Rahmet, mağfiret ve merhametin membaı şüphesiz Allah Teâlâ’dır. Yaratan, yaşatan, rızıklandıran ve en-nihaye yok eden O’dur. Hal böyleyken, başta insan olmak üzere bütün mahlûkat az ya da çok yekdiğerine muhtaçtır. Sünnetullah böyledir.
Hal böyleyken, başta insan olmak üzere bütün mahlûkat az ya da çok yekdiğerine muhtaçtır. Sünnetullah böyledir.
Hürmetine, yüzü suyu hürmetine, hatırına… gibi kavramlar affa, merhamete ve rahmete vesile olan varlıkları akla getirir ki bunların başında her biri büyük kıymeti haiz “peygamberler” gelir.
Nitekim “Oysa sen onların (Mekkeli müşriklerin) içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Ve onlar bağışlanma dilemektelerken de Allah onları azaplandıracak değildir.”(Enfâl, 8/33)ilahi fermanının muhatabı Sevgili Peygamberimiz’dir.
Çünkü O, rahmetin kendisiydi. O’nun bulunduğu yere azap indirmek imkân ve ihtimal dâhilinde değildi. Ve hiçbir kavim, peygamberleri içlerinden alınmadan toplu azaba uğratılmamıştı. Allah’ın sünneti böyle tecelli etmiştir tarih boyunca.
Ya âyetin son kısmına ne demeli?
Kâfirlerin elem verici bir azap ile cezalandırılmamaları hak etmediklerinden dolayı değil, Allah Teâlâ’nın, Rasûlü’ne ve ileride tevbe edip istiğfarı söz konusu olanlara büyük lütfu sebebiyledir. Çünkü onların arasında istiğfar eden ya da edecek olanlar bulunuyorken azap etmek, ilahî adalete muhaliftir. (Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, Enfâl sûresi, 33. âyetin tefsiri)
Yüce Allah (c.c), Hz. Peygamber hatırına ve dışa vurmasalar da içinden pişmanlık duyup istiğfar edenlerin bu hayıflanmaları hürmetine azabı kaldırıyor, erteliyor.
Diğer grup ise “iman sahibi” kullardır.
“Onlar inkâr eden ve sizin Mescid-i Haram'ı ziyaretinizi ve bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasını men edenlerdir. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız mümin erkeklerle, mümin kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle bir vebalin altında kalmanız ihtimali olmasaydı, Allah savaşı önlemezdi. Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır. Eğer onlar birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkâr edenleri elemli bir azaba çarptırırdık.” (Fetih, 48/25)
Umre niyetiyle Medine’den yola çıkan ancak Hudeybiye’de bekletilen Müslümanlar, Mekkeli müşriklerin engeline takılmış gibi gözükseler de işin aslının böyle olmadığı anlaşılıyor. Gerçekte Hakk Teâlâ, dönemin şartları gereği Mekke’de İslâmlığını gizleyen Müslüman kadın ve erkeklerin hürmetine Mekke’nin mağrur ve muannit inkârcılarına azap kapısını kapatıyor.
Yine hadiste zikredilenler de rahmet ve merhameti celp etmektedir.
“Beli bükülmüş ihtiyarlar, süt emen bebekler, otlayan hayvanlar olmasaydı belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti.”(Aclunî, Keşfu'l-Hafâ, 2/230)
Anlaşılan Hakk Teâlâ, yarattıkları arasında hakiki iman ve ihlâs sahibi kulları ile masumiyetin sembolü kabul edilen varlıklara büyük ehemmiyet veriyor. Ki onların hürmetine nice belaları kaldırıyor, elem verici azabını erteliyor, af ve mağfiret kapılarını ardına kadar açıyor.
Zaman ilerledikçe kıymeti artan sabikûnun/geçmişlerimizin ALLAH’IN RAHMETİNE VESİLE olan halis kullarına ve mahlûkatına neden bu kadar değer verdiklerini, onlar adına türlü eserler ve müesseseler vücuda getirdiklerini şimdi daha iyi anlayabiliyoruz sanırım…
http://zuhurdergisi.com dergisinden alıntıdır.