Hamd Cenâb-ı Allah (c.c.)’a mahsustur. Selam, Cenâb-ı Allah’ın seçkin kulları üzerine olsun. Allah (c.c.) sana ikram eylesin. Ben tasavvuf ehlinin devamlı yaptığı zikir halkalarının meşruiyetinden, mescitlerdeki açık zikir hakkında ve tehlil ederken sesi yükseltmek hususundaki durumları sordum. Acaba bu durum mekruh mudur, yoksa değil midir?
Cevap olarak cehrî zikri yapma (riya vb.) durumlarda kerahet olabilir denilmiştir. Bunun için, zikri gizli yapmayı gerektiren Hadîs-i Şerîfler vardır. İkisinin arasını bulmak şahıs, yer ve zamana göre farklı durumlar arz eder. Nitekim bu hususta Nevevî merhum, cehrî zikrin mübah oluşuna işaret eden Hadîs-i Şerîfleri toplamıştır. İşte onları bölüm bölüm açıklıyorum.
BİRİNCİ HADİS
اخرج البحارى عن ابى هريرة رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلىالله عليه وسلم: يقول الله تعالى: أنا عند حسن ظن عبدى بى وأنا معه اذا ذكرنى فان ذكرنى فى نفسه ذكرته فى نفسى وان ذكرنى فى ملاء ذكرته فى ملاء خير منهم. والذكر فى الملاء لايكون الا عن جهر.
TERCÜMESİ
“Buharî, Ebû Hureyre’den tahriç etmiştir. Müşârun ileyh, Resûlullah (s.a.v.)’ın şöyle buyurduğunu haber veriyor. Cenâb-ı Allah (c.c.) buyuruyor ki: Ben kulumun bana olan hüsn-i zannı üzerineyim. Beni zikrettiği zaman onunla beraberim. O beni kendi nefsinde anarsa ben de onu kendi nefsimde zikrederim. Şayet o beni bir toplulukta zikrederse ben de onu o topluluktan çok daha hayırlı olan bir yerde anarım.” Toplulukta anmak ise ancak açıktan açığa, yani cehrî olabilir.
İZAHI
Hadîs-i Şerîf’ten anlaşılmaktadır ki; zâkir Cenâb-ı Allah’ı sessizce içinden zikrederse, bu bir toplulukta yapılan cehrî zikirden fazilet bakımından daha azdır. Ölünceye kadar Rabbi’ne ibadet edilmekle emrolunan ve bu sorumluluğu taşıma mecburiyetinde bulunan insan, yaradanına karşı tam teslim olmalıdır. Musibet ve belalara sabretmek, nimetlere şükretmek kulun görevidir. Veren de alan da Cenâb-ı Allah’tır. O, kudret ve kuvvet sahibidir. Bizlere karşı merhametli ve çok ve’fet sahibidir. Verdiğine hiç kimse mani olamaz, verdiğinden de kimsenin zorla almaya gücü yetmez. Kâinatta her şey onun emriyle olur. Şerler gelir ve geçer, peşinden sevindirici olaylar zuhur eder. Musibetler peş peşe yağar, ondan sonra o azap bulutları kaybolur. Peşinden apaydınlık güneş çıkar.
Hadîs-i Şerîf’ten anlaşılan hususları şöylece sıralayabiliriz:
1. Kul kendini yoktan var edip yaratan Cenâb-ı Allah’a karşı hüsn-i zan üzerinde olmalıdır. İnsanın başına gelen bela ve musibetlerden dolayı ümitsizliğe kapılıp da artık Cenâb-ı Allah beni terk etti veya sevmiyor şeklinde yese düşüp diğer emirleri bir kenara itmemelidir. İnsanı şeytan bu noktada çok çabuk aldatmaktadır. Bilakis kişi böyle anlarda metanetli olup, tamamen Allah’a teslim olmalıdır. Dua ettiği zaman kabul edildiğine, hemen olmasa bile bir müddet sonra da olsa duasının icabet göreceğine hüsn-i zan beslemelidir. Cenâb-ı Allah, kendisine samimiyet ve ihlas ile bağlı olan müminleri hiçbir şekilde yardımsız bırakmamış, dilek ve dualarını hemen olmasa bile bir müddet sonra kabul etmiştir.
Hadîs-i Şerîf’i, Buharî ve Müslim, Ebû Hureyre’den merfûan rivayet etmişlerdir.
2. Kul, Cenâb-ı Allah’ı zikrettiği zaman Cenâb-ı Allah yardımı ile onunla beraber olacaktır. Nitekim, hadiste yine şöyle gelmiştir: أنا جليس من ذكرنى“Ben, beni zikredenle beraberim.”[1] Allah (c.c.) insanlara her şeyden daha yakındır. Yeter ki ilk adımı kulun kendisi atsın. Bu adımı atmayan veya Cenâb-ı Allah’ı zikretmeyen, onu unutan gafillerden olur.
ولاتكونوا كالذين نسوا الله فانسيهم انفسهم اولئك هم الفاسقون*
“Allah’ı unutup ta Allah’ın kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir.”[2]
3. Cenâb-ı Allah’ı kendi içinde zikretmek: Zikrullah için şartlar her zaman müsait olmayabilir. O zaman evinin bir köşesinde Cenâb-ı Allah’ı zikretmenin manevi zevkine doyum olmaz. Hele böyle bir anda Allah korkusundan gözlerinden yaş akıtmak, Hadîs-i Şerîf’te de belirtildiği gibi, kıyamet günü her gözün ağlayacağı dehşet anında ağlamayacaktır. ذكر الله حاليا ففاضت عينا Allah’ı tenhada zikredip de gözü yaşaran kimse[3] hiçbir gölgenin olmadığı o günde, Cenâb-ı Allah’ın himayesinde olacaktır.
Tenha ve Cenâb-ı Allah’tan başkasının duyup bilemeyeceği yerlerde kendisini zikreden kimsenin onun katında yüksek bir yeri vardır. Böyle bir zikrin derecesini Allah meleklerine bile bildirmemiş, kendi yanında mahfuz tutmuştur.
4. Bir cemaat teşkil edip zikrullahta bulunan bir cemaati, Cenâb-ı Allah o cemaatten daha hayırlı olan melekler cemaatinde yâd eder. İnsanlarda ruhu kemale erebilen bahtiyarlar vardır, sayısızdır. Bir zikir meclisinde hep iyileri toplamak mümkün olmayabilir. Tesadüfen orada bulunanlardan tut da, başka başka gayelerle meclise iştirak edenler olabilir. Bu gibilerin durumuna tercümesini iki numarada verdiğimiz Hadîs-i Şerîf açıklık getirmektedir.
Zikir ehli ile zikir ehli olmayan kimseler arasında farklar vardır. Bu zahirde görülebileceği gibi, görülmeyen farklarda olur.
مثل الذى يذكر ربه والذى لايذكر مثل الحى والميت
“Rabbini zikredenle zikretmeyen, ölü ile dirinin benzeri gibidir.”[4]
İKİNCİ HADİS
الحديث الثانى: اخرج مسلم والحاكم واللفظ له عن ابى هريرة رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلىالله عليه وسلم: ان الله ملائكة سيارة فضلاء يلتمسون مجالس الذكر فى الارض فاذا آتوا على مجلس الذكر حف بعضهم بعضاً بأجنحتهم الى السماء قال فيسئلهم الله عز وجل من اين جئتم ؟ فيقولون : جئنا من عند عبادك يسبحونك و يذكرونك و يحمدونك و يهللونك و يسئلونك و يستجرونك فيقول: مايسئلونى وهو سبحانه اعلم. فيقولون يسئلونك الجنة فيقول هل رأوها فيقولون لايارب فيقول فكيف لو رأوها فيقول ومما يستجرونى وهو سبحانه اعلم فيقولون من النار فيقول وهل رأوها فيقولون لا فيقول فكيف لو رأوها ثم يقول عز و جل: أشهد انى قد غفرت لهم و اعطيتهم ما يسئلونى و اجرتهم مما استجارونى. فيقولون ربنا ان فيهم عبداً خطأ جلس اليهم وليس منهم فيقول وهو ايضاً قد غفرت لهم هم قوم لايشقى جليسهم.
Hadîs-i Şerîf’i, Müslim ve Hakîm tahriç etmişlerdir. Ebû Hureyre (r.a.)’den Resûlullah (s.a.v.)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Cenâb-ı Allah’ın yeryüzünde dolaşıp duran, faziletli, ilim meclislerini arayan melekleri vardır. Zikir meclisine uğradıkları zaman semaya kadar kanatlarıyla onları kuşatırlar. Resûlullah buyurdu ki: Cenâb-ı Allah (c.c.) onlara nereden geldiklerini sorar. Onlar da:
— Kullarının yanından geliyoruz, onlar seni tesbih ediyorlar, tekbir getiriyorlar, sana hamd ediyorlar, seni tehlil ediyorlar, senden istiyorlar ve senin azabından istiâze ediyorlar” derler. Cenâb-ı Allah, onların durumunu meleklerden çok iyi bildiği halde:
— Onlar benden ne istiyorlar? diye sorar. Onlar da:
— Cennetini istiyorlar, derler. Cenâb-ı Allah (c.c.):
— Cenneti görmüşler mi? buyurur. Onlar:
— Hayır ya Rabbi görmediler, derler. Cenâb-ı Allah:
— Ya görselerdi ne olurdu? buyurur. Cenabı Allah (c.c.), her şeyi çok iyi bildiği halde yine sorar:
— Bana neden sığınıyorlar? Onlar da:
— Cehennemden derler. Cenâb-ı Allah(c.c.):
— Cehennemi gördüler mi? diye sorar. Onlar da:
— Hayır, derler. Cenâb-ı Allah (c.c.):
— Onu görselerdi ne yaparlardı? der. Bundan sonra Cenâb-ı Allah şöyle buyurur:
— Şahit olunuz onları mağfiret ettim, benden istediklerini onlara verdim, benden istiâze ettiklerinden onları kurtardım. Bunun üzerine melekler:
— Ey Rabbimiz! Onlardan olmadığı halde hatâen onlarla beraber oturan bir kul vardı içlerinde (onu da mı affettin?),derler.
Cenâb-ı Allah (c.c.):
— Onu da affettim. Onlar öyle bir kavimdir ki, onlarla beraber oturup kalkanlar bile cehennemlik olmazlar, buyurdu.”
Hadîs-i Şerîf’in İşaret Ettiği Hususlar:
1. Cenâb-ı Allah’ın yeryüzünde gezici melekleri vardır.
2. Bu melekler ilim ve zikir meclislerini ararlar.
3. İlim ve zikir meclisine uğrayan melekler kanatları ile o mecliste olanları kuşatırlar.
4. Böyle meclislerdeki evrat ve ezkar şunlar olmalıdır.
a. Tesbih
b. Tekbir
c. Hamd
d. Tehlil
e. İstiğfar
f. Cehennnem azabından istiâze
5. Zikir meclisindekilerin Cenâb-ı Allah’tan istedikleri şeyler:
a. Cenneti isteyip, cehennemden kurtulmak
b. Onlarla oturup kalkanların bile şaki, yani cehennemlik olmayacağı. Onun için Allah’ın dostları ile dost olup düşmanlarını sevmemek, onlardan hoşlanmamak gerekir.
المرأ مع من احب
“Kişi sevdiği ile beraber olur.”[5]
Bu Hadîs-i Şerîf, şu olay sebebiyle vürut etmiştir. Kudâme b. Safvan, Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte Mekke’den Medine’ye hicret etmişti. Resûlullah (s.a.v.)’e: “Yâ Resûlallah! Ben seni çok seviyorum.” demiş, o da: “Kişi sevdiği ile berabedir” buyurmuşlardır. Hadîs-i Şerîf başka yollarla ve başka sebeplere binaen de rivayet edilmiştir. Onlardan birisi de şudur: Bir Arabî, Resûlullah’a gelip şunu sordu: “Kıyamet günü ne zamandır? Resûlullah: “Kıyâmet gününe ne hazırladın?” buyurdular. O da: “Ben kıyâmet günü için fazla namaz, fazla oruç, fazla hacdan bir şey hazırlamadım. Allah’ı ve O’nun Resûlünü de seviyorum” deyince, “Sen sevdiğin ile berabersin” buyurdular. Nitekim ayette de Cenâb-ı Allah:
لاتـتخذوا المؤمنون الكافرين اولـياء من دون المؤمنين*
“ Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler.”[6]
Şairin de dediği gibi:
لو كان حبك صادقا لأطعته ان المحب لمن يحب مطيع
“Eğer sevdiğine sadık olsa idin ona itaat ederdin. Zira seven sevdiğine itaat eder.”
ÜÇÜNCÜ HADİS
اخرج البزاز والحاكم فى المستدرك و صصحه عن جابر رضى الله عنه قال: خرج علينا النبى عليه السلام فقال: ياايها الناس ان الله سرايا من الملائكة تحل وتقف على مجالس الذكر فاغدوا و روحوا فى ذكرالله
“Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) bizim yanımıza geldi ve buyurdu ki; Ey inananlar Cenâb-ı Allah’ın dolaşıcı, zikir meclislerine inip duran melekleri vardır. Zikrullaha erkenden gidiniz.” (Hadisi, Bezzâz Hakim müstedrekinde tahriç etmiştir.)
İZAHI
Dört büyük meleğin dışında çeşitli vazifelerle görevlendirilmiş melekler vardır. Cenâb-ı Allah’ı zikreden meclislere uğrayan bu melekler demek ki sadece o vazife için halk olunmuşlardır.
Şu hadîs-i şerîfte de Resûlullah (s.a.v.):
اذا مررتم برياض الجنة فارتعوا قالوا: وما رياض الجنة؟ قال:حلقة الذكر
“Cennet bahçelerine uğradığınız zaman, oradan istifade ediniz. (Cennet bahçeleri hangisidir?) dediler. O da: (Zikir halkalarıdır) buyurdu.”[7]
ياايهاالذين لاتلهكم اموالكم ولا اولادكم عن ذكرالله ومن يفعل ذلك فاولئك هم الخاسرون *
“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasın. Kim böyle yaparsa, işte onlar hüsranda olanların ta kendileridir.”[8]
DÖRDÜNCÜ HADİS
اخرج مسلم والترميذى عن ابى هريرة رضىالله عنه وابى سعيد الخدرى رضىالله عنه قال: قال رسول الله صلىالله عليه وسلم ما من قوم يذكرون الله تعالى الا حفتهم الملائكة وغشيتهم الرحمة ونزلت عليهم السكينة وذكرهم الله سبحانه فيمن عنده
“Ebû Saidi Hudrî’den Rivayet olunmuştur ki, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: Allah’ı zikreden hiçbir kavim yoktur ki, melekler onları kuşatmış, Allah’ın rahmeti onları bürümüş, üzerlerine “sekîne” inmiş ve Cenâb-ı Allah onları kendi nezdinde olan meleklerine övmemiş olsun.” (Müslim ve Tirmizi, Ebû Hureyre’den rivayet etmiştir).
İZAHI
“Sekîne” ne demektir? Sekîne kalbin Cenâb-ı Allah’a tam bağlılığı sayesinde korkudan uzaklaşıp, huzur içerisinde olmasıdır. Nitekim Ayette de şöyle buyurulmuştur:
هو الذى انزل السكينة فى قلوب المئمنين*
“Cenâb-ı Allah Sekîneyi müminlerin kalplerine indirdi.”[9]
Sekîneden maksadın, bir melek olduğu ve müminlerin kalplerine huzur ve emniyeti yerleştirdiği şeklinde tefsir edenler de olmuştur. Nitekim Hz. Ömer (r.a.) hakkında:
ان السكينة لتـنطق على لسان عمر
“Muhakkak ki sekîne, Hz. Ömer’in lisanında konuşur.”[10] Sekîneyi akıl ile izah edenlerde vardır. İnsanı kötülüklerden, şehevî arzu ve isteklerden alıkoyan akıl, nimetlerin en büyüklerindendir. Zikirle kalbin huzura ereceğini işaret eden şu ayette buyuruluyor ki:
و تطمئن قلوبهم بذكرالله*
“Onların kalpleri, Cenâb-ı Allah’ın zikriyle mutmain olur.”[11]
Bu hal Resûlullah (s.a.v.)’ta, bilhassa vahyin inişi anında çok görülüyordu. Zeyd b. Sabit -ki vaiy kâtiplerinden idi- şöyle buyuruyorlar:
كنت الى جنب رسول الله صلىالله عليه وسلم فغشيته السكينة
“Ben, Resûlullah (s.a.v.)’ın yanıbaşında bulunuyordum da onu sekîne kaplamıştı.”[12] Görülüyor ki bu öyle huzur ve rahatlıktır ki; Cenâb-ı Allah, onu istediği kullarının kalbine atar ve onu rahat ettirir. İşte bu hal Resûlullah (s.a.v.)’ta Kur’ân’ın inişi esnasında görülüyordu ki, dalma, gaybet ve sükûn halidir.
İbn-i Mesut’tan gelen bir rivayette de:
السكينة مغنم وتركها مغوم
“Sekînet hali ganimettir, onu terk etmek ise borçlanmaktır.”[13]
Kelimeye rahmet manası da verilmiştir. Kelimenin, bunlardan başka manalara geldiğini söyleyenler de olmuştur. Fakat en önemli olanları bunlardır.
هوالذى انزل السكينة فى قلوب المئمنين ليزدادوا ايمانا مع ايمانهم*
“Allah odur ki, imanları üstüne iman artırsınlar diye müminlerin kalbine manevi huzuru indirdi.”[14]
Hudeybiye’de ağaç altında biat eden müminler hakkında da şöyle buyuruluyor:
فعلم ما فى قلوبهم فانزل السكينة عليهم*
“Böylece kalplerinde olan sadakatı bildi de üzerlerine manevi huzuru indirdi.”[15]
Yine Cenâb-ı Allah:
فانزل الله سكينته على رسوله وعلى المؤمنين*
“Hani o kâfir olanlar, kalplerindeki taassuba (cahiliyet gayretine) sarıldıkları sırada Allah, Resulü’nün ve müminlerin üzerine manevi huzuru indirmişti.”[16]
Görülüyor ki sekîne, Allah Resulü’ne sadece inhisar ettirilmemiş, bunun içine müminlerde dâhil edilmiştir. Ama bu nimeten inanmayanlar mahrum edilmiştir. Kur’ân okuyan, Allah’ı zikreden müminlerin üzerine sekînenin bir rahmet bulutu halinde inmesi de vardır.
Bera b. Azib (r.a.)’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ashaptan bir kişi, bir gece Kehf Sûresi’ni okumuştu. Evinde de bir atı vardı. Bu sırada at ürkmeye başladı. Bunun üzerine o zat: (Ya Rabbi! Sen âfetten emin kıl.) diye dua etti. Hemen o zatı duman gibi birşey yahut bir bulut kapladı. Sonra bu vakayı Nebi (s.a.v.)’e hikâye etti. Resûlullah: (Oku ey kişi! Çünkü o bulut gibi görülen şey sekîne idi. Kur’ân’ı dinlemek için yahut Kur’ân’ı tebcil için inmişti) buyurdu.”[17]
Savaşlarda ve korku anlarında Cenâb-ı Allah’ın yardımı ile müminlerin üzerine bir huzur, bir rahmet ve bir sekîne çöker. “Sonra Allah, sekînesini onun üzerine indirdi ve onların göremeyeceği askerlerle onu teyid etti.”[18]
Cenâb-ı Allah rahmetiyle bütün mahlûkatı kuşatmıştır. Kul da rahmete vesile olan yolları aramalıdır. Üç beş kişi bir araya gelince, Mevlâ’yı zikretmelidir. Böyle zikirden gafil olanlar hakkında ise şu hadîs-i şerîf, ne kadar ibretle okuyup düşünmemiz gereken bir hadistir.
عن ابى هريرة قال: قال رسول الله صلىالله عليه وسلم: ما من قوم يقومون من مجلس لا يذكرون الله فيه الا قاموا عن مثل جيفة حمار وكان لهم حسرة ً يوم القيامة
Ebû Hureyre (r.a.), Resûlullah (s.a.v.)’ın şöyle buyurduğunu haber vermiştir: “Bir kavim, bir mecliste otururlar da Cenâb-ı Allah’ı zikretmeden kalkarlar ise, sanki eşek leşini yemiş gibi kalkmış olurlar ve (o meclis) onlar için kıyâmet gününde hasret ve pişmanlık olur.”[19]
Yine bu hadise yakın manada, bir başka hadisi daha görüyoruz.
من جلس مجلسا لم يذكر الله فيه كان عليه تـرة ً
“Bir meclise oturup Allah’ı zikretmeyen kişi için bu, aleyhinde bir noksanlık olur.”[20]
BEŞİNCİ HADİS
اخرج مسلم والترميذى عن معاوية: أن النبى صلى الله عليه وسلم خرج على حلقة من اصحابه فقال ما يجلسكم قالوا فنذكر الله تعالى و نحمده فقال اتانى جبريل عليه السلام فاخبرنى ان الله تعالى يباهى بكم الملائكة
Müslim ve Tirmizi tahriç etmişlerdir.
“Muaviye’den rivayet edilmiştir ki; Resûlullah (s.a.v.), ashabından olan bir halkanın yanından geçti ve (Sizi bekleten nedir?) buyurdular. Onlar da: (Cenâb-ı Allah’ı (c.c.) zikrediyor ve ona hamdediyoruz) dediler. O da şöyle buyurdu: (Bana Cebrail (a.s.) gelip, Cenâb-ı Allah’ın (c.c.) sizinle meleklere iftihar ettiğini haber verdi.)”
Her türlü hamd ve sena Cenâb-ı Allah (c.c.)’a aittir. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Bütün âlem ona muhtaçtır. Hadislerde bu şekilde teşbih yollu temsiller getirilmiştir. Cenâb-ı Allah (c.c.)’ın meleklere kulları ile övünmesi mecazdır. Kulların bu hareketlerinden dolayı, Cenâb-ı Allah’ın rızası kazanıldığı anlatılmaktadır.
Hadiste geçen “hamd” kelimesi üzerinde de duralım. Hamd kelimesi, medh kelimesinden daha özel ve şükür kelimesinden de daha umumidir. Medh kelimesi, insanın kendi ihtiyarı ile elde ettiği, kazandığı güzel huylar sebebiyle nail olduğu övgüdür. Mesela insan boyunun uzunluğu, yüzünün güzelliği, yakışıklı oluşu vb. şeylerde medh olunur. Nitekim zenginlerin mallarını infak edip hayırlı işlerde kullanması sebebiyle övülürler. Ne hayır sahibi Müslüman, denilir kendilerine. İlim de öyledir. Bunun zıddı zemmetmektir ki, kimsenin hoşuna gitmez. Şükür ise bir nimetin karşılığında olur. Onun için her şükür, bir hamddır. Fakat her medh, hamd sayılmaz.
Hadîs-i Şerîf değişik şekilde Müslim’de de rivayet edilmiştir.[21] Zikir halkaları teşkil etmenin faziletine dair çok hadisler mevcuttur.
ما من مسلم يبـيت على ذكر طاهرا فـيـتعارّ من الليل فيـسأل الله خيراً من الدنيا ولآخرة الا اعطاه
“Hiçbir müslüman yokur ki, temiz olarak zikir üzere gecelerde, bundan dolayı da uykusuz kalırsa; dünya ve ahirete ait hayır olarak istediğini Cenâb-ı Allah ona verir.”[22]
ALTINCI HADİS
اخرج الحاكم وصححه البيهقى فى شعب الايمان عن سعيد الخدرى قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: اكثر ذكرالله حتى يقول إنه مجنون
el-Hakîm, Ebû Saîdi’l-Hudrî’den tahriç etmiş, Beyhakî de iman bâbında onu doğrulamıştır ki, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Size mecnûn denilinceye kadar Cenâb-ı Allah’ı (c.c.) çokça zikrediniz.”
İbadetlerin hepsini fazla fazla yapmak tabiatı ile çok iyidir. Bilhassa nafile olan ibadetleri, farzları yaptıktan sonra artırmak yerinde olur. Hadiste de görüldüğü gibi “zikri çok yapınız” buyuruluyor. Öyle ki size, halinizden anlamayan kimseler mecnûn desinler. İnanmayanlar Peygamber Efendimiz’e ve onun sahabîlerine çeşitli iftiralar atmışlardır. Bunlardan birisi de, o bir mecnûndur, iftirası idi. Kur’an onların sözlerini, ما بصاحبكم من جنة “Sizin arkadaşınızda delilik yoktur”[23] ayeti ile reddetmiştir. Zaten her devirde inananlara çeşitli işkenceler yapılmış, çeşitli iftiralarda bulunulmuştur. Cenâb-ı Allah; namaz, oruç, hac ve zekât gibi İslâm’ın binasını teşkil eden ibadetleri yapınız derken, çokça yapınız diye emretmemiştir. Şu ayette Cenâb-ı Allah şöyle buyurmaktadır:
ياايهاالذين آمنوا اذكروا الله ذكراً كثيراً*
“Ey iman edenler! Allah’ı çok çok zikrediniz.”[24]
Aslında Cenâb-ı Allah’ın verdiği nimetlere karşılık kulun şükrünü, zikrini yapması gerekir. Zikirde bir takım kolaylıklar vardır. Kişi abdestli veya abdestsiz, oturarak, yatarak ve hatta yolda yürürken bile Cenâb-ı Allah’ı zikredebilir. Böyle külfetsizce yapılmasına rağmen ecir bakımından sevabı da fazladır. İbn Abbas buyuruyor ki: “Bir kimsenin Allah’ı zikretmeyi terk etmesi affedilecek bir özür değildir. Velev ki kişinin aklından bir zoru ola.”[25]
Çok çok zikir yapmanın insanın kalbine ihlâs ve samimiyetin yerleşmesine sebep olacağı, aksine durumlarda ise nifakın yer edeceği söylenmiştir. Yine şu ayetlerde de Cenâb-ı Allah buyuruyor ki:
واذكروا الله كثيراً لعلكم تـفلحون*
“Allah’ı çok zikrediniz. Umulur ki felaha erersiniz.”[26]
واذكر ربك كثيراً وسبح بالعشى والإبكار*
“Rabbinin ismini çok zikret, akşam ve sabah onu tesbih et.”[27]
YEDİNCİ HADİS
اخرج البيهقى فى شعب عن ابى الجوزا قال: قال رسول الله عليه السلام: اكثروا ذكرالله حتى يقولوا المنافقون انكم مراؤن (مرسل). و وجه الدلالة من هذا والذى قبله ان ذلك انما يقال عند الجهر دون الاسرار.
Hadisi el-Beyhakî, Ebû Cevzâ’dan tahriç etmiştir. Ebû Cevzâ buyuruyor ki; Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Münafıklar size, mürâî deyinceye kadar Cenâb-ı Allah’ı çokça zikrediniz.” (Hadis mürseldir.)
Bu ve bundan önceki hadislerde cehrî zikre işaretler vardır. Hafi ve cehrî zikir ne demektir? Zikir; anmak, hatırlamak demektir. Sûfî ıstılahında ise zikir; Allah adının veya diğer esmâların, 24 saatte bir olmak üzere tekrar edilmesidir. Ekseriyetle bu, sûfîler arasında zikrullah olarak kullanılmaktadır. Bunun cemi, yani çoğuluna “ezkâr” denmektedir ki, zikirler manasınadır. Sûfîlerce zikir dört şekilde yapılmaktadır:
1. Hafî (gizli) zikir
2. Cehrî (alenî) zikir
3. Kalbî (kalple) zikir
4. Lisânî (dille) zikir
Tarikat kurucularının içtihat farklılıklarından doğmak üzere sûfîlerin intisap ettikleri şeyhlerine göre zikir şekilleri de değişir. Bir kısmı cehrî, bir kısmı da hafi zikir yaparlar. Zikrin lezzetini tadanlar onu ancak anlarlar. Tadmayan bilmez. Peygamberimiz (s.a.v.):
لى وقت مع الله لا يقربنى ملك مقرب ولا نبى مرسل
“Benim, Allah ile öyle bir vaktim vardır ki; o an bana ne bir melek-i mukarreb ve ne de bir nebiyy-i mürsel yaklaşamaz.”[28]
Zikir; ibadet ve taatin özüdür, iliğidir. Müminler için son gaye olarak tanımlanan hubbu ilahi (Allah sevgisi)ye bu yoldan varılır. Yine Hadîs-i Şerîf’te gelmiştir ki; Allah, Allah diyen kimseler üzerine kıyamet kopmaz. Zikrullah hak olan tariklerde kuvvetli bir umdedir. Kişi zikre devam etmeden hakka vasıl olamaz. Zikrullah velilik makamına ermek için bir basamak olup, sâlikin kılıcı, silahı sayılıp onunla düşmanları def eder, gelecek olan afetleri Cenâb-ı Allah onun duasının bereketiyle ortadan kaldırır.
Zikrin özelliklerinden biride zaman ile kayıtlı olmamasıdır. Her zaman ve her vakitte Cenâb-ı Allah zikredilebilir. Bunda abdestli veya abdestsiz olmak musavi ise de taharet üzere olmak zikrin feyizli olmasına sebeptir. Anlaşıldığı üzere namaz, ibadetlerin en üstünüdür. Fakat kılınması mekruh olan birkaç vakit vardır ki; onlar da güneş doğarken, güneş tam zevalde iken ve güneş batarken. Bu üç vakitte namaz kılmaktan nehyolunmuşuzdur. Ama zikrullah için böyle bir kayıt yoktur. Kalbin ve ruhun zikre müsait olduğu her vakit onun vaktidir.
الذين يذكرون الله قياماً وقعوداً وعلى جنوبهم*
“Onlar, Cenâb-ı Allah’ı ayakta, otururken ve yanları üzerine yatmışken zikrederler.”[29]
Yine zikrin özelliklerini belirten şu âyet-i kerîmede de buyuruluyor ki:
فاذكرونى اذكركم*
“Beni zikir ediniz ki be de sizi yanımda anayım.”[30]
Görüldüğü gibi mürit, Allah’ı zikrederse Cenâb-ı Allah da kendi yanındaki Melâke-i Mukarrebînine onu anmaktadır.
Mümin şu üç şeyden tat duyuyor ise imanı kuvvetli, ama eğer duymuyorsa tehlike var demektir. Bunlar da namaz, zikir ve Ku’rân okumaktır.
SEKİZİNCİ HADİS
اخرج البيهقى فى شعب عن انس قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: اذا مررتم برياض الجنة فارتعوا قالوا يارسول الله وما رياض الجنة قال: حلقة الذكر
el-Beyhakî, Hz. Enes (r.a.)’in şöyle dediğini tahriç etmiştir. Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Cennet bahçelerine uğradığınız zaman, oradan istifade ediniz. Ashab dediler ki: Cennet bahçeleri hangileridir? O da: (Zikir halkaları/meclisleridir) buyurdular.”
DOKUZUNCU HADİS
اخرج لقىّ من محلد عن عبدالله بن عمرو: أن النبى عليه السلام مرّ بمجلسين احد المجلسين يدعون الله تعالى ويرغبون اليه والآخر يعلمون العلم فقال: كلا المجلسين جير و احدهما افضل من الآخر
Lekıyy, Muhaletten, o da Abdullah b. Amr’dan tahdis etmiştir. Resûlullah (s.a.v.), oturan iki meclise uğradı. O meclislerden birisi, Cenâb-ı Allah (c.c.)’a yalvarıyor ve ondan istiyorlardı. Diğer mecliste ise ilim öğreniyorlardı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) (İki meclis de hayırlıdır. Onlardan birincisi -yani zikir meclisi- diğerinden -ilim meclisinden- daha hayırlıdır) buyurdular.”
İZAHI
İlmin Önemi: İlim bir şeyin hakikatinin ne olduğunu bilmektir. Buna göre ilim iki kısıma ayrılır. Nazarî olan ilim, amelî olan ilim. Nazarî olan ilim, âlemdeki mevcudat ilmidir ki onu bilmekle ilim tamamlanmış olur. Amelî ilim ise ancak tatbikat ile tamamlanır, ibadetler gibi. Diğer bir yönüyle ilim iki kısma ayrılmıştır. Aklî olan, çalışmakla, düşünmekle elde edilen ilim; durmakla elde edilen ilim.
İlme ait, ilmi teşvik eden, âlimi öğen birçok âyetler ve hadisler vardır. Efendimiz (s.a.v.), burada zikir meclislerini ilim meclislerinden üstün tutmuş ve onu daha hayırlı olarak tavsif etmiştir. Şu hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki:
و كان رسول الله صلى الله عليه وسلم يـسيـر فى طريق مكة. فمر على جبل يقال لها جمدان. فقال هذا جمدان سـبق المفردون قالوا: ومالمفردون يا رسول الله؟ قال: الذاكرون الله كثيراً والذاكرات
“Resûlullah (s.a.v.), Mekke yolunda bulunuyordu. Cumdân denilen bir dağın yanından geçti. Buyurdu ki: (Bu Cumdân dağıdır. Müferridân ileriye geçtiler.) Sahabîler dediler ki: (Müferridun kimlerdir Ya Resûlallah?) O da: (Allah’ı (c.c.), çok zikreden erkekler ile kadınlardır) buyurdu.”[31]
ONUNCU HADİS
اخرج البـيهـقى عن عبدالله بن مغفل قال: قال رسول الله صلىالله عليه وسلم ما من قوم يجـتمعون يذكرون الله الا ناداهم مناد من السماء قوموا مغـفوراً لكم قد بدلت سـيآتكم حسنات
El-Beyhakî, Abdullah b. Muğaffel’den şöyle dediğini tahriç etmiştir ki; Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: “Allah (c.c.)’ı zikretmek için toplanmış bulunan bir kavim için gökten bir münadi, şöyle nida eder: (Mağfiret olmuş bir halde kalkınız, sizin seyyiâtınız/kötülükleriniz hasenâta/iyiliklere tebdil edilmiştir.)”
Kur’ân-ı Kerîm’de buna işaret eden ayetler vardır.
الا من تاب وآمن وعمل صالحاً فاولئـك يـبدل الله سيآتهم حسنات وكان الله غفوراً رحيماً*
“Ancak tevbe eden ve güzel güzel amel işleyenler müstesna. İşte onların günahlarını Cenâb-ı Allah (c.c.), hasenâta tebdil etmiştir. Allah çok bağışlayan ve çok rahmet edendir.”[32]
Cenâb-ı Allah, kullarına bir annenin evladına gösterdiği merhametten daha çok, kat kat merhamet gösterir. Gerek hadîs-i şerîflerden ve gerekse ayette işaret edilen husus bunu göstermektedir. O sadece günahları affetmekle kalmıyor. O günahları sevaba tebdil ediyor. İşte burada hadîs-i şerîf daha iyi anlaşılır.
سـبقت رحمتى غضـبى
“Rahmetim, gazabımı geçmiştir.”[33]
ON BİRİNCİ HADİS
اخرج البـيهقى عن ابى سعيد الخدرى عن النبى (صلعم) قال: يقول الرب تعالى سيعلمون اهل الجمع اليوم من اهل الكرم فقيل و من اهل الكرم يا رسول الله؟ قال: اهل مجالس يذكر فى المساجد
el-Beyhakî, Ebû Saîdi’l-Hudrî’den Resûlullah (s.a.v.)’ın şöyle dediğini tahriç etmiştir. “Rabbu Zülcelâl buyuruyor ki: (Mahşer halkı kıyamet gününde kimin ehli kerem olduğunu bileceklerdir.) (Ehli kerem/iyilik ehli kimdir ya Resûlullah?) denildi. O da cevaben: (Mescitlerde, zikir meclislerinin ehli olanlardır) buyurdu.”
İZAHI
Tirmizî’nin rivayet ettiği şu hadîs-i şerîfte de zikir ehlinin derecesinin yüksek olduğu bizlere haber veriliyor.
“Size amellerin en hayırlısı, Allah nezdinde (sevap bakımından) en çok ve en temiz olan, derecelerinizi en ziyade yükselten ve sizin için altın ve gümüşü infak etmekten ve harp meydanlarında düşmanlarınızla karşılaşıp (i‘lâ-yı Kelimetullâh/Allah’ın sözünü yüceltme uğrunda) onların sizin boyunlarınızı vurmasından ve sizin de onların boyunlarını vurmanızdan daha hayırlı amelleri haber vereyim mi? (Sahabe) Evet, Ya Resûlullah (deyince) Allah’ı zikretmektir, buyurdu.”
Muaz b. Cebel diyor ki: Allah’ın azabından kişiyi daha ziyade kurtarıcı zikrullahtan başka bir amel yoktur.[34]
Yukarıdaki hadislerin muhteviyâtını düşünecek olursak; mümin, kısa yoldan kerem ehlinden yazılmaya ancak zikrullah ile ulaşabiliyor ve şu özellikleri kazanıyor:
1. Amellerin en hayırlısını işliyor, sevap bakımından çok sevaba eriyor.
2. Altın ve gümüş infak etmişcesine sevap kazanıyor.
3. İ‘lâ-yı Kelimetullah için yapılan cihat gibi ecre nail oluyor.
ON İKİNCİ HADİS
اخرج الـبـيهقى عن ابن مسعود قال له: ان الجبل لينادى الجبل بإسمه يافلان هل مرّ اليم ذكر فان قال نعم استـبشر ثم قرأ عبدالله: لقد جئـتم شـيئاً ادّاً... الآية*
el-Beyhakî, İbn-i Mesud’dan tahriç etmiştir. İbn-i Mesud şöyle demiştir: “Dağ, dağa ismiyle (Ya falanca dağ!) diye seslenir de, (Zikir sana uğradı mı, üzerinde zikrolundu mu?) der. O, (Evet!) derse dağ sevinir. Sonra Abdullah şu ayeti okudu: (Yahudiler ve Hıristiyanlar, Rahmân çocuk edindi, dediler. Yemin olsun ki siz çok çirkin bir şey söylediniz. Az kalsın söyledikleri sözden gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp yere düşecek.”[35]
ON ÜÇÜNCÜ HADİS
اخرج ابن جرير فى تفسيره عن ابن عباس رضىالله عنه فى قوله تعالى: فما بكت عليهم السماء والأرض وماكانوا منظرين قال: ان المؤمن اذا مات بكى عليه الارض الموضع الذى يصلى فيه و يذكر الله فيه و اخرج ابن ابى الدنيا عن عبـيدة قال: ان المؤمن اذا مات تـنادى بقاع الأرض: عبد الله مات فبكى عليه الأرض والسماء فيقول الرحمن ما يـبكيكما على عبدى فيقولان ربّنا لاتمش فى ناحية منا قط الا هو يذكرك وجه ذلك ان سماع الجبال والأرض للذكر لايكون الا عن جهر
İbn-i Cerîr tefsirinde, İbn-i Abbas’tan Cenâb-ı Allah’ın şu sözü hakkında şöyle dediğini tahriç etmiştir. “Onların üzerine ne gök ağladı, ne de yer. Onlar ne de azap bakımından geciktirildiler.”[36]
Mümin öldüğü zaman üzerinde namaz kıldığı ve Cenâb-ı Allah’ı (c.c.) zikrettiği yer ağlar, buyurdu.
İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Ubeyde’den tahriç etmiştir: Mümin öldüğü zaman üzerinde namaz kıldığı ve zikir yaptığı yerler birbirlerine (haber vererek) seslenirler.
İbn-i Ebi’l-Leylâ, Ubeyde’den tahriç etmiştir. Mümin öldüğü zaman yeryüzünün kıtaları, (Allah’ın kulu, mümin ölmüştür) diye birbirlerine nida ederler. Bunun üzerine yer ve gök onun ölümüne ağlarlar. Rahman olan Allah (c.c.): (Kulumun üzerine sizi ağlatan nedir?) buyurur. Yer ve gök şöyle derler: (Ya Rabbi! Bastığı hiçbir yer yoktur ki, o seni anmış olmasın.) Bu sebeptendir ki, yerin ve dağların (zikir edenin zikredişini işiterek şahit oluşu) ancak cehrî yapılan zikirlerde mümkün olur.
İZAHI
Hadîs-i şerîfte ölen müminin üzerine Allah (c.c.)’ı zikrettiği yerin, namaz kıldığ mekanın ağlaması akla uzak gelmesin. Cenâb-ı Allah, her şeye kâdirdir. Mucize olarak Resûlü’nün elinden suları fışkırtmıştı. Keramet olarak, sevdiği kulları üzerine toprağın ağlamasını da mümkün kılar. Sahih-i Buharî’de mervi bir hadîs-i şerîf vardır ki, hurma kütüğü Resûllah’tan ayrılığa tahammül edemeyip ağlamıştır.[37]
Kâinatta her şey Cenâb-ı Allah’ı tesbih eder, fakat insanların çoğu onların tesbih edişlerini anlayamazlar. Ebû Davut’ta şu hadîs-i şerîf, Ebû Velid’den rivayet edilmiştir. Ebû Velid diyor ki: “İbn-i Ömer’e mescitte olan taşlardan sordum, o da şöyle buyurdu: (Bir gece yağmur yağmış, yerler ıslanmıştı. Kişi elbisesine çakıl taşları dolduruyor, altına seriyordu. Resûlullah Efendimiz namazı bitirince (Bu ne güzeldir!) buyurdular.
Bu bâbta yukarıdaki hadisi biraz daha açan şu hadîs-i şerîf Ebû Salih ‘ten gelmiştir.
كان يقال انّ الرجل اذا اخرج الحجر من المسجد لـيـناشده
“Deniliyor ki; kişi mescitten taşı çıkardığı zaman taş, o kişiye kendisini mescitten çıkartmaması için yemin verdiriyor, tekrar mescide iade edilmesini istiyordu.”[38]
ON DÖRDÜNCÜ HADİS
اخرج البزاز والبـيهقى بسند صحيح عن بن عباس رضىالله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم قال الله سبحانه عبدى اذا ذكرنى خالياً ذكرتك خالياً وإن ذكرنى فى ملإ ذكرتك فى ملإ خير منهم واكثر
el-Bezzâz’dan, el-Beyhakî sahih bir senetle İbn-i Abbas (r.a.)’tan şöyle dediğini tahriç etmiştir ki; Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Cenâb-ı Allah (c.c.) sübhânehû, hadis-i kudsîsinde: (Kulum beni kimsenin olmadığı bir yerde zikrederse, ben de onu öylece zikrederim; eğer kulum beni bir toplulukta zikrederse, ben de onu o topluluktan daha hayırlı olan bir toplulukta zikrederim.) buyurdular.”
ON BEŞİNCİ HADİS
اخرج الـبيهقى عن زيد بن اسلم قال، قال ابن الاودع انطلقت مع النـبى صلىالله عليه وسلم فى ليلة فمرّ برجل فى المسجد برفع صوته قلت يارسول الله عسى أن يكون مرائياًّ قال: ولاكنّه اوّاه. واخرج البـيـهقى عن عقبة بن عامر أن رسول الله عليه السلام قال: يقال له ذوالبخاذين انّه يرفع صوته بالذكر فقال رجل لو ان هذا خـفض من صوته فقال رسول الله (صلعم) فإنّه اوّاه
El-Beyhaki, Zeyd b. Eslem’in şöyle dediğini tahriç etmiştir. İbnü’l-Evdâ diyor ki: “Bir gece Resûlullah (s.a.v.) ile beraber çıkmıştım. Mescitte sesini yükselten bir kişiye uğradı. (Ya Resûlullah! Belki de bir mürâî/gösterişçidir) dedim. (O, mürâî değil belki evvâh/çok inleyen biridir) buyurdular.”
el-Beyhakî, Ukbe b. ‘Âmir’den, Resûlullah (s.a.v.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. “O zata çok inlediğinden dolayı zü’l-behâzin deniliyordu. Bu inleme hali onda Allah’ı zikir halinde oluyordu.”
el-Beyhakî, Cabir b. Abdullah’tan tahriç etmiştir. “Bir zat, zikir anında sesini yükseltiyordu. Diğer bir kişi: (Şu adam keşke sesini kıssaydı) dedi. Resûlullah (s.a.v.) de: (O evvâhtır) buyurdular.”
Evvâh ne demektir? Hüznü, ah ah demesi çok olan kimseye evvâh denilir. Herhangi bir söz ki, onun manasından hüzün, elem ve üzüntü anlaşılıyor, buna da teevvüh denilir. Allah korkusu inleyişinden anlaşılan her kişiye evvâh denilmektedir. Nitekim:
إن إبراهيم لحليـم أوّاه منـيـب*
“Muhakkak İbrahim yumuşak huylu, o çok inleyip Rabbine dönen, inâbe edendir.”[39]
Peygamberimiz (s.a.v.) de dua ederlerken şöyle buyururlardı:
اللهم اجعلنى لك مخبـتـاً أوّاهاً منـيـباً
“Ya Rabbi beni sana karşı huşu eden çok ağlayan, dua eden sana dönenlerden eyle.”[40]
ON ALTINCI HADİS
اخرج الحاكم عن سدّاد بن اوس قال: أنا لعند النبى عليه السلام اذ قال ارفعوا ايديكم فـقولوا لا اله الا الله ففعلنا فقال رسول الله: اللهم انك بعـثـتـنى بهذه الكلمة و أمرتـنى بها و وعدتـنى الخير انك لا تخلف الميعاد ثم قال: ابشروا قد غفر لكم
el-Hakîm, Seddad b. Evs’den tahriç etmiştir ki: “Biz, Resûlullah (s.a.v.)’ın yanında bulunuyorken birdenbire, (Ellerinizi kaldırınız ve Lâilâhe illallâh deyiniz!) Biz de öyle yaptık. Bunu takiben Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: (Allah’ım! Beni bu kelime ile gönderdin, bana onu emrettin ve o kelime ile bana hayrı vaat ettin. Sen vaadinden asla hulfetmezsin)[41] Sonra (Mağfiret olundunuz, müjdeler olsun) buyurdular.”
ON YEDİNCİ HADİS
اخرج البزاز عن انس رضىالله عنه عن النبى (صعلم) قال: ان لله سيارة من الملائكة يطلبون حلق الذكر فاذا اتوا عليهم حفّوا بهم فقال الله تعالى غشوهم برحمتى فهم الجلساء لايشقى جليسهم
el-Bezzâz, Enes (r.a.)’ten tahriç etmiştir ki; Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Cenâb-ı Allah (c.c.)’ın yeryüzünde zikir halkalarını arayan seyyâr/gezici melekleri vardır. Onların yanlarına gittikleri zaman kanatlarını üzerlerine gererler. Cenâb-ı Allah buyurur ki: (Rahmetimle onları örtünüz, onlar öyle oturmuş bir toplulukdurlar ki, onlarla düşüp kalkan bile cehennemlik olmaz.)”
ON SEKİZİNCİ HADİS
اخرج الطبران وابن جرير عن عبدالرحمن بن سهل بن حنيق قال: تركت على رسول الله عليه السلام وهو فى بعض ابنائه: واصبر نفسك مع الذين يدعون ... الآية فخرج يلتمسهم فوجد قوماً يذكرون الله منهم ثائر الرأس وحافى الجلد وذا الثوب الواحد. فلما رأيهم جلس معهم وقال: الحمد لله الذى جعل فى امتى من امرنى ان اصبر نفسى معهم
et-Taberânî ve İbn-i Cerîr, Abdurrahman b. Sehl b. Huneyk’den tahriç etmişlerdir. Müşârun ileyh şöyle buyurmuşlardır: “Biz Resûlullah (s.a.v.)’ı bir kısım insanlarla oturur bir halde Kehf sûresinin 28. âyetinde bırakmıştık. O da onları (insanları) aramaya çıkmıştı. Onlardan Cenâb-ı Allah’ı (c.c.) zikreden, saçları dağınık, üstleri çıplak, tek bir örtü içerisinde bir kısmını buldu. Onları görünce yanlarına oturdu ve buyurdu ki: (Ümmetimin içinde bana emredildiği üzere nefsine sabretmeyi alıştıran Cenâb-ı Allah (c.c.)’a hamdolsun.)”[42]
ON DOKUZUNCU HADİS
اخرج الامام احمد فى الزهد عن ثابت قال سلمان فى عصابة يذكرون الله تعالى فمرّ النـبىّ عليه السلام فكفّوا وقال: إنى رأيـت رحمة انزل عليكم فأجبت ان اشارككم فيها ثم قال: الحمد لله جعل من امتى من امرت ان اصبر نفسى معهم
el-İmam Ahmet, Kitâbü’z-Zühd bölümünde Sabit’ten tahriç etmiştir. Hz. Selman, Allah (c.c.)’ı zikreden bir cemaat hakkında demiştir ki: “Resûlullah (s.a.v.) o cemaata uğramış onlarda zikri brakmışlardı. Resûlullah buyurdu ki: (Az önce üzerinize inen bir rahmeti gördüm, o rahmette sizinle ortak olmayı istedim.) Sonra buyurdu ki: (Ümmetimden emrolunduğum üzere nefsimi onlarla olmaya sabretmek üzere yaratan Cenâb-ı Allah’a hamdolsun.)”
YİRMİNCİ HADİS
Hadisin Arapça metni en kısa sürede neşredilecektir.
el-İsbehânî, Terğîb’inde Ebû Zerr b. Akıllî’den Resûlullâh (s.a.v.)’ın şöyle buyurduğunu tahriç etmişlerdir. “Resûlullah (s.a.v.) Ebû Zerr b. Akıliyy’e demiştir ki: (Sana dünya ve hayırlarına kendisiyle nail olacağın bir işi yapmana öncülük edeyim mi?) O da: (Evet! Et ya Resûlullah) deyince, (Sen zikir meclislerine devam et, yalnız kalınca da dilini Hz. Allah’ın zikriyle hareket ettir.) buyurdular.”
YİRMİ BİRİNCİ HADİS
اخرج ابن ابى الدنيا والبـيهقى والاصبهانى عن انس رضىالله عنه قال: قال رسول الله (صعلم) لأن اجلس مع قوم يذكرون الله بعد الصلاة الصبح الى ان تطلع الشمس احب الىّ مما طلعت عليه الشمس ولان اجلس مع قوم يذكرون الله بعد صلاة العصر الى ان تـغـيب الشمس احب الىّ من الدنيا وما فيها
İbnü Ebi’d-Dünyâ, Beyhakî ve İsbehânî, Hz. Enes (r.a.)’ten şöyle dediğini tahriç etmişlerdir. “Resûlullah (s.a.v.): (Benim, sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar Allah’ı zikreden bir kavimle oturmam, güneşin üzerime doğduğu şeylerden bana daha sevimlidir. Yine benim, ikindi namazından sonra güneşin batışına kadar Cenâb-ı Allah’ı zikreden bir kavimle oturup zikretmem, dünyada ve dünyanın içinde bulunan her şeyden bana daha hayırlıdır) buyurdular.”
YİRMİ İKİNCİ HADİS
اخرج البخارى عن ابن عباس رضىالله عنه قال: ان رفع الصوت بالذكر حين يـنصرف الناس عن المكتوبة كان على عهد رسول الله عليه السلام قال ابن عباس كنت اعلم اذا انصرفوا بذلك اذا سمعته
Buharî, İbnü Abbas (r.a.)’ın şöyle dediğini tahriç etmiştir. “Resûllah (s.a.v.) zamanında nâs/insanlar farz namazın bitiminde Allah’ı zikretmekle seslerini yükseltiyorlardı. İbnü Abbas buyuruyorlar ki: (Nâsın, bundan dolayı ayrıldıklarını işittiğim zaman bunu hemen anlardım, sezerdim.)”
YİRMİ ÜÇÜNCÜ HADİS
اخرج الحاكم عن عمر بن الحطاب رضىالله عنه عن رسول الله عليه السلام قال: من دخل السوق فقال لااله الاالله وحده لا شريك له له الملك وله الحمد يحيى يميت وهو على كل سيئ قدير. كتب الله له الف الف حسنة ومحا عنه الف الف سيئة ورفع له الف الف درجة وبنى له بيـتاً فى الجنة وفى طرقه فنادى
el-Hakîm, Ömer b. Hattab’tan Resûlullah (s.a.v.)’ın şöyle dediğini tahriç etmiştir. “Kim çarşıya gider de: (Alah’tan başka tanrı yoktur, o bir tektir, şerîki yoktur, mülk onundur ve hamd da ona mahsustur. Hayat veren ve öldüren de odur ve o her şeye kadirdir.) derse Cenâb-ı Allah ona yüz bin hasene yazar. Onun yüz bin günahını affeder ve onu yüz bin derece yükseltir. Ona cennette bir köşk bina eder ve onun yollarında kendisine (melekler) seslenir.”
YİRMİ DÖRDÜCÜ HADİS
اخرج احمد وابو داود الترميذى وصححه النسائ وابن ماجه عن السائيب ان رسول الله عليه السلام قال: جائنى جبريل فقال مر اصحابك ان يرفعوا اصواتهم بالتـلـبـية
Ahmet, Ebû Davut ve Tirmizî tahriç etmişlerdir. Nesâî ve İbnü Mâce, es-Sâib’ten Resûlullah (s.a.v.)’ın şöyle dediğini haber vermişlerdir. “Bana, Cebrail (a.s.) geldi ve dedi ki: (Ashabına emret, telbiye yaparken seslerini yükseltsinler.)”
YİRMİ BEŞİNCİ HADİS
اخرج المروزى فى العيدين عن مجاهد ان عبيد بن عمر رضىالله عنه وابا هريرة رضىالله عنه كانا يأتـيان السوق ايّام العشر فكبران لا يأتيان الا لذلك. واخرج عن عبيد بن عمر قال: كان عمر تكبّر فى قبة فكبّر اهل المسجد فكبر اهل السوق حتى تربح منى تكبيراً. واخرج عن ميمون بن مهران قال: ادركت الناس وانهم ليكبرون فى العشر حتى كنت اشبهه بالامواج لكثرتها
el-Mervezî, “İki bayram hakkında” adlı bölümde Mücahid’den tahriç etmiştir ki: “Ubeyd b. Amr (r.a.) ile Ebû Hureyre (r.a.) ayın onlarında çarşıya çıkar ve yüksek sesle tekbir getirirlerdi. Onların ikisi sırf bu iş için çıkarlardı.
Yine Ubeyb b. Amr’dan tahriç etmişlerdir. “Hz. Ömer (r.a.) minberde tekbir getirdi. Bunun üzerine mescittekiler de tekbir getirdiler, sonra buna çarşıdakilerde iştirak ettiler ta ki…
Meymûn b. Muhrân’dan tahriç etmişlerdir. Bu zat diyor ki: “Bayramlara on gün kala nâsı/insanları tekbir getirir bir halde idrak etmişlerdir. Hatta öyle ki ben onları çokluğundan dolayı deniz dalgalarına benzettim.”
Abdullah Demircioğlu Hocaefendi
[1] Aclunî, Keşfu’l-Hafâ, I, 201.
[2] Haşr Sûresi, 19.
[3] Müslim, I, 715.
[4] Umdetu’l-Kârî, XXIII, 27; Keşfu’l-Hafâ, II, 197.
[5] Aclunî, Keşfu’l-Hafâ, II, 202.
[6] Âl-i İmrân, 28.
[7] Keşfu’l-Hafâ, I, 99 vd; Nihâye, II, 194.
[8] Münâfikûn Sûresi, 9.
[9] Fetih Sûresi, 4.
[10] Ragib İsfehânî, Müfredât, s.237.
[11] Râd Sûresi, 28.
[12] İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 385.
[13] a.g.e.
[14] Fetih Sûresi, 4.
[15] Fetih Sûresi, 18.
[16] Fetih Sûresi, 26.
[17] Tecrîd-i Sarîh, IX, 306.
[18] Tevbe Sûresi, 40.
[19] Ebû Dâvut, V, 180 vd.
[20] İbnü’l-Esîr, V, 139.
[21] Müslim, IV, 2075.
[22] Ebû Dâvut, V, 296.
[23] Sebe Sûresi, 46.
[24] Ahzab Sûresi, 41.
[25] Kurtubî, XIV, 197.
[26] Cum‘a Sûresi, 10.
[27] Âl-i İmrân Sûresi, 41.
[28] Keşfü’l-Hafâ, II, 173.
[29] Âl-i İmrân Sûresi, 190.
[30] Bakara Sûresi, 151.
[31] Müslim, IV, 2062.
[32] Furkan Sûresi, 70.
[33] Keşfü’l-Hafâ, II, 448.
[34] Tirmizi, V, 459.
[35] Meryem Sûresi, 89.
[36] Duhân Sûresi, 29.
[37] Tecrîd-i Sarîh, III, 75.
[38] Ebû Dâvûd, I, 125.
[39] Hûd Sûresi, 85.
[40] İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, I, 82.
[41] Kehf Sûresi, 28.
[42] Taberânî ve İbn Cerîr rivayet etmişlerdir.