"And olsun ki, Rasülullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (AHZAB SURESİ – 21. AYET)
İnsanlık tarihinin en güçlü madde ve mana inkılâbını yapan, insanlığı küfür ve sapıklık bataklığından kurtararak İslam’ın yüce aydınlığına çıkarmak için 23 sene durmadan, dinlenmeden çalışan ve âlemlere rahmet olarak gönderilen, tek önder ve tek örnek, hiç şüphesiz ki Peygamberimiz (SAV) efendimizdir.
O (SAV), insanlığa Allah’ın bir lütfudur:
لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ:
“And olsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (ÂLİ-İMRAN SURESİ – 164. AYET)
Allah’ın son elçisidir:
مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيماً:
“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Rasülü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (AHZAB SURESİ – 40. AYET)
O (SAV), gönüller sultanıdır, iki cihan güneşidir, insanlık bahçesinin kemal meyvesidir. En yüksek ses, O (SAV)’in sesidir. En yüce davet, O (SAV)’in davetidir. O (SAV)’i görmeyen gözler kördür, duymayan kulaklar sağırdır. O (SAV)’e açılmayan gönüller mühürlüdür, O (SAV)’i anmayan diller kilitlidir.
Bu sebeple insanlık huzur istiyorsa, saadet istiyorsa, dünyada ve ahirette kurtuluş arıyorsa, O (SAV)’in davetine koşmaya mecburdur. En küçük bir şaşma ve sapma göstermeden O (SAV)’in izini takip etmeye mecburdur. Kim O (SAV)’in izinden ayrılmışsa perişan olmuştur, kim O (SAV)’i dinlememişse şaşkınlığa düşmüştür, kim O (SAV)’in tebliğ ettiği İslam’dan kopmuşsa zelil olmuştur. Kim O (SAV)’in ahlakından uzaklaşmışsa hüsrana uğramıştır, Kim O (SAV)’i örnek almamışsa yolunu kaybetmiş ve uçuruma yuvarlanmıştır.
Öyleyse, O (SAV)’e açılan kollar, O (SAV)’e yönelen gönüller, O (SAV)’i seven kalpler, O (SAV)’i anan diller ve O (SAV)’in izinde yürüyen ayaklar, dünya ve ahirette mesut ve bahtiyar olacaklardır. Allah, Kur’an’da Hz Peygamber (SAV)’i güzel bir örnek olarak şöyle takdim ediyor:
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌحَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً:
“And olsun ki, Rasülullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (AHZAB SURESİ – 21. AYET)
Evet, güzeller güzeli örneğimiz, Hz Peygamber (SAV)’dir, bütün insanlığın örneği O (SAV)’dir. Müslüman O (SAV)’le yüce ufuklara, sonsuz cennetlere koşacaktır. O (SAV) bir rahmettir. Müslüman O (SAV)’i yudumlamak için gönül musluğunu ardına kadar açacak ve O (SAV)’den kana kana içecektir. O (SAV), bir mekteptir, Müslüman O (SAV)’den hayatı öğrenecek ve örnek bir kişilik kazanacaktır. O (SAV), bir şahit, bir müjdeci ve uyarıcıdır. O (SAV), bir davetçi ve nur saçan bir kandildir. O (SAV)’den ebedilik ışığı alanlar, dünya ve ahirette huzur bulacaklardır. Allah, Kur’an’da O (SAV)’i şöyle takdim etmiştir:
يَا أَيُّهَاالنَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذِيراً:وَدَاعِياًإِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجاً مُّنِيراً:
HZ PEYGAMBER (SAV)’İN HAYATININ KISACA ANLATILMASI
Dünyayı iman ve Kur’an nuruyla aydınlatan, canlı ve cansız bütün âleme Hakk’ın sesini duyuran, insanın insana kul olmamasını isteyen, insanı hürriyete, adalete, huzur ve saadete kavuşturan, yaratılmışların en yücesi Sevgili Peygamberimiz (SAV), fani varlığıyla aramızda değildir. Fakat O (SAV), tek önder olarak daima önümüzdedir.
O halde örneğimiz O (SAV)’dir. O (SAV)’i örnek edinmenin alameti, sünnetine sarılmaktır. O (SAV)’i sevmek, ümmeti olmanın ilk şartıdır. O (SAV)’in sevmediklerini sevmemek te ümmet olmanın başka bir şartıdır. O halde geliniz, Âlemlere rahmet ve nur saçan bir kandil olarak gönderilen Hz Peygamber (SAV)’in hayatından fışkıran fazilet ışıklarıyla beraberce aydınlanalım:
1-) O (SAV), SADE BİR HAYAT YAŞAMIŞTIR:
İslam Devleti’nin başkanı olduğu halde, O (SAV)’in yemesi, içmesi, giymesi ve bütün yaşayışı sade idi. O (SAV)’in hayatına lüks ve israf hiçbir zaman girememişti. İçine hurma lifi doldurulmuş bir yastık, kuru bir yatak, küçük bir su kabı ve sırtındaki elbisesi, O (SAV)’in başlıca servetiydi.
Hz Peygamber (SAV)’in kuru bir hasır üzerinde yattığını ve hasırın sırtında iz bıraktığını gören Hz Ömer (RA), gözyaşlarını tutamamış ve neden ağladığının sorulması üzerine şöyle demiştir: “Ya Rasülallah! Kisra ve Kayser neler içinde yaşıyorlar! Hâlbuki sen Allah’ın Rasülüsün.” Bunun üzerine Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Dünya onların, ahiretin de senin olmasına razı değil misin?”
Abdullah b. Mes’ud (RA) şöyle diyor:
“Hz Peygamber (SAV), bir hasır üzerinde uyumuştu, kalkınca hasır vücudunda iz bırakmıştı. Bunun üzerine dedik ki: “Ey Allah’ın Rasülü! Size bir yatak temin etsek olmaz mı?” Cevaben şöyle buyurdular: “Benim dünya ile ne işim var, ben dünyada bir ağaç altında gölgelendikten sonra bırakıp giden yolcu gibiyim.”
O (SAV), isteseydi dünyanın en zengin insanı olurdu. Zaten peygamberliğini ilan ettiği ilk günlerde Kureyş, davasından vazgeçmesi için O (SAV)’e büyük servetler teklif etmişti. Savaşlardan gelen ganimetler (1/5), krallardan gelen hediyeler, O (SAV)’i zengin yapabilirdi. Ama O (SAV), bunların hiç birine iltifat etmedi. Eline geçeni daima muhtaçlara dağıtırdı, kendini dünyada bir yolcu gibi kabul ederdi. Bir ağaç altında bir müddet kalacak ve yoluna devam edecekti. Öyle yaptı.
Hz Aişe (RA) der ki: “Muhammed (SAV)’in vefatına kadar, O (SAV)’in aile efradı arka arkaya iki gün arpa ekmeğiyle karınlarını doyuramamıştır.”
Enes b. Malik (RA) şöyle diyor: “O (SAV), hiçbir zaman evindeki yemeklerinde kızartılmış koyun görmedi.”
Numan b. Beşir (RA) şöyle der: “Ben, Hz Peygamber (SAV)’i gördüm. Günler olurdu, karnını doyuracak kadar bile bir hurma bulamazdı.”
Ebu Hüreyre (RA) anlatıyor: “Hz Peygamber (SAV) bir gün veya gece evinden çıkmıştı. Hz Ebu Bekir ve Hz Ömer’e rastladı. Onlara şöyle buyurdu: “Bu saatte sizi evinizden çıkaran sebep nedir?” Onlar şu cevabı verdiler: “Açlık ya Rasülallah!” Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ruhum yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizi çıkmaya mecbur eden hal, beni de çıkardı. Kalkınız.” Onlar da Hz Peygamber (SAV)’le beraber kalktılar. Ensar’dan bir zata geldiler. O zat o sırada evde yoktu. Ailesi Hz Peygamber (SAV)’i görünce: “Buyurunuz, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.” Dedi. Hz Peygamber (SAV), ona sordu: “Ebu’l Heysem nereye gitti?” Kadın cevap verdi: “Bize tatlı su getirmeye gitti.” Biraz sonra Ebu’l Heysem geldi, Hz Peygamber (SAV) ve iki arkadaşını görünce şöyle dedi: “Allah’a hamd olsun, bugün için hiçbir kimse böyle aziz misafirlerle benim kadar bahtiyar olmamıştır.” Hemen koruğu, olgunu ve kurumuşu karışık bir hurma salkımı getirdi, buyurunuz dedi ve hemen bıçağa sarılınca, Hz peygamber (SAV), ona şöyle buyurdu: “Sağılı olanlara dokunma” Hane sahibi onlara bir koyun kesti. Koyunla hurma salkımından bir parça yediler ve tatlı suyu da içtiler. Karınları doyup suya kanınca, Hz Peygamber (SAV), Hz Ebu Bekir ve Hz Ömer’e hitap ederek şöyle buyurdu: “Nefsim yed-i kudretinde Allah’a yemin ederim ki, kıyamet günü bu nimetlerden sorulacaksınız. Açlık sizi evinizden çıkardı, eve dönmeden bu nimetler size ulaştı.”
O (SAV)’in Ashabı da böyleydi. Bir gün Hz Ebu Bekir (RA)’a bir bardak soğuk su ikram edilmişti. Suyu dudağına götürünce ağlamaya başladı. Sebebi sorulunca şöyle buyurdu: “Bir gün Allah Rasülü (SAV), kendisine getirilen böyle bir bardak suyu içince ağlamış ve:
ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ:
“Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (TEKASÜR SURESİ – 8. AYET)
Ayetini okuyarak, “İşte bu nimetlerden sorguya çekileceksiniz.” Buyurdu. Bunu hatırladım ve ağladım.”
Halife olduktan bir müddet sonra kendisine maaş bağlanmıştı. Medine’nin en fakir insanının yaşayışını ölçü alarak sade bir hayat yaşıyordu. İhtiyacından arta kalan parayı bir testi içinde biriktiriyordu. Vefatından sonra, testinin gelecek halifeye teslim edilmesini vasiyet etmişti. Hz Ömer (RA) halife olunca kendisine teslim edilen testiyi boşaltmış ve paraların yanında bir mektuba rastlamıştı. Mektupta şunlar yazılıydı: “Bu paralar bana verilen maaştan arta kalanlardır. Ben Medine’nin en fakirini kendime ölçü kabul etmiştim. Arta kalan miktarı bu testiye koydum. Bu paralar hazineye aittir ve oraya konulmalıdır.” Hz Ömer (RA) bu mektubu okuyunca ağlamış ve şöyle demiştir: “Kendinden sonrakilere çok ağır bir yük bıraktın Ya Eba Bekir.”
Hz Ebu Bekir (RA), böyle yaşamayı, Hz Peygamber (SAV)’den öğrenmişti.
Cabir b. Abdullah (RA)’ın bildirdiğine göre Hendek Savaşında Hendek kazılırken Hz Peygamber (SAV), açlıktan dolayı karnına taş bağlamıştı.
Öyleyse Hz Peygamber (SAV)’i örnek alan her Müslüman, sade bir hayat yaşayacak, lüks ve israfa dalmayacak, elindeki nimetlere şükredecek ve onlarla fakirleri gözetecektir. Aksi halde Allah Rasülü (SAV)’i örnek kabul etmemiş olur. Ancak, Hz Peygamber (SAV)’in bu yaşayışı; dünyayı ihmal etmek, zayıf düşmek ve güçlülerin gücü altında ezilmek şeklinde anlaşılmamalıdır. Müslüman her zaman güçlü olmaya mecburdur.
2-) O (SAV), ŞEFKAT VE MERHAMET ÖNDERİDİR:
Hz Peygamber (SAV), Allah’ın:
وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ:
“Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (KALEM SURESİ – 4. AYET)
Şeklinde beyan buyurduğu İslam’ın üstün faziletlerini bütünüyle şahsında toplamıştı. O (SAV); fazilet, sevgi, şefkat ve merhamet önderidir. O (SAV), herkesi sever, büyük-küçük, zengin-fakir herkese söz söylerdi. Zaman gelir çocukların arasına karışır, oyunlarına iştirak eder ve onlara güler yüz gösterirdi. O (SAV)’in şefkat kanatları altında büyüyen Enes b. Malik (RA) şöyle der:
“10 sene Hz Peygamber (SAV)’e hizmet ettim. Bana bir defacık olsun canı sıkılıp ta ÖF bile demedi. Niçin böyle yaptın da demedi, böyle yapsaydın da demedi.”
Yine Enes b. Malik şöyle anlatır:
“Hz Peygamber (SAV) biz çocukların arasına karışır ve güler yüzle bizimle latife ederdi. Hatta kuşu olan küçük kardeşime: “Ey Eba Umeyr! Nugayr (Kuşcağız) ne oldu?” der tebessüm ederdi.”
O (SAV), bazen torunları Hz Hasan, Hz Hüseyin ve Hz Ümame’yi sırtına alıp sokağa çıkardı. Hatta bazen onları sırtında taşıdığı halde nafile namaz kılardı. Bir gün Hz Hasan ve Hz Hüseyin sırtında iken Hz Ömer (RA) gelmişti. Onları böyle görünce: “Ne güzel bineğiniz var.” Demişti. Hz Peygamber (SAV) de şöyle mukabele buyurmuşlardı: “Ne güzel süvarilerdir onlar!”
Kalbi bütün canlılara karşı sevgi, şefkat ve merhametle dolu olan Hz Peygamber (SAV), küçük oğlu İbrahim vefat edince gözyaşları gül yanaklarından dökülmüştü. Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf şöyle demişti: “Ya Rasülallah! Siz de mi ağlıyorsunuz?” Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdular: “Ya Abdurrahman! Bu, Allah’ın kalbime koyduğu merhametin eseridir. Göz, yaş döker, gönül mahzun olur, fakat biz, Rabbimizin razı olmayacağı bir şey söylemeyiz.”
Hz Peygamber (SAV), bir hadislerinde şöyle buyurur:
“İnsanlara merhamet etmeyen kimseye, Allah merhamet etmez.”
O halde, Allah Rasülü (SAV)’i örnek edinen her Müslüman, O (SAV)’in sevgi, şefkat ve merhamet meşalesini gönlünde tutuşturmak zorundadır. Sevgi, şefkat ve merhamet duygularından mahrum kalan, insanlara ve diğer canlılara karşı kaba ve acımasız davranan kimseler, Hz Peygamber (SAV)’i örnek edinmiyorlar demektir. Gerek çevresindeki ve gerekse dünyanın çeşitli bölgelerindeki Müslümanların acılarına ilgisiz kalan, gönlünde onların ıstıraplarını hissetmeyen kimse, merhamet duygularını köreltmiş demektir.
3-) O (SAV), ÂLEMLERE RAHMETTİR:
Allah, Kur’an’da şöyle buyuruyor:
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ:
“(Rasülüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (ENBİYA SURESİ – 107. AYET)
Hz peygamber (SAV), öfkelenmez, kendisine yapılan eziyetlere ve işkencelere sabreder, öç alma duygusuna kapılmazdı. Tehditlere, alaylara ve boykotlara aldırmadan Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ ederdi. O (SAV), engin bir rahmet kaynağıdır. Kim gönül kabını O (SAV)’e açarsa rahmetle doldurur. Çünkü O (SAV), Allah’ın rahman ve rahim sıfatlarının beşere yansıyan temsilcisidir.
Düşünün ki; Uhud savaşında çok sevdiği amcası Hz Hamza şehit edildiği, vücudunun parçalandığı, ciğerlerinin söküldüğü; halasının oğlu Abdullah b. Cahş (RA)’ın bedeninin doğrandığı; bizzat kendisinin mübarek yanağının yarıldığı, dişlerinin kırıldığı, nurlu yüzünün kanlar içinde kaldığı, Müslümanların yaralandığı, şehit edildiği bir zamanda bile düşmanlarına lanet etmemiştir. Lanet etmesi istendiğinde ise şöyle buyurmuştu:
“Şüphesiz ki ben, lanet etmek, azabı çağırmak için değil; rahmet olarak gönderildim.”
Yine amcası Ebu Talib’in ölümünden sonra Hz Peygamber (SAV)’e ve Müslümanlara yapılan işkence ve eziyetler artmıştı. O (SAV), bazen taşlanıyor, bazen kapısına pislikler yığılıyor, bazen de geçeceği yollara dikenler atılıyordu. Dayanılmaz hale gelen bu işkenceler sebebiyle Hz Peygamber (SAV) Mekke’ye iki günlük mesafedeki Taif’e gitmeye ve Taif’lileri Allah’ın dinine davet etmeye karar vermişti. Taif’in o günkü yöneticileri Abd-i Yalil oğulları, annesi tarafından akrabası idi. Belki söz dinlerlerdi. Bu ümitle Taif’e gitti. Taif’e varınca kabile reisleriyle görüştü. Onları İslam’a ve kendisine yardım etmeye çağırdı. Birisi kaba ve sert, diğerleri alaylı sözlerle O (SAV)’i reddettiler ve hemen Taif’i terk etmesini istediler. Bununla da kalmayıp kadınları, çocukları ve köleleri Hz Peygamber (SAV)’in üzerine sevk ettiler. Kimisi taşlarla kimisi de sopalarla saldırıyordu. Hz Peygamber (SAV) yaralanmıştı. Güçlükle Taif’ten uzaklaştı. Kendisini bir hurma ağacının dibine attı. Biraz kendine geldikten sonra ellerini açtı ve Rabbine şöyle dua etti:
“Allah’ım! Güçsüz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi, hor görülenlerin Rabbi sensin. Sensin benim Rabbim. Beni kime bıraktın? Huysuz ve yüzsüz yabancıya uzak kimselere mi? Yoksa bu işimde bana hâkim olacak bir düşmana mı? Eğer bana karşı bir gazabın yoksa çektiklerime hiç aldırmam. Fakat senin affın, afiyetin bana bunları göstermeyecek kadar geniştir. Allah’ım! Gazabına uğramaktan, rahmetine uzak kalmaktan, senin karanlıkları aydınlatan, dünyayı ve ahireti salâha kavuşturan ilahî nuruna sığınırım. Rızanı dilerim. Sana iltica ederim. Güç te, kuvvet te senindir, senin elindedir.”
Bu içten bir yalvarıştı, halini Allah’a arz edişti. Kabul edilmesi gecikmezdi, nitekim öyle de oldu. Yanına biri yaklaştı. Bir üzüm salkımını Hz Peygamber (SAV)’e uzattı ve: “Buyurun.” Dedi. Hz Peygamber (SAV) üzümü aldı ve: “Bismillah” dedi. Bu sözden hayrete düşen Addas isimli köle: “Sen kimsin?” diye sordu. Hz Peygamber (SAV) şöyle cevap verdi: “Ben, son peygamber ve son nebiyim.” Son peygamberin geleceğini bilen Addas, Hz Peygamber (SAV)’ sarıldı ve hemen Müslüman oldu. Hiç beklemediği bir anda Nebiler Nebisi (SAV)’i karşısında buluvermişti. Allah Rasülü (SAV) çok sevindi.
Hz Aişe (RA) şöyle anlatıyor: “Hz Peygamber (SAV)’e sordum: “Ya Rasülallah! Uhud gününden daha şiddetli bir gün gördün mü?” Hz Peygamber (SAV) şöyle cevap verdi: “Senin kavminden gördüm. Onlardan gördüğüm musibetin en şiddetlisi Akabe gününde idi. Zira ben Taif’e gitmiş Abd-i Kilâl oğullarında Abd-i Yalil oğluna sığınmak istemiştim. İsteğimi reddetti. Ben de derin bir keder ve hayret içinde Mekke’ye dönmüştüm. İşte bu dönüş esnasında Karn-ı Salip denilen yere gelince başımı kaldırıp gökyüzüne baktım, bir bulutun beni gölgelediğini gördüm. Buluta tekrar dikkatlice baktığımda, içinde Cebrail (AS)’ın bulunduğunu fark ettim. Cebrail (AS) bana şöyle dedi: “Allah, kavminin sana dediklerini işitti. Seni korumaktan çekindiklerini gördü. Allah sana şu dağların meleğini gönderdi, emrindedir. Kavmin hakkında ne yapılmasını istersen emredebilirsin.” O anda dağların meleği de seslenerek bana selam verdi ve şöyle dedi: “Ya Muhammed (SAV)! Allah, kavminin senin hakkında söylediklerini işitti. Ben dağların meleğiyim. Ne emredersen onu yapmam için Allah beni sana gönderdi. Dilersen AHŞEBEYN denilen şu iki dağı onların üzerine kapayıvereyim.” Bunun üzerine ben şöyle cevap verdim: “Hayır, istemem, ben, Allah’ın bunların soyundan yalnızca Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil meydana getirmesini ümit ederim.”
İşte rahmet peygamberi (SAV). Bu, cihanda eşine rastlanmaz bir yüceliktir. Dünyada cereyan eden zulümleri gördükten sonra, o yüce Peygamber (SAV)’e karşı: “Ya Rasülallah! Sen gerçek peygambersin, insanlık, bugün her zamankinden daha çok sana muhtaçtır.” Demekten başka bir çaremiz var mıdır?
Hz Aişe (RA) validemizin bildirdiğine göre; Allah nizamının çiğnenmesi hariç Hz Peygamber (SAV) hayatı boyunca kendi şahsı için bir defacık olsun kimseden öç almamıştır. O (SAV)’in izinde olan müminlere düşen görev, insanlığın hidayetini istemek, kimseye kötülük etmemek ve intikam duygusuna kapılmamaktır.
4-) O (SAV), ÖFKELENMEZ, KİMSEYE SERT DAVRANMAZDI:
Hz Peygamber (SAV), Allah’ın nizamının çiğnenmesi dışında kimseye öfkelenmez, düşmanı dahi olsa sert davranmazdı. Dilinden yumuşak söz, gözlerinden tebessüm çağlardı.
Ebu Hüreyre (RA) anlatıyor: “Bir gün Hz Peygamber (SAV)’in huzuruna bir adam geldi ve şöyle dedi: “Ya Rasülallah! Bana tavsiyede bulun.” Hz peygamber (SAV): “Öfkelenme.” Buyurdu ve bu sözünü üç defa tekrarladı. Hz Peygamber (SAV) her defasında bu sözünü tekrarladı.
Allah Rasülü (SAV) yumuşak huyluluğuyla gönüllerde taht kuruyordu. Bazen kendisine kaba davrananlar oluyor, O (SAV) ise onları affediyordu.
Hz Aişe (RA) validemiz anlatıyor: “Bir gün Hz Peygamber (SAV)’in huzuruna beş-on kişilik bir Yahudi heyeti gelmişti. Selam vermiş olmak için şöyle dediler: “Es-Samü aleyküm = Ölüm ve Allah’ın laneti üzerine olsun.” Ben de şöyle cevap verdim: “Allah’ın gazabı ve laneti sizin üzerinize olsun.” Bunun üzerine Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Ya Aişe, ağır ol. Şüphesiz Allah, her hususta yumuşak davranmayı sever.”
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Yumuşak davranmaktan mahrum olan kimse, bütün hayırlardan mahrum olur.”
5-) O (SAV), KİMSENİN AYIBINI YÜZÜNE VURMAZDI:
Hz Peygamber (SAV), kimsenin ayıbını açığa vurmaz, dedikodu edenleri ve söz getirip götürenleri sevmezdi.
Ebu Musa (RA) anlatıyor: “Ya Rasülallah! Hangi Müslümanlar daha faziletlidir? Diye sordum. Hz Peygamber (SAV) şöyle cevap verdiler: “Elinden ve dilinden Müslümanların salim olduğu kimsedir.”
Hz Peygamber (SAV)’in bu hadislerinde, diğer azaları değil de eli ve dili zikretmesinin elbette hikmetleri vardır. Zira insan, bir insana iki türlü zarar verir. Birisi yüz yüze verilen zarardır ki, bunu el temsil eder. Diğeri de arkadan verilen zarardır ki, bunu da dil temsil eder. Allah katında mümin öyle bir değere sahiptir ki, bir başka Müslüman ona elini ve dilini uzatamaz. Hadis-i şerifte dilin önce zikredilmesi de dikkat çekicidir. Çünkü arkadan yapılan dedikodu ve iftira, fertleri birbirine daha kolay düşürür.
Süfyan b. Abdullah (RA) şöyle rivayet ediyor: “Hz Peygamber (SAV)’e sordum: “Ya Rasülallah! Hakkımda korkacağım şeyin en tehlikelisi nedir?” Hz Peygamber (SAV) eliyle dilini tutarak şöyle buyurdu: “İşte budur.”
Muaz b. Cebel (RA) rivayet ediyor: “Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu. “Ya Muaz! Sana, dinin baş direği, en yüce tarafı nedir, haber vereyim mi?” “Evet Ya Rasülallah” dedim. Şöyle buyurdu: “İşin başı İslam’dır. Direği namazdır. En yüce tarafı cihattır.” Devam etti: “Bu dediklerimden hepsinin yerini tutan nedir, haber vereyim mi?” “Evet Ya Rasülallah” dedim. Eliyle dilini tutarak şöyle buyurdu: “İşte bunu tutmaya çalış.”
Enes b. Malik (RA) şöyle rivayet ediyor: “Hz Peygamber (SAV) buyurdu: “Ben mi’rac’a çıkarıldığımda bir kavmin yanından geçtim. Bunlar, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı. Bunun üzerine Cebrail (AS)’a bunların kim olduklarını sordum. Cebrail (AS) şöyle cevap verdi: “Bunlar, insanların etini yiyenler (gıybet edenler), onların şeref ve namuslarına dokunanlardır.”
İbni Ömer (RA)’ın rivayetinde Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Her kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah ta kıyamet günü o kimsenin ayıbını örter.”
Yine Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Ara bozmak için söz getirip götüren kimse cennete giremez.”
Öyleyse, örneği Hz Peygamber (SAV) olan bir Müslüman; gıybetle, söz taşımakla, kusur araştırmakla ve başkalarının ayıbını açığa çıkarmakla meşgul olamaz. Aksi halde Hz Peygamber (SAV)’i örnek edinmiyor demektir.
6-) O (SAV), İNSANLARA ADİL DAVRANIRDI:
Hz Peygamber (SAV), zengin-fakir, büyük-küçük herkese adil davranır, kimseyi kayırmazdı. Zulmü ve haksızlığı hoş görmezdi. Her şeyi ve herkesi hak ölçüsüne göre değerlendirirdi. Tebliğ ettiği hak nizamını önce kendi şahsında uygulardı, sonra da en yakınlarından başlamak üzere uygulamaya koyardı. Bu nedenledir ki, kaldırdığı ilk faiz, amcası Abbas’ın faizi, kaldırdığı ilk kan davası da amcasının oğlu Rebia’nın kan davası idi.
Bir defasında hısızlık yapmış Kureyş’li bir kadının affedilmesi istenmişti. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Sizden öncekilerin helak olmalarının sebebi, büyüklerden biri hırsızlık ettiğinde ceza tatbik etmedikleri halde, aşağı tabakadan yani zayıflardan biri hırsızlık ettiğinde ceza tatbik etmeleri olmuştur. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed (SAV)’in kızı Fatıma hırsızlık etseydi, onun da elini keser, cezasını verirdim.”
Adalet sahiplerini şöyle müjdelerdi: “Çoluk çocuğuna ve idaresi altında bulunanlara adil davranan kimseler, Allah’ın nezdinde nurdan minberler üzerinde oturur, yüksek makamlara çıkarlar.”
Müminleri şöyle uyarırdı: “Haksızlık etmekten çekinin. Zira haksızlık kıyamet gününde zulmettir.”
7-) O (SAV), İNSANLARIN EN CÖMERDİ İDİ:
Hz Peygamber (SAV) kâinatın en cömert insanıydı. Yoksulları, boynu bükükleri gözetir, dertlerine derman olurdu. Dost-düşman, zengin-fakir herkese iyilik ederdi. Akraba ve komşu haklarını korur, kendisinden bir şey istenince varsa verir, yoksa vaat ederdi.
Cabir (RA) şöyle diyor: “Hz Peygamber (SAV)’den bir şey istendiğinde, yok ve hayır dediği asla vaki olmamıştır.”
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Fakir-fukarayı arayın, görüp gözetin. Siz ancak fakirlerin sayesinde yardım görür ve rızıklanırsınız.”
Enes b. Malik (RA)’ın rivayetine Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur: “Bir kimse rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini isterse, akrabasını görüp gözetsin.”
Başka bir hadislerine Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Komşusu açken tok yatan, olgun mümin değildir.”
Hz Peygamber (SAV) cimrilik konusunda bütün müminleri şöyle uyarır: “Cimrilik etmekten sakının. Zira cimrilik sizden evvelkileri helak etmiştir. Onları, birbirlerinin kanını dökmeye, Allah’ın haram kıldığı şeyleri helal görmeye sevk etmiştir.”
Hz Peygamber (SAV)’in cömertlikte bir benzeri yoktu. Bir gün bir adam gelmiş ve Hz Peygamber (SAV)’den bir şey istemişti. Hz Peygamber (SAV) de vermişti. Adam bir kere daha istemiş, Hz Peygamber (SAV) yine vermişti. Üçüncü defa istediğinde, verecek bir şeyi olmadığı için vaat etmişti. Yani adamın istediği şey eline geçtiğinde verecekti. Bu arka arkaya istek Hz Ömer (RA)’ı rahatsız etmişti. Dileri üzerine doğruldu ve şöyle dedi: “İstediler verdin, yine istediler yine verdin, bir daha istediler vaat ettin. Kendini bu kadar sıkıntıya sokma Ya Rasülallah!” Hz Peygamber (SAV) bu sözleri tasvip etmemişti. Durumu fark eden Abdullah b. Huzafe (RA) kendini şöyle demekten alamadı: “Ver ey Allah’ın Rasülü! Sakın Allah’ın seni fakir bırakacağını v senden nimetlerini kesivereceğini zannetme.” Hz Peygamber (SAV) bir süre sessiz kaldı ve şöyle buyurdu: “Ben, bununla emrolundum.”
Ebu Hüreyre (RA) şöyle diyor: “Cömert kimse Allah’a yakındır, cennete yakındır, insanlara yakındır ve cehennemden uzaktır. Cimri kimse ise Allah’a uzaktır. Cömert cahil, Allah’a cimri abidden daha sevgilidir.”
8-) O (SAV), TEVAZU İNSANIYDI:
Hz Peygamber (SAV), insanlık tarihinin en mütevazı insanıydı. Tevazu, büyüklerde büyüklük ölçüsüydü. O (SAV) büyüktü, büyük olduğu için mütevazı idi. O (SAV), büyük-küçük, zengin-fakir, siyah-beyaz, kadın-erkek, hizmetçi efendi ayrımı yapmadan herke karşı mütevazı idi. Özür dileyenin özrünü kabul eder, bir yere davet edilirse giderdi. Gittiği yerde kendisine hürmeten ayağa kalkmak isteyenlere mani olur, nereyi boş bulursa oraya otururdu. Hastaları ziyaret eder, cenazelerde hazır bulunurdu. Dul ve yetimleri görür gözetirdi. Ev işlerinde hanımlarına yardım ederdi. Üstünlüğün, kim Allah’ın istediği şekilde yaşıyorsa onda olduğunu bilirdi.
Bir hadislerinde şöyle buyurmuştu:
“Kim Allah için tevazu ederse, Allah onu yüceltir. Kim de büyüklenirse, Allah onu zelil eder, alçaltır.”
İnsanlık tarihine bir bakınız! Kim kibirlenmişse zelil olmuştur, küçülmüştür. Çünkü kibir, küçüklük işaretidir. Kim de tevazu sahibi olmuşsa, aziz olmuştur.
Ebu Ümame (RA) şöyle rivayet ediyor: “Bir gün Hz Peygamber (SAV) bir bastona dayanarak yanımıza gelmişti. O (SAV) gelince hürmeten ayağa kalktık. Bunun üzerine şöyle buyurdular: “Acemlerin birbirlerini ululayarak ayağa kalktıkları gibi siz de kalkmayın.”
Hz Peygamber (SAV), büyük tevazuu sebebiyledir ki, tanıdığı tanımadığı her Müslüman’a selam verir, müsafaha ederdi. Ev halkına, çocuklara ve kadınlara da selam vermeyi ihmal etmezdi. Çocukların oyunlarına katılırdı. Selamı yaymayı emrederdi.
İmran b. Hüseyin (RA) rivayet ediyor:
“Bir adam, Hz Peygamber (SAV)’e geldi ve şöyle dedi: “Es-selamü aleyküm” Hz Peygamber (SAV) de aynı şekilde mukabelede bulundu ve selam veren kişi oturdu. Bunun üzerine Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “On sevap kazandı.” Sonra bir başkası geldi ve şöyle dedi: “Es-selamü aleyküm ve rahmetullah” Hz Peygamber (SAV) aynı şekilde mukabelede bulundu. Adam oturdu ve Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Yirmi sevap kazandı.” Az sonra başka bir adam daha geldi ve şöyle dedi: “Es-selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh” Hz Peygamber (SAV) yine aynı şekilde mukabelede bulundu, selam veren adam oturdu ve Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Bu kişi otuz sevap kazandı.”
Hz Bera (RA) rivayet ediyor: “Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “İki Müslüman birbirleriyle karşılaştıklarında ek sıkışırlarsa, ayrılmadan evvel günahları bağışlanır.”
Öyleyse hiçbir Müslüman, makamına, rütbesine ve servetine güvenip kibirlenmemelidir. Allah kibirli olanları mütevazı olanları sever.
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuyor: “Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan kimse, cennete giremez.”
9-) O (SAV), ÜMMETİNE DÜŞKÜN İDİ:
Enes b. Malik (RA)’ın rivayetinde Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Her peygamberin ümmeti için dua ettiği kabul edilecek bir duası vardır. Ben de duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat için sakladım.”
Abdullah b. Amr (RA) rivayet ediyor: “Hz Peygamber (SAV): “Ya Rabbi, ümmetî, ümmetî” diyerek ağlıyordu. Allah şöyle buyurdu: “Ey Cebrail! Muhammed (SAV)’e git, niçin ağlıyorsun? Diye sor. Rabbin O’nun niçin ağladığını daha iyi bilir.” Cebrail (AS), Hz Peygamber (SAV)’e gelerek sormuş, Hz Peygamber (SAV) de ne dediğini haber vermiş. Hâlbuki Allah, O (SAV)’in ne söylediğini daha iyi bilir. Nihayet Allah Şöyle buyurdu: “Ey Cebrail! Git Muhammed (SAV)’e şunu söyle: Biz seni ümmetin hakkında razı edecek ve seni asla üzmeyeceğiz.”
Ümmetine bu kadar düşkün olan ve ümmeti için ağlayan, gözyaşı döken ve şefkat talebinde bulunan Hz Peygamber (SAV), hesabın ciddiyeti sebebiyle en yakınlarından başlama suretiyle Bir hadisinde şöyle uyarmıştı:
“Ey Kureyş Topluluğu! Kendinizi Allah’tan satın alın (Allah’ın azabından koruyun), yoksa ben Allah’ın azabından hiçbir şeyi sizden men edemem. Ey Abdi Menaf Oğulları! Allah’ın azabından hiçbir şeyi sizden uzaklaştıramam. Ey Abdülmuttalib’in oğlu Abbas! Senden de Allah’ın azabından hiçbir şeyi men edemem. Ey Peygamberin halası Safiye! Benim, Allah’ın azabından kurtarmak için sana hiçbir yararım olmaz. Ey Muhammed (SAV)’in kızı Fatıma! Malımdan ne dilersen iste, vereyim fakat Allah’ın azabından hiç bir şeyi senden men edemem.”
Hz Peygamber (SAV), herkesin her şeyle övündüğü bir dönemde akrabalarının: “Peygamber bizden çıktı” diye övünmeleri ihtimaline karşı onları uyarması fevkalade dikkat çekiciydi. Aynı uyarıyı, biricik kızı Hz Fatıma (RA)’ya da yapması, Hz Peygamber (SAV)’in ne derece tedbir peygamberi olduğunu göstermesi bakımından da ciddi bir örnek teşkil ediyordu.
Öyleyse Müslüman’ın görevi, Allah’ın rızasına uygun ameller işlemek ve Hz Peygamber (SAV)’in yolundan ayrılamamaktır. Hz Peygamber (SAV)’i tek örnek olarak tanımadan, O (SAV)’i sevmeden, O (SAV)’in sünnetine sarılmadan Allah’ın sevgili kulu olunamaz, Allah’ın rızasına erişilemez. Bu sebeple Allah’a inanan ve O’nun rahmet gölgesi altında yaşamak isteyen her Müslüman, şu gerçekle imanını yenilemelidir:
“Ey Allah’ın Rasülü! Dünya ve ahiret saadetinin senin izinde olduğuna iman ediyorum. Örneğim ve önderim sensin. Bütün insanlığın örneği ve önderi sensin. Senin sevgi, şefkat, merhamet, adalet ve medeniyet anlayışına uygun düşmeyen her fikri, her düşünceyi ve yaşayışı reddediyorum. Ben, senin tebliğ ettiğin İslam’a teslim olup Müslüman oldum. Bu, benim için en büyük şeref ve Allah’ın bana en büyük lütfudur. Bana da şefaat et Ya Rasülallah!”
İşte Müslüman bu imanla ve bu sevgiyle Allah Rasülü (SAV)’e bağlandığı zaman, huzur ve saadete erecektir. Sözlerin en güzeli Allah kelamıdır. Bir ayet mealiyle dersimizi bitirelim. Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor:
إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيماً:
“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salavât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin. (AHZAB SURESİ - 56. AYET)