Daha sonra Dinarkom köyüne tayin olunan Alvarlı Efe Hazretleri, I. Dünya Savaşı’na kadar burada kalmış, 16 Şubat 1916’da Rusların Erzurum’u işgali üzerine, Erzurum’a göçerek, babasını Erzurum’a bırakıp...
Hayatı ve Şahsiyeti
Erzurum’da yetişmiş önemli şahsiyetlerden biri olan ve Erzurum halkı arasında “Efe Hazretleri” ya da kısaca “Efe” olarak bilinen Alvarlı Efe Hazretleri’nin adı, Muhammed olup mahlası ise Lütfi’dir.
Muhammed Lütfi Efendi 1868 yılında Hasankale’nin Kındığı köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Hüseyin Efendi, annesi Hatice Hanım’dır. İlk tahsilini babası vasıtasıyla tamamlamış, 22 yaşında iken Hasankale’de Sivaslı Camii’ne imam olmuştur. Bu imamlığı esnasında ilmî yeteneği ve güzel ahlâkıyla herkesin takdirini kazanan Alvarlı Efe, babasıyla birlikte Bitlis’e giderek Küfrevî Hazretleri’ne intisap etmiş, bir müddet sonra onun seçkin bir halifesi olarak Hasankale’ye dönmüştür.
Daha sonra Dinarkom köyüne tayin olunan Alvarlı Efe Hazretleri, I. Dünya Savaşı’na kadar burada kalmış, 16 Şubat 1916’da Rusların Erzurum’u işgali üzerine, Erzurum’a göçerek, babasını Erzurum’a bırakıp, kendisi imamlık göreviyle Yavi nahiyesine gitmiştir. Rus istilası müddetince burada kalıp istilaya karşı koymak için çareler aramıştır.
Alvarlı Efe Hazretleri, Erzurum’un kurtarılmasından sonra tekrar Hasankale’ye dönmüştür. Kendisine teklif edilen Hasankale Müftülüğü görevini kabul etmemiş, yakındaki Alvar köyü halkının ısrarlı talepleri üzerine, oraya giderek 24 yıl vazife yapmıştır. Bundan dolayı halk arasında, ‘Alvarlı Efe’ adıyla meşhur olmuştur. Ancak hastalığı sebebiyle, devamlı olarak hekim kontrolünde olması gerektiği için 1939’a kadar kaldığı bu köyden ayrılmak zorunda kalmış, köy halkından izin isteyerek, Erzurum’da Mehdi Efendi mahallesinde kiraladığı bir eve yerleşmiş, irşad ve ilmî faaliyetlerine burada 16 yıl devam etmiştir. 12 Mart 1956’da (pederlerinin vefat ettiği ve aynı zamanda Erzurum’un kurtuluşu olan bir günde) vefat etmiştir. Cenaze namazı kalabalık bir cemaat eşliğinde kılınmış, ardından Alvar köyüne götürülüp orada toprağa verilmiştir.
Alvarlı Efe, ömrünü İslâm’ı anlatma, insanları irşad etme yolunda geçirmiş, sohbet ve şiirleriyle insanları; ilme, doğruluğa, takvâya davet etmiştir. O’nun çeşitli şiir türlerinden meydana gelen Hulâsatü’l-Hakâyık adlı eseri, bu nevi tavsiyelerle dolu olup, iç dünyasını yansıtması açısından da çok önemlidir.
Burada bu değerli eserde derlenmiş olan Alvarlı Efe Hazretleri’nin şiirlerine güzel bir örnek olarak, 20 kıta halindeki meşhur “Erzurum Destanı” isimli şiirinin birkaç kıtasına yer vererek asıl konumuza geçmek istiyoruz.
Erzurum Destanı’ndan
Erzurum kilidi, mülk–i İslâm’ın
Mevla’ya emanet olsun Erzurum
Erzurum derbendi ehl–i imanın
Mevla’ya emanet olsun Erzurum
Gayet şecaatli erler var idi
Nisasi, ricali hayadâr idi
Edepli erkânlı bir diyar idi
Mevla’ya emanet olsun Erzurum
….
Kalblerine dolsun feyz–i rabbanî
Ahalisi bulsun rahm–i Rabbanî
LÜTFÎ, Erzurum’dan gördün ihsani
Mevlâ’ya emanet olsun Erzurum2
Marifet Eri
Efe Hazretleri, ilham-ı ilahiye, ledünni ilme mazhar, ârif bir zattı. Şiirlerinde bu ilmin hususiyetini ve değerini şöyle dile getirir:
Bak ilham-ı ilahîden dolan dil kenz-i hikmettir
Anı bul halleder ilm-i ledünle her muammayı (s. 433)
Yani, ilahî hikmetlerle dolan gönül bir hikmet hazinesi gibi olup, böyle bir gönüle sahip olan kimse Allah tarafından ihsan edilen bu ilim sayesinde her müşkülü halleder.
Dilde ders-i a'ref okur dervişân
Keşf olur sırrına esrar-ı Kur’ân
Arif-i Hakk olur ilm-i ledündân
Olur marifetin bahr-i ummani (s. 444)
Yani, Allah yolunun yolcuları, gönül dersanesinde marifet dersi okurlar. Böylece kalblerine Kur’ân’ın sırları açılır. Allah tarafından ihsan edilen ledünnî ilme mazhar olmuş böyle kimseler, Cenab-ı Hakk’ı hakkıyla bilen kullar olur, marifet deryasına dalar da dalarlar.
Gönül nur-i hidayette okur esrar-ı eşyâyı
Aref dersin alan talib görür dilde dilârâyı (s. 411)
Yani, gönül, hidayet ışığıyla mahlukâtın yaratılış hikmetlerini, ilâhî isimlere mazhar oluşlarına dair sırları okuyup öğrenir. Marifetullah dersini tamamlayan bir talib-i Hak gönül aynasında Allah’ı müşâhede eder.
Mekteb-i ilm-i ledünnîdir bu alem ser-te-ser
LUTFİYA nûr-i hüdâ Hakk’ı temennadır garaz (s. 302)
Yani, bu âlem baştanbaşa bir ledünnî ilim mektebidir. Ey Lütfi! Yaratılış gayen hidâyet nurunu elde ederek Cenab-ı Hakk’ı istemektir.
Alvarlı Efe’nin şiirleri, marifetullah denizinin çok derinlerine daldığının açık göstergeleridir. Şimdi onun bu marifet denizinden topladığı bazı incileri göstermeye çalışacağız:
Cihan bir zarf-ı esrâr-ı ilahîdir, gözün varsa
Görürsün hurşid-âsâ keşf olunmuş her muammayı
Erişse dîde-i dilde görür kudret-i Mevlâ’yı
Doğar her zerreden bir şems, bu eşya vahdet âyâtı (s. 421)
Yani, bu kâinat, içinde ilahî sırları barındıran bir zarf gibidir. Basiretin varsa, her müşkülün güneş gibi aydınlanıp hallolduğunu görürsün. Böylece, gönül gözüyle Mevlâ’nın kudreti müşahede edilir. Her zerreden bir güneş doğarak bütün varlıklar Allah’ın birliğini terennüm ederler.
Kitab-ı sırr-ı vahdettir bu eşyada olan eşkâl
Bu mevcud Mûcid’e dâldir münevver kıl süveydâyı (s. 447)
Yani, bu varlıklarda görülen şekiller, Allah’ın birliğinin sırlarını ifade eden yazılardır. Bu varlıklar, kendilerini var eden bir Zât’a delâlet edip gösteriyor. Eğer gönül dünyanı aydınlatırsan bu gerçekleri görürsün.
İşit ezkâr-ı eşyayı geçüp sît û sadâlardan (Şan şeref peşinde koşmayı, övgü ve alkış seslerini dinlemeyi bırakıp biraz da varlıkların Yaratıcılarını zikredişlerini dinle) (s. 304) diyerek her şeyin Allah’ı anıp, O’nu tanıttığına dikkat çeker. Şu beyitler de “Her şey Allah’ı hamdiyle tesbih eder” (İsrâ sûresi, 44) ayetinin tefsiri mahiyetindedir:
LUTFİ bu eşyâ ne ki var Hâlıkını tesbih eder
Eder ise bu mahlukât esrar-ı Hakk’ı talimât (s. 114)
Yani, Ey Lütfi! Bu varlıkların tamamı Yaratıcı’larını tesbih edip ilâhî sırları ta’lim ederler.
Kim okursa dilde ders-i men-aref
Âlem-i manada bulur bin şeref
Bir gör tevhid eder eşya her taraf
LUTFİ hüccetindir imanın senin (s. 328)
Yani, kim gönlünde marifet dersini okursa, mana âleminde bin şeref bulur. Her şey Allah’ın birliğini ilan eder. Ey Lütfi! Senin hüccetin imanındır.
Bu kâinat kudretinde bir hubabdır ya Ğanî (s. 337) diyerek Allah’ın sonsuz kudretine dikkat çeken Alvarlı Efe Hazretleri, kâinatı kalem-i kudretle yazılmış bir kitap olarak tavsif eder, şiirlerinde bu kitabı ne kadar güzel okuduğunun örneklerini sunar. Bu kitabın güzel bir sayfası olan bahçeyle ilgili şu şiiri bu konuda güzel bir örnektir:
Bu bahçe ne müzeyyen
Kudret-i Mevlâ’yı seyreyle
Görünür sırr-ı vahdet
Cennet-i Me’vâ’yı seyreyle
Yani, bu bahçe ne kadar süslü! Gel de Yüce Mevlâ’nın kudretini seyret! Bu bahçede Allah’ın birliğinin nişaneleri görünüyor. Gel de, Me’vâ cennetini seyret!
Nazar kıl gül-gülistânı
Ederler tevhid-i Bârî
Bezenmiş dârı diyârı
Gül-i ra’nâyı seyreyle
Yani, Bak! Gül, gülistan hepsi Yaratıcı’larının birliğini ilan ediyorlar. Her taraf ne güzel süslenip bezenmiş! Gel de bu hoş kokulu güzel gülü seyret!
Çeşitli âyetlere telmihlerle dolu olan aşağıdaki beyitler ise, Alvarlı Efe’nin kâinat kitabını ne kadar güzel okuduğunu, tefekkür dünyasının genişliğini bildirmekle birlikte, Kur’ân ayetlerine derin vukufiyetini de göstermektedir. Çünkü o, iki kitabı da (kâinât ve Kur’ân) güzel bir şekilde okuyarak, Allah’ın varlığına, birliğine, kudret ve rahmetine, insanları ölümlerinden sonra tekrar diriltmenin Allah için çok kolay olduğuna istidlâlde bulunmuştur:
Hatemu’l-Enbiya Mahmud u Muhammed getirip
Bize Kur’an-ı Kerim her dü-cihan daru’l-emân
Yani, Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (a.s) bize hem dünya hem de âhiret saadetinin rehberi olan Kur’ân’ı getirmiştir.
Nazar et kâinatın kâtibinin defterine
Kalem-i kudret ile yazdığına var mı gümân!?
Yani, Bu kâinâtı kudret kalemiyle yazmış olan Kâtib’in defterine bir bak! Kudret kalemiyle yazdığı bu eserler hakkında bir şüphe olur mu?!
Bu kadar saltanatı gösterecek Zât-ı Hudâ
Var mı tebdil ile tağyir bu kadar devr-i zeman!?
Yani, Yüce Allah öyle bir saltanat ve hükümranlık gösteriyor ki, bu kadar zaman geçmesine rağmen kurduğu bu eşsiz nizamda bir değişme ve sapma olmamıştır.
Berr ü bahirde olan ekl ile şürb muhtacı
Herkesin rızkını vermeye kadirdir Rahmân
Yani, Kara ve denizde rızka muhtaç bütün canlılara rızık vermeye o Rahman kadirdir.
Rahm-i zî-ruhda tecemmu edecek her iki su
Ola bir mîr-i zeman inkar eder mi insan!?
Yani, Ana rahminde iki suyun birleşmesiyle, yeryüzünün efendisi olan insan meydana geliyor. Bu gerçeği kimse inkâr edebilir mi?!
Bir avuç toprağı Adem edemez mi Allah!?
Rûz-i mahşerde bize kudretini ede ayân
Yani, insanı bu surette yaratan Allah bir avuç topraktan Adem’i yaratamaz mı?! Mahşer gününde insanı dirilterek kudretini herkese gösteremez mi?!
Bir çekirdeği Hudâ eyleye bir cism-i kebîr
Yevm-i kıyamda olur mu LUTFİYA şüphe emân (s. 302)
Yani, Allah bir çekirdekten koca bir ağacı inşa ediyor. Artık bu gerçekleri gören bir insanın insanların diriltilerek kabirlerinden kaldırılacağı kıyamet günü hakkında bir şüphesi kalır mı Ey Lütfi!
Cenab-ı Hakk’ı esma-i hüsnasıyla tavsif ettiği şu kıtalarında tevhid ilminin gönüle yerleşmesinin irfan ile olacağına dikkat çeker:
Hâlık-ı âleme bin hamd ü senâ
Şeriki yok zatı alîm u dânâ
Kudreti kadimdir basîr-i bînâ
Her anda o Mennân bir şan iledir
Yani, Bu kâinatın yaratıcısı olan Allah’a binler hamd ve senalar ederiz. O’nun ortağı, misli ve dengi yoktur. O Alimdir. Kudreti kadim olup her şeyi görendir. O Mennân her ân bir iştedir.
Alemleri var eyleyen bir Allah
Secdeler eyleriz hasbeten lillah
Fanidir mâsivâ Bâki’dir Allah
Nûr-i tevhîd dilde irfân iledir (s. 123-124)
Yani, Âlemleri var eden Allah birdir. Ona rızasını kazanmak için secde ederiz. Allah Baki olup onun dışındaki her şey fanidir. Tevhid nuru gönülde irfan ile olur.
“Secde et, yaklaş!” (Alak sûresi, 19) âyetine telmih edip “Ubudiyetten özge kurb-i Hakk’a bir sebeb yoktur” (s. 445) diyerek Allah’a yakınlaşmanın yolunun ancak ibadetle mümkün olacağını söyleyen Alvarlı Efe, ârif-i billah olmanın bir neticesi olarak, Allah’a gönülden teslim olmuş, O’nun her işinde bir hikmet olduğuna yakinen inanmış bir zattır. “Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler” diyen Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri gibi o da: “Bütün ef’ali hikmettir, Huda’nın kahri rahmettir” (s. 422) diyerek, insana hoş görünmeyen şeylerde, bela ve musibetlerde dahi, rahmet cilvelerinin bulunduğuna dikkat çeker, “Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur.” (Bakara sûresi, 216) âyetlerinin manalarını terennüm eder.
Muhabbet Eri
Muhabbetullah, marifetullah’ın bir neticesidir. Marifet-i İlahiyyede büyük mesafeler kat’etmiş olan Alvarlı Efe, muhabbetullah deryasına dalmış, eynemâ şarabı diye isimlendirdiği, muhabbet şarabını içerek kendinden geçmiştir. Alvarlı Efe’nin şiirleri ilahi aşk ile tutuşmuş bir gönülden savrulan kıvılcımlar gibidir. “Nimet oldur ışk-ı Hakk rûşen-zamîr olsun sana” (s. 103) diyerek ilahi aşkın en büyük nimet olduğuna ima eder. Ona göre muhabbet-i ilahi, âlemlerin mâye-i hayatıdır. Kur’ân da bu muhabbeti talim eder:
Kamu âlemlere ayn-ı hayattır
Okur dilden dile Kur’ân muhabbet (s. 58)
Yani, Kur’an, bütün âlemlere hayat veren muhabbeti okuyup durur.
O, “Bâki bir can isteyenler fâni bir can istemez” (s. 231) “Meydan-i tevhidde merd-i merdâne olan Hak’tan gayri bir yâre bakmaz” (s. 226) diyerek hiç batmayan bir güneşe, hiç solmayan bir güle meyil vermiştir. “Ölümsüz olan Hayy’a tevekkül et!” (Furkân sûresi, 58) âyetinden ilham alarak İbrahim (a.s) gibi batıp kaybolan fani güzelliklerden yüz çevirişini şöyle ilan eder:
Bir güle gönül ver ki o gül solmaya hâşâ
Öyle bir güzele el ver dâd-res olsun sana
Yani, öyle bir güle gönül ver ki, o gül asla solmasın. Öyle bir güzelin elinden tut ki, senin yardımına koşsun.
Öyle bir dildâre dil ver eyleye dilşâd seni
Öyle bir dâmanı tut ki ede ber-murâd seni
Yani, öyle bir sevgiliye gönül bağla ki, gönlünü şâd etsin. Öyle bir eteğe yapış ki, seni muradına erdirsin.
Öyle bir yâr ile yâr ol yâr ola her dü serâ
Hurşid-âsâ her zamanda eyleye irşâd seni (s. 412)
Yani, Öyle bir yara yar ol ki, sana iki dünyada da yar olsun. Güneş gibi, daima senin yolunu aydınlatsın.
LUTFİ tut dest-i garibi sen garibsin o garib (s. 236) mısraıyla dile getirdiği gibi, Efe bu fani dünyada Mahbûb-u Bâki’sinden ayrı kalmış, O’nu arayıp duran bir garip idi.
Gel ey can bülbülü, fâni kafeste zârı mu’tad et
Ezel demlerini yâd eyleyüp bin âh û feryâd et
Yani, Gel ey can bülbülü, bu fani dünya kafesinde ağlamayı adet et. Ezel’deki halini hatırlayıp binlerce âh-vâh et!
Vatan gülzârını terk eyledin diyâr-ı gurbette
Bu hâristan-ı mihnette belâ emtârını yâd et (s. 110)
Yani, Bu gurbet yerinde vatan gülistanını terk ettin. Artık, bu sıkıntılı diken tarlasında belâ yağmurlarını anıp dur, diyerek nasıl bir garip olduğunu, yaşadığı gurbet hayatının ne olduğunu şerh eder. Bu gurbet, asıl vatanından ayrılıp bu fani dünya kafesinde sızlanıp duran can bülbülünün elestü bi-rabbikum (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?!) hitabına belâ (evet)! diye karşılık vererek gülistan olan asıl vatanından ayrılıp bu dikenlerle dolu gurbetteki bela yağmurlarına giriftar olduğu gurbettir. Böylece o bu dünyada, Efendimiz’in “dünyada bir garip gibi ol” (yani kendini gurbette farz et) emrinin manasını çok iyi anlamış ve öyle yaşamıştı. Ancak, gurbet ne kadar uzun sürse de “Allah’a mülaki olmayı ümit eden kimse mutlaka bu arzusuna kavuşacaktır” (Ankebut sûresi, 5) âyetinin hükmünün mutlaka gerçekleşeceğinden emin idi. Nitekim şöyle der:“Lâ-cerem Mecnun olan bir gün bulur Leylâ’sını” (s. 417)
Alvarlı Efe, elest bezminden beri kalbinin ilahî aşkla dolduğu inancındadır. Çeşitli beyitlerde bu durumu dile getirir:
Gönül bezm-i elest’ten taht-gâh’ı hubb-i Mevlâ’dır
Tecelli-hanesinde feyz-i Mevlâ’sın nihan eyler (s. 187)
Yani, gönül tâ ezel bezminden beri Mevlâsı’nın sevgisinin yerleştiği makamdır. Orada Mevlası’nın feyzini saklar.
Masiva bilmez nedir bezm-i elest mestânesi
Öyle hayret bahşeder nâtıkları lallandırır
Elestu bi-Rabbikum meclisinde sarhoş olan, masiva nedir bilmez. Bu öyle hayret verici bir durumdur ki, konuşanların dili tutulur.
LUTFİYA bu bâdedir mesteyleyen Mûsâ’ları
Zevk-i ruhani verir kâl ehlini hâllandırır (s. 198)
Yani, Ey Lütfi! Hz. Musa’nın, Rabbinin dağa tecelli etmesiyle düşüp bayılmasına sebep olan işte bu bade’dir. Bu bade, yani muhabbetullah, insana ruhanî bir zevk verir. Söz ehlini hâl ehli yapar.
Hamdü-lillah din û imandır şerab-ı eynemâ
Bârekallah nûr-i Kur’ândır şerab-ı eynemâ (s. 98)
Yani, Elhamdulillah, eynemâ şarabı (her şeyde Allah’ın isimlerini müşâhede etmek) din ve imandır. Barekallah, eynemâ şarabı Kur’ân’ın nurudur. …gibi beyitlerde görüldüğü gibi, Alvarlı Efe’nin şiirlerinde sıkça geçen eynema şarabı, “Yüzünüzü nereye dönerseniz (eynemâ tuvellû) Allah’ın vechi oradadır” (Bakara sûresi, 115) âyetinden iktibas edilmiş bir kavram olup, kâinatın her tarafında Allah’ın isimlerinin tecelli ettiğini, her şeyin Allah’ı tanıtıp gösterdiğini, başka bir deyişle, marifet ve muhabbetullahı ifade etmektedir.
Yukarıdaki beyitlerde geçen meyhâne ise bu aşk meyinin (eynemâ şarabının) içildiği meclislerdir. Başka bir ifadeyle meyhane men-aref3 badesinin sunulduğu men-aref meyhanesidir. (s. 152) Bazen de men-aref dersinin okunduğu dersane.
Sonuç
Alvarlı Efe Hazretleri, marifetullah deryasına dalmış, muhabbetullah bahçesinde seyran etmiş bir insan-ı kâmil olarak, yaşadığı yıllarda bir güneş gibi çevresini aydınlatıp ilim ve irfan ışıklarını neşrettiği gibi, geride bıraktığı menkıbeleriyle ve değerli eseri Hulâsatu’l-Hakâik ile bizleri de aydınlatmaya devam etmektedir. Burada örnek olarak sunduğumuz şiirler, âb-ı hayat’la dolu olan o deryadan numune olarak alınmış birkaç katreden ibarettir.
Dipnotlar
1. Alvarlı Efe’nin tarihçe-i hayatına dair bilgiler, kendi eserinden tesbit ettiklerimizin yanında şu kaynaklardan istifadeyle yazılmıştır: Seyfeddin Efendi, “Hâce Muhammed Lutfi, Lakab-ı Meşhuriyle: Efe Hazretleri” (Hulasatu’l-Hakayık’ın sonunda, s. 5089), Ahmed Ersöz, Alvarlı Efe Hazretleri, Nil Yay., İzmir, 1991; Hüseyin ELMALI, “Alvarlı Muhammed Lutfi Efendi ve Erzurum Destanı”, Yeni Ümit: Sayı: 49; Selahattin Kıyıcı, “Alvarlı Muhammed Lütfi Efe”, DİA, II, 552; Mehmet Lütfi Karaca, Alvarlı Muhammed Lutfi’nin Şiirlerinin Umumi Tahlili, (Yüksek Lisans Tezi), Erzurum, 1996.
2.Alvarlı Efe Hazretleri, Hulâsatü’l-Hakâyık s. 467. Aynı kitaptan olan daha sonraki kaynaklar metin içerisinde belirtilmiştir.
3.Bu kavram, Men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu (kendini bilen Rabbini de bilir) hadisinden iktibas edilmiş bir ifade olup, Arif-i billah veya marifetullah manalarında kullanılmaktadır.
Doç.Dr. Veysel Güllüce, Atatürk Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi
Bizi sosyal medyada paylaşın: