Muridan
Pervaneler

Pervaneler

“Pervane ateşe düşmeden önce, pervanenin içine ateş düşmüştür. Belki de içlerindeki ateşi söndürmek için kendilerini ateşe atmaktadırlar.” ‘Hubb-i Rasûl/Peygamber Sevgisi’ ashâb-ı kirâm efendilerimizin derinden hissettiği, Asr-ı Saâdeti unutulmaz kılan ve adeta ona rengini veren kutsal bir duygudur. Onlar, ‘fenâfi’r-rasûl’ olabilmek için O’nun (s.a.s) çevresinde deverân eden ve yandıkça yanan PERVÂNELER’dir.

 ‘Gökteki yıldızlara’ benzetilen bu seçkin insanlar, aşk ve muhabbete dair eşine az rastlanır örneklikler sunmuşlardır. Seçmekte bile zorlanılan sayısız hâdise…
 Bidâyette şunu vurgulamak gerekir ki; Cenâb-ı Hakk (c.c) O’nu sevdiği için bütün âlem O’na müştâktır. O, O’nu öyle yüce vasıflarla donatmıştır ki cümle âlem O’na cezbolmuştur.

 Sütannesinin, sevmeye doyamadığı ve bahanelerle bakımını iki sene uzattığı Habîb-i Ekrem (a.s).

 Kimsesiz kaldığı halde aşırı muhabbetten akrabalarının bir an dahi yalnız bırakmadığı yetim…

 Mekke’de dost-düşman herkesin parmakla gösterdiği müstesnâ insan…

 O’nu sevenlerin duydukları hakiki sevgiyi anlatmak bile güç. ‘Tatmayan bilmez’ denilmiştir.

 Kurân’da adı geçen tek sahabî Zeyd b. Harise’yi (r.a) duymayan var mı aramızda? Ya onun, kendisini kurtarmak üzere dirhemlerle gelen babasına, nazikçe ama kararlılıkla Efendimizin yanından kalmayı tercih ettiğini söylediğini bilen? İnsan niçin öz babasıyla evine, ocağına dönmek istemez ki?

 Hz. Ebû Bekr’in, tavaf esnasında çıkan kargaşada Allah Rasûlü’nü korumak için bayılıncaya kadar dövülmeyi göze alması, ayıldığında ise ilk olarak:

 “Rasûlullâh nasıl? Beni, O’na götürün” demesi, tedaviyi ve kendisine sunulan su ve benzeri ikramları geri çevirmesi, kalbinin derinliklerinde hissettiği Peygamber aşkından başka ne ile izah edilebilir?

 Hz. Ali efendimizin, hicret gecesinde öldürülebileceğini bile bile O’nun yatağına uzanması da yaşadığı aşkın cilvesidir elbette.

 “Rasûlullâh’a olan sevginiz nasıldı?” diye sorulunca:

 “Allah’a yemin olsun ki O, bize mallarımızdan, evladımızdan annelerimizden ve babalarımızdan daha sevgili idi. Susuzluktan yanan insana soğuk sudan daha sevgili idi”(Kâdî İyaz, Şifâ, II, /51) cevabını vermiştir kerramallâhu vech.

 Ya Hz. Ömer’in, Efendimizi üzecek en ufak hadisede aslan kesilmesi, gözlerinin çakmak çakmak olması, Rasûlullâh’ın, “Sakin ol!” talimatıyla derhal bu hâlet-i ruhiyeden sıyrılarak uysallaşması… Böyle bir şey ancak aşkın yaptırımıyla gerçekleşebilir.

 Sahâbe-i kirâm efendilerimizin, Rasûl-i Kibriyâ’ya duydukları sevgiden nâşî saygı, derhal fark edilir.

 Kubâs b. Üşeym (r.a):

 “Peygamber (s.a.s) ve ben, Fil Senesi’nde doğduk” deyince Hz. Osman ona:

 “Sen mi daha büyüksün, yoksa Peygamber (a.s) mi?” diye sorar. Cevaba bakınız:

 “Peygamber (a.s), benden çok çok ve târife sığmaz derecede büyüktür. Doğumda ise ben O’ndan daha eskiyim.” (Tirmizî, Menâkıb, 2/3619)

 Edeb yâ Hû!

 Hicrette “Emanetleri teslim ettikten sonra bana kavuş” emrini alan Hz. Ali’nin, ayakları yarılıp güçlükle kendini sevgilisinin yanına atmasına ne demeli? Ne olursa olsun gelmeliydi, çünkü aşk çekiyordu onu beş yaşından beri.

 Gerçekleşen hicret hemen her sorunu bitirmiş miydi? Şüphesiz ki hayır. Bir süre tedirginlik oldu Medine’de. Öyle ya… On bin nüfusu olan şehrin sadece bin beş yüz kadarı müslümandı başlangıçta.

 Kimisi gece uyuyamadı, Efendimiz rahatça istirahat edebilsin diye. Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle anlatmaktadır:

 “Rasûlullâh (s.a.s) Medine’ye gelişinde bir gece uyuyamadı ve:

 ‘Keşke ashabımdan salih bir zat bu gece beni korusa’ diye dua buyurdu. Biz bu durumda iken dışarıdan bir silah hışırtısı duyduk. Rasûlullâh (s.a.s):

 ‘Kim o?’ dedi. Gelen zat:

 ‘Sa’d b. Ebî Vakkas’ım’ karşılığını verdi. Rasûlullâh (s.a.s), ona:

 ‘Neden buraya geldin?’ diye sorduğunda Sa’d, şöyle cevap verdi:

 ‘İçime Rasûlullâh (s.a.s) hakkında bir korku düştü de onu korumak için geldim.’ Bunun üzerine Rasûlullâh (a.s) ona dua etti ve sonra da uyudu.”(Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 5)

 Kimisi de belki de tarihin kırılma noktalarından birinde, Bedir kuyularının yanında, Allah Rasûlü’nün ensârın görüşünü almak istediği bir anda O’nu öylesine sevindirdi ki…

 Aziz sahabî Sa’d b. Muâz’ı (r.a), şu sözleri söylemeye muhabbetten başka ne itmiş olabilir ki!

 “Yâ Rasûlallah! Sen, istediğini yap! Seni hak peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki, sen bize şu denizi gösterip dalsan, seninle birlikte biz de dalarız, içimizden hiç kimse geri kalmaz!”

 Sevgiden kaynaklanan bu kararlı cümlelerle maksat hâsıl olmuştu işte. O’na bir kez tebessüm ettirebilmek ne büyük saadet…

 Sahabe-i kirâm, cihat meydanlarında da aşkın eyleme dönüşmesine canlı örneklik etmişlerdir.

 Uhud’da, Rasûlullâh’ı göremeyen Hz. Ali’nin kılıcının kınını kırıp düşman saflarına dalması, onlarca ensârın Efendimizin gözünün önünde O’nu korumak için şehâdete koşması, Talha b. Ubeydullâh’ın Efendimize atılan bir oka elini uzatarak çolak kalması, yine bu sahabînin artık dermanı kalmayan Peygamberimizi Uhud kayalıklarına kadar sırtında taşıması, Ebû Ubeyde’nin Rasûlullâh’ın mübarek şakaklarına batan iki demir halkayı çıkarır iken halkalarla birlikte iki ön dişinin çıkması ve daha yüzlerce hâdise…

 Aşk-ı Rasûl, sahâbe efendilerimizi öylesine sarmıştı ki ölüm korkusu bile onları, Rasûlullâh’tan ayıramadı.

 Mekkeli müşrikler, Zeyd b. Desinne’yi (r.a) öldürmek için Harem bölgesi dışına çıkarmışlardı. O sırada Ebû Süfyân ona:

 “Sana Allah adına and veriyor ve soruyorum: Şimdi yanımızda, senin yerine Muhammed bulunup da onun boynunu vurmamızı, senin ise ailenin içinde sağ salim yaşamanı arzu etmez misin?” dedi.

 Zeyd b. Desinne:

 “Vallahi, ben ailem içinde sağ salim oturup da Muhammed’in (aleyhisselam) -değil sizin yanınızda, hatta şimdi bulunduğu yende bile-ayağına bir dikenin batmasına, batıp incitmesine razı olamam!” dedi.

 Ebû Süfyân:

 “Ben, insanlar içinde, ashabının Muhammed’i sevdiği gibi, hiçbir kimsenin hiçbir kimseyi sevdiğini görmemişimdir!” demekten kendini alamadı.( İbn İshak-İbn Hisam, Sîre, III, 181, Vâkıdî, Megâzî, I, 362, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, II, 56, Taberî, Târih, III, 31)

 Yapılan maddi fedakârlıklar, O’na olan itimat ve muhabbetin önemli tezâhürlerinden olsa gerek. Hz. Osmân (r.a), o gün için Tebük seferine yaptığı büyük katkı sebebiyle Efendimizin yüzünü güldürmüştür. Öyle ki Rasûl-i Ekrem onun hakkında:

 “Ey Allah’ım! Ben Osman’dan râzıyım, sen de razı ol” diye dua etmiş ve “Hz. Osman’ın bundan sonra olmuş olacak şeylerden bir sorumluluğunun bulunmayacağını” bildirmiştir. (Ahmed b. Hanbel, IV, 75; Vâkıdî, Meğâzî, III, 991; İbn İshâk-İbn Hişâm, Sîre, IV, 161) Ne büyük devlet!

 Bugün, Rızâ-yı Bârî için benzer fedakârlıklar yapılsa yine O’nu sevindirmiş olmaz mıyız? Şüphesiz…

 Ya küçük Enes’i (r.a), hizmet etsin diye O’na takdim eden ensârî hanıma ne demeli!

 Kadınların, Efendimize olan muhabbeti bu örnekle sınırlı mıdır, şüphesiz ki hayır.

 Uhud savaşından sonra bazı kimselerin şehid olduğu haberi Medine’de hızla yayılınca, Medine’nin her tarafından çığlıklar kopmuştu. İşte bu sırada savaş meydanına giden kocası, oğul ve kardeşinin cenazesiyle karşılaşan, ensârdan Sümeyrâ isimli bir kadın, bunca felaketin dehşeti arasında:

 “Rasûlullah nerede, nasıldır O?” diye soruyordu. Derken O’nu sağ bulunca Allah’a hamd etmiş, yanına giderek, elbisesinin eteğinden tutup:

 “Sen sağ olduktan sonra, hiç bir musibetin tesiri yoktur” demiştir. Var mıdır tarihte böyle bir hâdise?

 Pervâneler hakiki aşkı, geçici olana tercih etmişlerdir.

 Huneyn seferi sonrası Allah Rasûlü’nün, yeni ihtidâ edenlere ganimetten bol bol vermesi ileri geri konuşmalara sebep olmuştu. Rasûlullâh (s.a.s):

 “Ey Ensâr cemaati! Birtakım insanlar aldıkları dünyalıklar, davarlar ve develerle çıkıp giderlerken, sizler Rasûlullâh ile birlikte yurdunuza dönüp gitmeye razı değil misiniz?” buyurunca hıçkıra hıçkıra ağlamışlar, söylediklerine pişman olmuşlar ve bir kez daha aşk ve sadâkatlerini ispat etmişlerdir.

 Efendimiz aleyhisselâmın vefatı sahâbe efendilerimizi derinden sarsmıştır.

 Vefatında; o dirayetli, iradesine hâkim, “şeytanın bile görünce yolunu değiştirdiği” Ömer (r.a), Efendimize duyduğu engin muhabbetten çevresini tedirgin edecek derecede kendisini kaybetmiş, ancak Hz. Ebû Bekr’in (r.a) o meşhur konuşmasıyla toparlanabilmiştir.

 Ayrılığına insanlar bir tarafa, Cuma günü dinlenmek için kendisine yaslandığı bir hurma kütüğü bile dayanamaz iken...

 Enes (r.a) şöyle anlatır hadiseyi:

 “Efendimiz için iki basamaklı bir minber yapıldı. Rasûlullâh hutbe okumak üzere minberin üzerine çıkınca, kütük Rasûlullâh’a olan özleminden dolayı ağladı. Ben mescitteyken, kütüğün özlem duyarak inleyip ağladığını duydum. Rasûlullâh (s.a.s) minberden ininceye kadar durmadan ağla­dı. İnip kütüğü okşadıktan sonra sustu.”

 Son kerîmesi Fatma (r.anhâ) annemizin ağıtı şöyledir Aziz Babasına:

 “Ey Rabbine kendisinden daha yakını bulunmayan babam!

 Ey makamı Firdevs cennetinde olan babam!

 Ey Rabbin davetine icabet eden babam!

 Ey vefatı bize Cebrail’ce haber verilen babam!”

 Habib-i Kibriyâ (s.a.s) Efendimize duyulan derin muhabbet, bakınız İbrahim b. Abdurrahman b. Abdülkarî’nin rivayetinde hangi raddeye varmıştır. Ayrıca ‘Kutsal Emanetlere’ duyulan saygının nereden kaynaklandığını merak edenlere bu satırlar…

 “Bir defasında Abdullah b. Ömer’i (r.a) gördüm; Rasûlullâh’ın minberde oturduğu yere elini sürüyor, sonrada yüzünü sıvazlıyordu.”

 Bir benzeri de Yezid b. Abdullah b. Kusayt (r.a) rivayetinde geçer.

 “Rasûlullâh’ın sahabelerinden bazılarını görüyordum. Mescid boşaldıktan sonra Efendimizin (s.a.s) sağlığında iken oturduğu minberin, Ravza-i Mutahhara tarafında olan kısmını sağ elleriyle tutuyorlar, sonra kıbleye yönelerek dua ediyorlardı.”

 Ağır işkencelerden dolayı bayılmasına, şuurunu kaybetmesine rağmen “ehâd, ehâd” nidalarıyla gök kubbeyi çınlatan, elinden geldiğince Allah Rasûlü’nün (s.a.s) yanından ayrılmayan, müezzinlerin pîri Bilâl-i Habeşî (r.a), O’nun vefâtından sonra artık Medine’de kalamamış, uzaklaşırken daha çok yakınlaşmak istercesine Şam taraflarına göç ederek burada vefat etmiştir.

 Şam’da son saatlerini yaşıyor iken hanımı:

 “Ah benim üzüntüm!” dedi. Bunun üzerine Bilâl (r.a):

 “Ah benim sevincim! Yarın ben, sevgili dostlarıma, Muhammed’ime ve ashâbına kavuşuyorum”(Kâdî İyaz, Şifâ, II, 53) dedi.

 Sünnetini yaşamaya ve yaşatmaya çalışmak da O’na olan özlemin açık bir tezâhürüdür elbette. Vefatı sonrasında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’e:

 “Haydi, Ümmü Eymen’e gidelim de, Rasûlullâh aleyhisselâm onu nasıl ziyaret ediyor idiyse biz de ziyaret edelim!” diyerek Efendimizin dadısı ziyaret edilmiştir.

 Kendisine soğutulmuş su getirilen Hz. Ebû Bekr’in:

 “Rasûlullâh, sağlığında bunun gibisini içmedi” diyerek ikramı geri çevirmesi de ibret almak isteyenlere.

 

 Ateşi aşkınla yandır kalbimi subhu mesâh

 Çünkü hayran olmuşum ben bezm-i elestte sana

 Hubbi dünyadan ayrıl al kalbimi senden yana

 Ey habibi kibriyâ ismi Muhammed Mustafa

 

 Tutun talip bu yola, arzu halimdir sana

 Tut elim aktab-ı ebrâr kurb-i ahyâr aşkına

 Böylece gelsin hidayet bu yakışır şanına

 Ey habibi kibriyâ ismi Muhammed Mustafa

Top