Muaz'dan duyan 3-5 kişi varsa bunlardan birinin unuttuğunu diğeri hatırlar. Bu da aslında bir rahmettir. Bir diğer ravi ise Muaz'dan (r.anh) şunu naklediyor. Muaz (r.abh) tabi bu müjdeli haberi yani Cenâb-ı Allah'ın kullarını cehennemde cezalandırmayacağı haberini Peygamberimizden duyduktan sonra içi içine sığmadı, heyecanlandı. Çünkü onlar Allah'ın azabının ne kadar çetin, cennetin de ne kadar güzel olacağını biliyorlardı. Onlar Peygamberimizin dizlerinin dibinde terbiye görmüş şahsiyetlerdi. Cehennem azabına nasıl tahammül gösterirlerdi. Bundan dolayı endişeleniyorlardı. Ya iman etmemiş olsalardı? Belki de yakınlarından inanmayanlar var ve onlar için endişe ediyorlardı. Onları ve diğer inanamayanların azaba nasıl dayanacaklarını düşünüyor, korkuyorlardı. Muaz (r.anh) Peygamber Efendimizin (s.a) terkisinin arkasında bu haberin heyecanıyla Peygamberimize sordu:

 يَا رَسُولَ اللّهِ! أَفَلاَ أُبَشِّرُ النَّاسَ؟-

- Ey Allah'ın Rasûlü! İnsanlara bu müjdeyi vereyim mi?Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu:

                لاَ تُبَشِّرْهُمْ فَيَتَّكِلُوا

- Hayır, şimdi müjdeyi verme. Eğer haber verirsen tembellik gösterirler.[5] Yani mücadeleden geri kalırlar. Peygamberimiz insanın yaratılışını, tavırlarını,  psikolojik durumlarınıçok iyi biliyor. Bu hadis böyle müjdelenmiş bir hadistir. Muaz (r.anh) Peygamber Efendimizin (s.a) uyarısıyla son demine kadar bu müjdeyi kimseye söylememiştir. Fakat bu müjde benimle mezara gitmesin diye ölüm döşeğinde iken oğluna söylemiştir. Yakını tarafından da bize kadar intikal etmiştir.

            Bir başka müjdeli hadiste var. O da  "Her kim Allah'tan başka ilâh olmadığını bilerek ölürse cennete girecektir "[6] hadisidir. O halde bu müjdeler bizi tembelliğe sevk etmemelidir. Nasılsa bu müjde var diye tembellik yapmamamız gerekir. Dini irşatta insanlara sen kâfir oldun, gittin demek yoktur. Hz. Peygamber (s.a) hiçbir zaman öyle yapmamıştır. Bazen müjdelemiş, bazen korkutmuştur.

 


[1]Feyzü'l-Kadir, c. 6, s. 257. 

[2]Ali el-Muttaki,  Kenzu’l Ummâl, c.11, s. 406.

[3] en-Nisa 4/59.

[4] el-Lu'lu ve'l Mercan, 1/8.

[5]el-Lu'lu ve'l Mercan, 1/8.

[6]Müslim, İman55.

 

Bu ders 03.11.2018 Tarihli Hadis Dersinden alıntılanmıştır.

Top