Muridan
İstiğfarın Önemi ve Seyyidü’l-İstiğfar Duası

İstiğfarın Önemi ve Seyyidü’l-İstiğfar Duası

Abdullah Demircioğlu Hocamızın 17.03.2015 tarihli Hadis Dersinden bir bölümü istifadenize sunuyoruz. Rabbimiz tevbelerimizi ve tüm hayır üzere olan muradlarımızı kabul buyursun.

Cenâb-ı Rabbü’l-Âlemîn bugünkü dersimizi hayırlara vesile kılsın. Peygamber Efendimizin şefaatine nail eylesin. Kendi cemaliyle bize ikramda bulunsun. Müslümanların çok tevbe etmesi gerekir. Günlük dilimizde tevbe “estağfirullah” veya “Estağrirullah el-azîm ve etûbü ileyh” şeklinde tefalluz ediliyor. Ancak bir de belki biliyorsunuzdur ama bilmeyeniniz de olabilir, tevbelerin en büyüğü Seyyidü’l-İstiğfar duasıdır. Bugünkü dersimizde bu duayı göreceğiz.

Tevbe önemli bir husustur ve Müslümanlar nasıl tevbe edeceklerini bilmelidirler. Yaptığımız günahlardan tevbe etmeliyiz. Peygamber Efendimiz bize tevbeyi öğretmiştir. Peygamber’in (a.s) öğrettiği tevbelerin hangisi büyük değil ki? Ama bu Seyyidü’l-İstiğfar’da görüleceği üzere tam bir teslimiyet, tam bir inanç, tam bir bağlılık var. Seyyid “ulu, büyük” manasına geliyor. İstiğfar da bildiğiniz gibi tevbe manasına gelmektedir. Seyyidü’l-İstiğfar da tevbelerin ulusu en büyüğü demektir. Bunun için bu duayı görelim, tercümesini yapalım da bakalım nasıl bir mana ifade ediyor. Birçoklarımız tercümesini bilmeyebilir veya bilenler için de tekrar olmuş olur. Manası üzerinde duracağız. İstiğfarsız olmaz ve maalesef tevbe istiğfar sadece dilimizde kalıyor. Ancak kabul edilmesi için mutlaka tevbemizde samimi olmalıyız.

سَيِّدُ الِاسْتِغْفَارِ

اللَّهُمَّ أَنْتَ رَبِّي لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ خَلَقْتَنيِ وَ أَنَا عَبْدُكَ، وَ أَنَا عَلَى عَهْدِكَ، وَ وَعْدِكَ، مَااسْتَطَعْتُ أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ، أَبُوءُ لَكَ بِنِعْمَتِكَ عَلَىَّ، وَأَبُوءُ بِذَنْبي فَاغْفِرْ ليِ فَإِنَّهُ لاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ أَنْتَ (صَدَقَ رَسُولُ الله)

 “Allâhümme ente Rabbî lâ ilâhe illâ ente halaktenî ve ene ‘abdüke ve ene ‘alâ ‘ahdike ve va‘dike mesteta‘tü eûzü bike min şerri mâ sana‘tü ebû’ü leke bi-ni‘metike ‘aleyye ve ebû’ü bizenbî fağfirlî feinnehû lâ yağfiru’z-zünûbe illâ ente”

“Ey Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum. Ezelde sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden sana sığınırım. Bana lütuf ve ihsan buyurduğun nimetleri ikrar ve itiraf ediyorum, günahlarımı da itiraf ediyorum. Ey Allah’ım! Benim günahlarımı bağışla, zira senden başka günahları bağışlayacak (mağfiret edecek, af edecek) yoktur!” (1)

Aslında Cenâb-ı Allah’ın buyruğu ile Rasûlullâh’ın buyruğu arasında hiçbir fark yoktur. Sadece derece olarak diyecek olursak ayetlerin sonunda “sadakallâhü’l- azîm” hadislerde ise “sadaka Rasûlullâh” diyoruz. Sadaka veya nataka, doğru konuştu manasındadır.

Dua çok önemlidir yani hayatımıza aşağı yukarı dua hâkim olmalıdır. Dua, dua, dua… İllâ dua. Kur’ân-ı Kerîm’de de “Dua edin!” buyruluyor.

Tevbe istiğfarın ulusu Seyyidü’l-İstiğfar, her şeyi içerisine alan bir duadır. En kapsamlı, en derin mana ifade eden dualardan biri olduğu için Seyyidü’l-İstiğfar denilmiştir. Biz tevbe istiğfara çok devam etmeliyiz. Bu duanın içerisinde tevbe istiğfar var. Eğer ki duanın içinde tevbemiz kabul edilirse duamız da kabul edilecek demektir. Diğer istiğfarları yapıyoruz ama sabah akşam bunu üçer defa okursak sabah okuduğumuzla gündüz yaptıklarımıza, akşam okuduğumuzla ise gece yaptıklarımıza tevbe etmiş oluruz. Duamızı açıklamaya başlayalım.

Allâhümme ente Rabbî” Ey Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Rab; yediren, içiren, terbiye eden demektir. Lâ ilâhe illâ ente”Senden başka hiçbir ilâh yoktur. “halaktenî” Beni sen yarattın. “Ene abdüke”Ben, senin kulunum. “Ene ‘alâ ahdike” Ezelde sana verdiğim sözümdeyim. Sana verdiğim sözümden maksat ise kalû belâ’daki sözümün üzerineyim. Bakınız “kalû belâ” hadisesi ruhlar âleminde vukûa gelmiştir. Bu hadiseyi Kur’ân kurslarında veya çocukların gittiği sıbyan mekteplerinde dini dilden söyleme kulaktan kulağa duyurma yoluyla öğretmeye çalışırlar. Çocuklara:

“Sen kimsin?

“Müslümanım”

“Ne zamandan beri Müslümansın?”

“Kalû belâ’dan beri Müslümanım” şeklinde sorarlar. O zaman veya şimdi kalû belâ’yı nerden bilsin? Ama hocalar izah eder, söylerler. Kalû belâ demek, Cenâb-ı Allah kâinatı yarattığı zaman bütün ruhları topladı. Daha dünya perdesi açılmadı. Onlara sordu:

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Ruhlar:

“Evet, sen bizim Rabbimizsin” dediler. Abd kelimesi kul demek iken ahd kelimesi de söz demektir. İşte biz o âlemde Rabbimize söz verdik. O yüzden inkâr edilmesi mümkün değildir. Şimdi bakınız inkârcılar, kabul etmeyenler neleri neleri inkâr ediyorlar. Bizi saptırmaya çalışıyorlar. Kur’ân’da zaten ayet var ve ulemâ da ayetlerden, hadislerden yola çıkarak bunu anlatmışlar. Bunun aksini iddia etmek doğru değildir.

Kelime-i küfür sadece inkâr edenlerin söylediği söz değildir. Bir insan bazen bilmeden ağzından küfre düşürecek bir söz çıkarsa küfre düşer. Şimdi diyeceksiniz ki elest bezmini inkâr edenlerin durumu nedir? Biraz da bize ondan bahsedin. Hiç şüphe yok ki ayeti inkârlarından dolayı şöyle simsiyah bir kömür gibi kâfir olmuşlardır. Bunun başka bir izahı yok. Çünkü bir ayeti, bir sureyi veya Peygamberimizden bize varid olan hususları inkâr etmiştir. Bir insan “Namazın ne lüzumu var bugün namaz da spordur, riyazi bir iştir. Efendim, ben sporumu yapıyorum onun için namaz kılmıyorum” dese bakın, namazı hafife almıştır, inkâr etmiştir. Maazallah bu kişi dinden çıkar. Cuma günü için Peygamber (s.a):

أَنَّ اللَّهَ قَدِ افْتَرَضَ عَلَيْكُمُ الْجُمُعَةَ فِي مَقَامِي هَذَا فِي يَوْمِي هَذَا

“Muhakkak ki Allah cuma namazını, bu mekânda bu günde farz kılmıştır.”(2) buyurmuştur. Kimse “Aman, cumayı kılmasak ne olur? şeklinde hafife almamalıdır. O yüzden sokakta şurada burada alenen Kur’ân’ı, İslâm’ı kabul etmeyenler ve insanı küfre düşürecek durumlar mevcuttur. Her Müslümanın da mutlaka bu hususu bilmesi, çok titiz ve tedbirli olması lazımdır. Elhamdülillah biz Müslümanız, her gün Kelime-i Şehadet, Kelime-i Tevhid getiriyoruz. Getirmesek bile tevbe ile imanımızı tazeliyoruz. Zaten bir kişi dinden çıkmış olsa önce tevbe istiğfar etmesi ondan sonra Kelime-i Şehadet getirmesi gerekir.

Eûzü bike min şerri mâ sana‘tü” Yaptığım kötülüklerin şerrinden sana sığınıyorum.

Ebû’ü leke bi-ni‘metike ‘aleyye” İkrar ediyorum, itiraf ediyorum kabul ediyorum. Sana içtenlikle, senin nimetinin benim üzerimde olduğunu itiraf ediyorum. En büyük nimetlerden biri hidayet üzerine olmaktır. O olmadıktan sonra dünyalar senin olsa ne olacak, hiçbir mana ifade etmez.

Ve ebû’ü bizenbî” Zenb, günah demektir. Çoğulu da zunûb’tur. Aynı şekilde ism de günah demektir. Bildiğim ve bilmediğim günahlarımı da itiraf ediyorum. Onun için biz dua ederken ellerimizden dillerimizden vesaire organlarımızdan bilerek veya bilmeyerek işlediğimiz günahlardan tevbe ediyorum, şeklinde dua ediyoruz.

“Fağfirlî feinnehû lâ yağfıruz-zünûbe illâ ente” Ey Allah’ım! Beni bağışla, zira senden başka günahlarımı bağışlayacak (mağfiret edecek, af edecek) yoktur.

Özlü bir duadır. Birçok şeyleri içerisinde bulundurması sebebiyle bu isimle isimlendirilmiştir. Görüyorsunuz ki içten bir yalvarışla Peygamber Efendimiz bu duayı söylemiştir. İstiğfarını yapmış, böylelikle bizlere de miras olarak bırakmıştır. Allah bu hususta dine hizmet edenlere rahmetiyle muamele etsin. Çalışan, çabalayan, vaktini hayatını feda edercesine veren İslâm âlimlerinin şefaatlerine nail eylesin. Bu anlattıklarımızı öğrendiklerimizi tatbik etmeyi bizlere nasip etsin. Başka kapı yok!

Nasreddin hocanın hikâyesini biliyor musunuz? Hocanın bir gün çuvalı çalınmış. Aramış, taramış ama bulamamış. Yorulmuş, gitmiş kabristanın kapısında durmuş. Bir gün, iki gün derken ailesi hocayı merak etmiş. Hocayı kabristanın kapısında görenler:

“Hocam sen burada ne bekliyorsun?” demişler. Hoca:

“Benim çuvalım çalınmıştı. Aradım, taradım ama bulamadım. Geldim burada bekliyorum.” Oradakiler:

“Hoca sen aklını mı yitirdin? Ölüler mi çaldı yoksa çuvalını?” deyince Hoca:

“Yok, öyle değil. Ama çalan adam bir gün eninde sonunda bu kapıdan içeri girecek.” demiş.

Dünyada yapılan iyiliklerin, kötülüklerin gireceği son yolculukla başlayan ahiret âlemine açılan kapı orası olacaktır. Ama kapıların hepsinin kapandığı geceler, gündüzler, saatler, yorgunluktan istirahata çekilmiş sarayların, mahkemelerin, devlet kapıları vs. bütün kapılar kapalı iken Allah’ın rahmet kapısı, merhamet kapısı, mağfiret kapısı, mü’minlere yardım etme kapıları her zaman açıktır. Yeter ki ona dönelim…

 

 


(1)     Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101.

(2)     İbn-i Mâce, İkâme, 78.

Top