Muridan
Hz. Peygamber’e Salât ve Selâm Getirmenin Hükmü

Hz. Peygamber’e Salât ve Selâm Getirmenin Hükmü

Günlük hayatımızda ve bilhassa namazın içinde, dualarımız arasında, topluca ve tek başına yapılabilecek bu vazifenin mahiyeti, kimlere getirilebileceği, hükmü ve önemi: "Salât" kelimesi lügatte; dua, namaz, rahmet mânâlarına geldiği gibi kendisinden türetilen bazı fiillerinde bereket mânâsı da vardır104. Kaynaklarda birbirine yakın ve müşterek mânâları ifade eden kelime, yerine göre bu mânâlardan birinde kullanılmıştır. Bu sebeble mevzûmuzla ilgili el-Ahzâb sûresinin 56. âyetine İbn Abbâs, "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi bereketle kuşatırlar" mânâsını vermiştir. el-Müberred'de (ö.285/898), Salât kelimesinin aslında "rahmetle dua etmek" mânâsına geldiğini, Allah tarafından yapıldığında "rahmet" melekler tarafından yapıldığında "Allah'ın rahmetini İstemek" demek olduğunu beyan eder105. Nitekim melekler bir şahsa salât getirirken, "Allahım O'nu bağışla, O'na merhamet et" derler.

Kuşeyrî de bu hususta, "Allahın insanlara salâtı, onlara rahmet etmesi, Peygamberlere salâtı ise onlara şeref vermesi ve ziyâde ikram etmesidir" der. Ayrıca, Allah'ın Peygambere (sav) salâtı O'nu meleklerin yanında övmesi ; meleklerin O'na salâtı ise, O'na dua etmeleridir, diye Ebu'l-Aliye tarafından söylenmiştir106.

Elhasıl "salât", Allah'tan olunca rahmet, meleklerden olunca mağfiret-i ilâhîyi istemeleri, mü'minlerden getirilince de hayırla dua etmek mânâlarına gelmektedir107.

"Selâm " kelimesi de müşterek sayılan bir çok mânâya gelmiştir. Daha önce zikredilen el-Ahzâb sûresinin 56. âyetinde Hz. Peygamber’e (sav) salât gibi çok selâm etmemiz de istenmektedir. Bu sebeble bunun ihtiva ettiği mânâların üzerinde de biraz duralım. Selâm, lügatlerde Allah'ın ismi olarak kullanıldığı gibi, selâmlaşmak, kusurlardan beri olmak, emniyet ve sulh mânâlarına da gelir108. Bu kelimeye verilen mânâlar üç çeşite ayrılabilir:

a- Mastar bir kelime olarak "es-Selâmu Aleyküm" demek, selâmet, emniyet senin içindir (veya sizin içindir), seninle beraberdir demektir, b) Selâm Allah'ın ismi olarak, Allah seni korumayı, gözetmeyi üzerine almıştır, kefildir, demektir, c) İtaat ve barış demektir109. Şimdi kelimelerin lügat mânâlarını izah ettikten sonra bunların Peygamber'lere getirilmesinin maksadı üzerinde de biraz duralım.

Salât ve selâm getirmekten maksat, Hz. Peygamber'e (sav) tazimdir. Dünyada O'na yapılacak tazim, O'nun hatırasını yüceltmek, Dîn'ini yaymak ve sürekliliğini temine çalışmaktır. Ahirette ise sevabının çoğalması, ümmetine şefaatçi kılınması, el-Makâmu'l-Mahmûd'a (Livau'l-Hamd altında kurulan şefaat-ı kübrâ makamına) yükselmesiyle elde edeceği faziletinin devamına dua etmektir110.

Diğer taraftan İbnu'l-Arabî der ki: "Hz. Peygambere (sav) yapılan salât'ın faydası, onu yapana döner. Zira salât getirmek okuyanın samimi itikadını ve niyyetini, Peygamber'e (sav) sevgisini, taata devam etmesi ve hürmetini gösterir"111.

Salavât getirme, Hz. Peygamber'in (sav) ruhuyla irtibat kurmayı ve O'nun nurundan istifâde etmeyi temin eder. Zira salavât getirene Hz. Peygamber de (sav) bir misliyle salât eder (rahmet diler)112.

b- Salât ve Selâm Kimlere Getirilir?

Salât ve selâm sadece Peygamber'lere getirilir. Bu dualarla onlara hürmet edilmiş ve değer verilmiş olunur. Nitekim Cenâb-ı Hakk'ın ismi zikredilince de O'na -noksanlıklardan tenzih ve takdisle tazim edilir- (Azze ve Celle ve benzeri dualar okunur).

Diğer taraftan İslâm büyükleri için de Allah'ın mağfireti ve rızası istenir113; (Yani sahabe için "Radivallâhu Anhu-Allah ondan razı olsun, ulemâ için "Rahimehullâh"-Allah rahmet etsin, evliya için de "Kuddise sırruhu"- Sırrı pak olsun gibi dualar yapılır).

İlk devirlerde salât ve selam sadece Peygamber'ler için getirilirken Râfizî'ler ve Şiî'ler Peygamberlerin dışındaki insanlar için de bu kelimeleri kullanır oldular. Bid'at olan bu gibi davranışlarından kaçınmak gereklidir. Hz. Peygamber'in Âl ve Ezvâcına bu arada Ashâb'a müstakillen salât ve selâm getirmek uygun değildir. Ancak Hz. Peygamber'e tabi kılınarak, O'nunla birlikte bu saydığımız kimselere salât ve selâm getirmek caizdir, hatta müstehaptır.

Bu arada şunu da zikredelim ki, Hz. Peygamber'in (sav) kendisine salât okuyanlara karşılık olarak okuduğu salât ise dua etmesi mânâsına gelir114. Nitekim O, bu konuda şöyle buyurmuştur: "Kim bana selâm gönderirse o sırada Allah ruhumu bedenime iade eder de ben de ona selâm veririm"115. Ayrıca salât ve selâmı Hz. Peygambere (sav) ulaştıran vazifeli meleklerin olduğu hadislerde beyân edilmiştir116. Bu hadisler, O'nun kabrinde kendisine mahsûs bir hayatla diri olduğunu göstermektedir117.

Hz. Peygamber'e sala vat getirirken salât ve selâm lafızlarının ikisini birden söylemek gereklidir. Yalnız birini söylemenin mekruh bulunduğunu bazı alimler söylemişlerdir. Diğer Peygamberler için ise sadece birini söylemek mekruh değildir. Bu konuda çok kere "Aleyhi's-Selâm" cümlesi kullanılır. Bunun hilâfına ulemânın çoğu, Hz. Peygamber için de sadece birini getirmenin mekruh olmadığım beyân etmiştir118.

Kendilerine Hz. Peygamberle (sav) birlikte salât ve selâm getirilen "Âl" hakkında altı görüş yardır:

l- "Âl", Hz. Peygamber'in (sav) ikinci dedesi Hâşim'in nesli olarak gelenlerdir. 2- Hâşim ve kardeşi Muttalib'in neslidir, diyenler vardır. Bunların arasında İmâm Şafiî de bulunmaktadır. 3- Hz. Patıma, Ali, Hasan ve Hüseyin. Bir de bunların kıyamete kadar gelecek olan evlatlarıdır. 4- Hz. Peygamber'in (sav) mutlak yakınlarıdır. 5- Muttaki müslümanlardır. 6- Bütün müslümanlardır.

"Âl" kelimesinin bilhassa son üç kısımda izah edilen mânâları şu şekilde telif edilmiştir: Bu kelime ile dua yerinde bütün müslümanlar; medh, övgü yerinde müttakiler; zekât alma hususunda, kendilerine zekât almak yasak olan Hz. Peygamber'in (sav) akrabaları kastedilir119.

c. Salât ve Selâmın Yeri Ve Hükmü

Aslında salât ve selâm getirmek farzdır. Ömründe bir kere bunu okuyan bu vazifeyi yerine getirmiş olur120. Bir mecliste Hz. Peygamber'in (sav) ismi zikredilince bir defa salât ve selâm getirmek vacib121, isminin tekrar edilişi sayısınca getirmek ise müstahabdır122.

Namazda et-Tehiyyâtu duasını okuduktan sonra salât ve selâm getirmek de sünnettir. Dualar yapılırken hangi çeşit dua olursa olsun salât ve selam okumak hem mustehab hem de duanın kabulüne sebebdir123.

Bu yerlerin dışında Hz. Peygamber'in (sav) isminin zikredildiği her yerde, yazıldığı her sahifede, ezan okunduğu sıralarda salât ve selâm getirmek müstahab sayılmıştır. Ayrıca cuma günlerinde, camiye girerken, cenaze namazını kılarken salât ve selâm okumak yine müstahabdır124. Bu arada şunu zikredelim ki; Hanefî'ler, "Salh ve Bârik" salavâtlarının "et-Tehiyyâtu" duasından sonra sünnet olarak, Şafiî'ler de farz telakki ederek okurlar125.

d- Salât ve Selam Lafızları Ve Miktarları

Salât ve selâm kelimelerinin ifade ettiği mânâları ortaya koyan değişik lafızlar kullanıldığı gibi, değişik cümlelerle getirilen birçok salavât-ı şerifenin hadis mecmualarında yer aldığı dikkatimizi çekmektedir126. Hadislerde zikredilen en kısa salâvât-ı şerife "Allahümme salli âlâ Muhammed'in..." lafızlarıdır127. Bu lafızlar kısa olmakla beraber bir cümle vücuda getirmektedir128. Salavât-ı şerif elerin toplandığı birçok eser vücûda getirilmiştir. Bunların en güzellerinde biri, en-Nevevî'nin “el-Ezkâr”ıdır.

Çeşitli salavât-ı şerifeler arasında en çok okunan ve birçok hadis mecmuasında yer alan “Salli ve Bârik)"129 salavâtlarının mânâlarını kısaca izah edelim:

1- "Allahümme salli âlâ Muhammedi'n..." Yani, Allahım! Muhammed'in hatırasını yüceltmek, getirdiği dini yaymakla O'nu dünyada azametli kıl. Ahirette de O'na bol sevap vermek, ümmeti hakkında şefaatçi kılmak ve Makâm-ı Mahmud'a yükseltmekle yücelt. "Ve âlâ âli Muhammedi'n..." ve Muhammed'in âl'ine salât et, yani yücelt. "Kemâ salleyte âlâ İbrahim'e ve âlâ âli İbrahim'e..." Yani İbrahim'e ve âl'ına salat ettiğin gibi. "İnneke hamidun mecidun". Yani sen en yüce hamd ve övgüye layıksın. Azamet ve Celâl sahibisin.

2- "Allâhümme Bârik âlâ Muhammed'in ve âlâ Âli Muhammed..." Yani Allah'ım! Muhammed'e ve Âl'ine bereketler, çokça hayırlar ve ikramlar eyle. "Kemâ Bârekte âlâ İbrahim'e ve âlâ Âli İbrahime..." Yani İbrahime ve Âl'ine bereketler ihsan ettiğin gibi. "İnneke Hamidun, Mecidun" Yani sen en yüce hamde layıksın, azamet ve Celâl sahibisin.

Bu iki salavâtta da İbrahim Aleyhi's-Selâm'in ve Âl'ının zikredilmesi O'nun ulû'l-Azm denen Peygamber'lerden olması ve Kabe'yi yeniden yapmasından dolayıdır. Ayrıca O'nun Kabe'yi yaparken Ümmet-i Muhammed'e yapmış olduğu duaya, benzeri bir karşılık vermek içindir130.

e- Salat ve Selam Getirmenin Önemi

Hz. Peygamber'e salât ve selâm getirmenin dînî bir vazife olduğunu, daha önceleri de zikretmiştik. Nitekim Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerimede "Şüphesiz Allah (Azze ve Celle) ve melekleri Peygamber'e çok salât ederler. Ey İmân edenler, siz de O'na salât edin, tam bir teslimiyetle de selâm verin"131 buyurur.

Salât ve selâm getirmenin önemi hususunda bir çok hadis-i şerif varîd olmuştur. Burada bazılarını zikredelim: "Müezzinin ezan okuduğunu duyduğunuz zaman siz de onun gibi okuyun ve bana salât getirin."; "Kim bana bir defa salât getirirse Allah da ona on defa rahmet eder..."132; "Kim bana bir defa salât getirirse Allah ona on defa salât eder, on hatası silinir, on derece yükseltilir"133.

Salavât-ı şerifeyi okumanın şefaata vesile olacağını134, isminin yazıldığı her yere salât ve selâm yazmanın meleklerin istiğfarına sebeb bulunacağını135, kıyametin dehşetinden ona çokça salât ve selâm okuyanların kurtulacağını136 bir çok hadis-i şeriften öğrenmekteyiz.

İsmini duyup da Hz. Peygamber'e (sav) salât ve selâm getirmeyen kişi kınanmayı gerektiren kötü bir iş yapmıştır137. Nitekim bir hadiste, gerçek cimrinin Hz. Peygamber'e salât ve selâm getirmeyen kimsenin olduğu beyân edilmektedir.138

 

104 İbn Manzur, Lisânu'l-Arab XIV, 465-466, Beyrut 1968; Heyet Mu'cemu'l - Vâsit I,24
105 İbn Manzur, a.g.e. XIV, 465; el-Kâdi İyâz, eş-Şifâ bi Ta'rifi Hukûkî'l-Mustafa II, 137 Dımeşk tarihsiz.
106 el-Kâdî İyâz, a.g.e. II,137-138; el-Kastallânî, el-Mevâhib II,108.
107 er-Rağib, el-Müfredât s.285 Beyrut tarihsiz; es-Sahavî, el-Kavlul-Bedi, s. 17-23, Beyrut 1985.
108 İbn Manzur a.g.e. XIII, 290-293; Heyet Mu'cemu'l-Vasit I,448.
109 el-Kâdî İyâz, a.g.e. II, 138-139; es-Sahâvî el-Kavlu'l-Bedi s.75.
110 el-Kastallânî, el-Mcuâhib II,109; İbn Manzur a.g.e. XIV.,466.
111 el-Kastallânî, a.g.e. II,109.
112 ed-Dehlevî; Huccetullâhi'l-Baliğa II,177 Beyrut t.siz.
113 el-Kâdî İvaz, a.g.e. II,191.
114 el-Kâdî İyâz, a.g.e.  a.g.e. II,192
115 el-Kâdî İyâz, a.g.e. II,182
116 el-Kâdî İyâz, a.g.e. II,183
117 es-Sübkî, el-Menhelu'l-Azbi'l-Mevrud VI.186-187
118 İbn Abidîn Reddu'l-Muhtar I,9; es-Sahâvî a.g.e. s.35
119 es-Sübkî a.g.e. VI,85
120 el-Kâdî İyâz a.g.e. 11,142; Elmalılı H. Yazır Hak Dini Kuran Dili VI. 3923 İst. es-Sahâvî a.g.e. s.24
121 İbrahim el-Halebi, Halebî Sağır, s.300 H.1323 İst. Elmalılı a.g.e. VI,
122 İbrahim el-Halebî, a.g.e s.300; es-Sahâvî a.g.e. s.32-33/3923
123 el-Kâdî İyaz, a.g.e. II,149-150
124 el-Kâdî İyâz, a.g.e. 154-156
125 es-Sübkî. a.g.e. VI 87-88
126 el-Kâdî İyâz, a.g.e. II, 160-170
127 İbrahim el-Halebi, a.g.e. s.201; ez-Zeylei, Tebyinu'l-Hakâik I,193
128 en-Nesâî, es-Sünen III, 39
129 en-Nesâî, el-Müctebâ, III, 40-41; el-Buhârî, ed-Daavât, VB.156
130 es-Saâtî Abdurrahmân, Buluğû'l-Emânî, IV,20-21 Beyrut t.siz.
131 Kur’ân, el-Ahzâb 56
132 Ebu Dâvud, es-Salât I,359 h.n0:523
133 en-Nesâî. III,43: el-Kâdî İyâz a.g.e. II, 171
134 el-Kâdî İyâz, a.g.e. II,173
135 el-Kâdî İyâz, a.g.e. II,173
136 el-Kâdî İyâz, a.g.e. II.176
137 el-Kâdî İyâz, a.g.e. II,177
138 el-Kâdî İyâz, a.g.e. II,178

Top