Muridan
Peygamber Efendimizin Şairleri

Peygamber Efendimizin Şairleri

Cahiliye devrinde ve Asr-ı Saadet’te, Arabistan yarımadasında şiir ve edebiyatın büyük önemi olduğu biliniyor. Arapların bununla övündüğü de... Yarışmalar düzenleyip birincilik kazanan şairlerin şiirlerini Kâbe’nin duvarlarında herkesin görebileceği şekilde asmaları bunun bir göstergesi.

O dönemde herkes kendi fikirlerini, şiirle beğendirmeye çalışıp zaman zaman propaganda malzemesi yapıyordu. Din düşmanları da aynı yolu acımasızca kullanıyordu. Müşrik şairler, fütursuzca İslamiyet’e saldırıp İslamiyet ve Peygamber Efendimiz hakkında utanmadan alay ediyordu. İşte bu hain propagandaya karşı, İslam’ın ilk büyük şairleri üç kişiydi. Hassân b. Sâbit (ra), Kâ’b b. Züheyr (ra) ve Abdullah bin Revâha (ra). Bu isimlerin yazdığı beyit ve kıta’lar hemen ezberleniyordu. Her yerde tekrarlanan bu şiirler, İslâm düşmanlarına karşı bir mızrak, bir ok tesiri uyandırıyordu. Ta ki bir gün, şairler için ayet-i kerime inene kadar. Cenâb-ı Hak, Kelâm’ında mealen “Onlara, şairlere ancak sapıklar uyarlar.” buyuruyor. Bu şiddetli hitap karşısında Hz. Abdullah ve arkadaşları hüzne gark olunca, Nebiler Serveri, ayetin devamını okumaya başladı: “Ancak iman edip iyi işler yapanlar ve Allah’ı çok ananlar müstesna, Onlar öteki şairler gibi değildirler.” Hz. Abdullah ve arkadaşlarının da bundan başka amaçları olmadığı aşikârdı. Onlar dini övüyor, din düşmanlarını yeriyordu. Lakapları ‘Rasulullah (sav)’ın şairi’ olan bu üç şair sahabenin Allah’a ve Rasulü (sav)’ne, İslam’a olan bağlılıkları ve şiirleriyle Asr-ı Saadet’e doğru yol alalım...

 

Hassan b. Sâbit (ra)

‘Ashâbımın silâhla harb ettiği gibi sen de dil ile harb et!’

“Rasûlullah’ın pak alnı, karanlık içinde göründüğü zaman, ortalığa nur saçan, karanlığı izale eden lamba gibi görünür."
“Sizden iyisini gözlerim görmedi asla. Sizden güzelini doğurmadı hiç bir ana. Her ayıp ve kusurdan pak yaratıldınız. Sanki dilediğiniz gibi yaratıldınız.”

Hassan bin Sâbit (ra), Müslüman olmadan önce de meşhur şairlerdendi. Şam ve civarında hüküm süren Gâssâni hükümdarları sarayına mensûp. Peygamberimiz’in geleceğini Yahûdi âlimlerinden işitir. Efendimiz peygamberliğini tebliğ eder, İslâm dînine davet başlar. Bu vesileyle Hazrec kabilesi de İslâmiyet’le şereflenir. Medine’ye gelen Hassan b. Sâbit (ra) de Müslüman olur. 60 yaşındadır. O günden sonra Efendimiz’in yanından ayrılmaz. O’nu metheden  çok fazla şiir söyler. Bedir savaşında Medine’de kalmakla vazifelendirilir. Bu sırada Müslümanları metheden ve cihada teşvik eden şiirler yazar. Müşriklerin şairleri tarafından Müslümanlara karşı yazılan şiirlere cevap verip, onları hicveder. Hassan b. Sâbit, yaşlı ve bedenen zayıf olduğu için Bedir gazasına bizzat katılamaz. “Cihad sevabına ve verilen müjdelere kavuşamadın” diyenler olunca üzülür. Fakat Allah’ın Rasulü (sav) onun İslâm düşmanlarına karşı yazdığı şiirlerle cihat ettiğini ve düşmanlara karşı yazdığı şiirlerin her bir kelimesine verilen sevap, başkalarının gazada kazandığı sevaptan daha çok olduğunu bildirir:“Hassan’ın beyitleri düşmana ok darbesinden daha tesirlidir” buyurur. Efendimiz, Hassan b. Sabit (ra)’e mahsus bir minber yaptırır. Hiciv (yerici) şiirleri yazarken Hz. Ebû Bekir (ra)’e danışmasını, ondan bilgi almasını emreder. Bir defasında kâfirlerin yüzkaralarını ortaya koyan bir şiirini okuduktan sonra Peygamberimiz, “Ey Hassan, müşriklerin, kâfirlerin yüz karalarını ortaya koy! Cebrâil seninledir. Ashâbım silâhla harb ettikleri gibi sen de dil ile harb et”buyurur. Hassan b. Sâbit el-Ensârî Hazretleri böylece cihâdın en kıymetlilerinden olan söz ve yazı ile cihad etmek şerefine ilk kavuşanlardan olur. Hayatı boyunca Rasûlüllah (sav)’ı şiirleriyle memnun eden Hassan b. Sâbit, O’nun vefatının ardından duyduğu derin kederi yine yazdığı mersiyelerle dile getiri­r. Onlardan biri:

"Keşke senin yerine kara topraklara giren ben olaydım!
Senin vefatından sonra Medine’de insanlar arasında mı yaşayacağım?
Ah, keşke doğmaz, dünyaya gelmez olaydım!”

Ka’b b. Züheyr (ra)

‘Ka’b’a kim rastlarsa onu öldürsün!’

Banet Süâd isimli kasidesinden:
“...Burada, beni ancak Allah’ın izniyle Peygamber’in affına nail olmak kurtarabilir.
Ben, Yüce Peygamber’e karşı hiçbir itirazda bulunmadan sağ elimi, onun adaletli eline uzatıyorum.
Şimdi, söz onun sözüdür! Şüphe yok ki, Rasûlullah doğru yolu gösteren bir nur, kötülükleri yok etmek için Allah’ın sıyrılmış keskin ve yalın kılıçlarından bir kılıçtır.”

“Yardımını umduğum her dost bana, senden yüz çevirdim seni teselli edemem dedi. Ben de onlara çekilin yolumdan Allahü Teâlâ’nın takdir ettiği her şey elbette olacaktır, dedim. Her insan bir gün mutlaka tabut üzerinde taşınacak. Özür beyan ederek Rasûlullah’ın huzuruna geldim. O’nun affetmesi en çok umulan şeydir. O’nun huzurunda özür kabul edilir. Bana merhamet et beni affet Yâ Rasûlallah. Şüphesiz ki, Resûl, Allah’ın keskin kılıçlarından yalın bir kılıç ve hidayet saçan bir nurdur...”

Kâ’b b. Züheyr (ra)’in babası, ona ve kardeşine, kendisi yetişemese de, âhir zaman peygamberi gönderilince imân etmelerini vasiyet eder. Onlar da, İslâmiyet gelince Peygamberimiz’le  görüşmek üzere Medine-i Münevvere’ye doğru yola çıkar. Efendimiz, Büceyr’e İslâmiyet’i anlatır ve Müslüman olmasını söyler. O da hemen kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olur. Kâ’b bin Züheyr,  kardeşi Büceyr’in Müslüman olduğunu öğrenince çok kızar. Bunu dile getiren bir şiir yazar. Şiirinde Peygamberimiz’e ve İslâmiyet’e karşı hoş olmayan sözler söyler. Kardeşi Büceyr buna tahammül edemeyip durumu Allah Rasulü (sav)’ne arz eder. Bunun üzerine  Efendimiz, Kâ’b’ın cezalandırılmasını  emir buyurur. Kardeşi Büceyr, Kâ’b’a bir mektup yazar ve “Başının çaresine bak!” diye durumu bildirir. Kâ’b’ın yazdığı kötüleyici şiire karşılık bir de şiir yazar. Kâ’b bin Züheyr (ra), mektubu  alınca sanki yeryüzü ona dar gelir. Uzun bir mülahazadan sonra Müslüman olmaya karar verir ve Medine’ye gider. Peygamber Efendimiz’i metheden ve tövbe edip Müslüman olduğunu bildiren uzun bir şiir yazar. Ashâb-ı kirâm O’nun etrafını sarmış sohbetini dinlerken, Kâ’b bin Züheyr içeri girer. Efendimiz’e yaklaşıp kendini tanıtmadan, “Yâ Rasûlallah Kâ’b bin Züheyr yaptıklarına pişman ve Müslüman olarak aman dilemeye gelmiş bulunuyor. Ben onu sana getirsem aman verip Müslüman olmasını kabul eder misiniz?” der. Peygamberimiz, “Evet” buyurunca, kelime-i şehadet getirir. “Sen kimsin” deyince “Ben Kâ’b bin Züheyr’im” der ve bir kaside okumaya başlar. Nebiler Serveri,  “Banet süâdü / Sevgili uzaklaştı” sözleriyle başlayan bu kasideyi beğenir ve onu affeder. Bürdesini (hırkasını) çıkarıp onun omuzlarına koyar. Bu sebeple Kâ’b bin Züheyr (ra)’in kasidesi ‘Kaside-i Bürde’ ismi ile meşhur olur. Bu eser farklı dillere tercüme edilir. Bu hırka, günümüzde ‘Hırka-i Saâdet’ ismiyle İstanbul’da Topkapı Müzesi’nde muhafaza ediliyor. Kâ’b bin Züheyr (ra)’in Kaside-i Bürde adlı meşhur kasidesinin bir bölümünün tercümesi şöyle:

Abdullah b. Revâhâ (ra)

‘Onun sözleri, Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha tesirli...’

“Ey Ensâr cemâati, size müjdelerim ki,
 Sağ ve selâmettedir, Allah’ın Peygamberi Müşrikler öldürüldü ve esir edildiler,
 Var esirler içinde, çok şöhretli kişiler.
 Rebîa ve Haccâc’ın oğulları bittamâm,
 öldürüldü Bedir’de, Ebû Cehil bin Hişâm”

Onun şairlikteki kudreti herkes tarafından bilinir ve takdir edilirdi. Şiirleri, Ashâb-ı Kirâm tarafından hemen ezberlenerek ağızdan ağıza yayılırdı.Abdullah b. Revâhâ (ra), Peygamber Efendimiz’in şair ve hatiplerinden, vahiy kâtibi. Efendimiz ikinci Akabe gecesinde, Evs ve Hazrec kabilelerinden gelenlere hitaben Kur’ân-ı Kerîm okur. Bunun üzerine orada bulunanlar Peygamber Efendimiz’e bîat eder. Abdullah b. Revâhâ (ra) “Biz, Allahü Teâlâ’dan ve O’nun Rasûlü’nden geleni kabul ettik” der. Abdullah b. Revâhâ (ra), Hayber’in fethinde Rasûl-i Ekrem’in (sav) maiyetinde bulunur, daha sonra Hudeybiye antlaşmasının olduğu yıl yapılamayan umreyi kaza etmek  üzere Mekke’ye gider. Allah Rasulü (sav), Kusvâ adındaki devesinin üzerinde bulunduğu, devenin yuları Hz. Abdullah b. Revâhâ (ra)’nın elinde olduğu,  sadık arkadaşları çevrelerinde kılıçlarını kuşandığı halde Mekke’ye girer. Müşriklerin ileri gelenleri; yürekleri kin, hınç ve kıskançlıkla dolu olarak Peygamber Efendimiz’i gözetlemek için Handeme ve Kuaykıan dağına çıkmıştır. Mekkeli erkek, kadın ve çocuklar da, Peygamber Efendimiz ile eshabını seyretmek için Darünnedve’de sıralanır. Abdullah b. Revâhâ (ra), Kusvâ’nın yularını çekerek Peygamber Efendimiz’in önlerinde yürür ve:  “Ey kâfirler çekilin, Peygamberin yolundan ki Allahü Teâlâ, O’na gönderdi Kur’ân/ Her hayır ve iyilik vardır O’nun dininde, Bu din için ölmektir, en hayırlı ölüm de./ Gerçek Rasûlullah’tır, kabul ettim yürekten, Her sözüne inandım, kabul ettim şimdi ben./ Ey kâfirler! Kur’ân’ın, Allahü Teâlâ’dan, İndiğini siz inkâr eylediğiniz zaman/ Nasıl indirdik ise, darbeleri aniden ve nasıl ayırdıksa, başınızı gövdeden/ Onun mânâsına da, inanmazsanız eğer, iner aynı şekilde başınıza darbeler”diyerek kâfirleri kötüleyici şiirler okur. Bunun üzerine Hz. Ömer, “Ey İbn-i Revâhâ! Sen Rasûlullah’ın önünde ve Harem-i Şerif’te nasıl şiir okuyabiliyorsun” deyince, Peygamber Efendimiz, “Yâ Ömer! Ona mâni olma. Allahü Teâlâ’ya yemin ederim ki, Onun sözleri, bu Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha çabuk, daha çok tesirlidir. Ey İbn-i Revâhâ devam et” buyurur.

Hz. Ömer susar ve Abdullah b. Revaha (ra) devam eder.

Top