Muridan
Mekke'nin Fethi (11 Ocak 630)

Mekke'nin Fethi (11 Ocak 630)

Rasûlullâh (s.a.s.), Hicretin 8'inci yılı, Ramazan'ın 10'uncu Pazartesi günü 10 bin kişilik muazzam bir ordu ile Medine'den çıktı (1 Ocak 630). Yolda katılan birliklerle, ordunun sayısı daha sonra 12 bine yükselmişti. O gün Rasûlullâh (s.a.s.) ve ashâbı oruçluydu. Yola çıktıktan sonra oruçlarını bozdular.(1)

 
Rasûlullâh’ın amcası Abbâs Müslüman olmuş, fakat Müslümanlığını gizliyerek Mekkede müşrikler arasında kalmıştı. Böylece Mekke'deki haberleri gizlice Rasûlullâh’a ulaştırıyordu. Artık Mekke'de yapılacak iş kalmamıştı. Hicret için Mekke'den çıktı, fakat yarı yolda Fetih Ordusuyla karşılaştı. Eşyâsını çocuklarıyla Medine'ye gönderip O da orduya katıldı. Rasûlullâh (s.a.s.) Abbâs'ın gelişinden memnun oldu. Peygamberlerin sonuncusu ben oldum, muhâcirlerin sonuncusu da sen; diye iltifatta bulundu. Mekke'ye bir konak (yaklaşık 16 km.) mesâfede "Merru'z-zahrân" denilen yerde karargâh kuruldu. Rasûlullâh (s.a.s.), ortalık kararınca burada ordu mevcûdunun sayısınca ateş yakılmasını emretti. Böylece, ordunun haşmetini Kureyş'e göstermek istiyordu.

Yollar iyice tutulduğu için, İslâm ordusu Merru'zahrân'a gelinceye kadar Mekkeliler hiç bir haber alamamışlardı. Müslümanların yaklaştığını duyunca ne yapacaklarını şaşırdılar. Ebû Süfyân durumu anlamak, Müslümanlar hakkında bilgi edinmek istiyordu. Yanına bir kaç kişi alarak, Mekke'den çıktı. Uzakta yanmakta olan ateşler, hacıların, Arafatta arefe gecesi yaktıkları ateşlere benziyordu. Merakla ateşlere doğru ilerledikleri sırada Rasûlullâh’ın (s.a.s.)muhâfızları tarafından yakalanarak Peygamber Efendimizin huzûruna getirildiler, Rasûlullâh (s.a.s.)'a karşı en çok kin besleyen Mekke'nin resi Ebû Süfyân burada müslüman oldu. Artık Mekke fethedilmiş demekti. Belki hiç mukavemet görülmeyecekti. Hz. Abbâs:
- Yâ Rasûlallah, Ebû Süfyân övünmeyi sever, iftihar edebileceği bir lütufta bulunsanız, demişti. Rasûl-i Ekrem:
- Her kim Ebû Süfyân'ın evine girerse, emniyettedir. Her kim kendi evine kapanır, ordumuza karşı koymazsa, emniyettedir. Her kim Harem-i Şerîf'e girerse, emniyettedir. Ebû Süfyân bunu ilân etsin, buyurdu.(2) Daha dün, İslâm düşmanlarının lideri olan kişi, bugün Rasûlullâh'ın emirlerini tebliğ etmekle iftihar edecek, şeref kazanacaktı.
Merru'z-zahrân'dan hareket edileceği sıra Rasûlullâh (s.a.s.) Hz. Abbas'a:
- Ebû Süfyân'ı yolun dar bir yerine götür, İslâm ordusunun ihtişamını görsün, diye emretti.
Hz. Abbâs, Ebû Süfyân'ı, ordunun geçeceği dar bir geçit yerine oturttu. Mücâhidler sırayla alay alay Ebû Süfyân'ın önünden geçtikçe Ebû Süfyân'ın yüreği burkuluyor, geçen her kafilenin hangi kabîle olduğunu soruyordu. Hz. Abbâs:
- Bunlar Gıfâr kabîlesi, şunlar Cüheyne… diye geçen kabileleri bir bir anlattıkça Ebû Süfyân:
- Şaşılacak şey, bunlarla benim aramda ne düşmanlık var ki, buraya kadar gelmişler, diye hayretini ifade ediyordu. Bir ara:
- Yâ Abbâs, kardeşinin oğlunun saltanatı ne kadar da büyümüş, dedi. Hz. Abbâs:
- Hayır, bu saltanat değil, nübüvvettir, diye cevap verdi.
Nihâyet, Ebû Süfyân'ın daha önce benzerini görmediği bir birlik geçti. Bunlar, ensârdı. Başlarında Sa'd b. Ubâde sancağı taşıyordu. Son gelen birlik, sayıca hepsinden azdı. Bu birlikte Rasûlullâh (s.a.s.) ile ensâr ve muhâcirlerden en yakın arkadaşları vardı. Rasûlullâh’ın (s.a.s.)sancağını Avvâm oğlu Zübeyr taşıyordu.
Ensâr alayı, Uhud ve Hendek Savaşları'nda müşrik ordusunun başkomutanı Ebû Süfyân'ın önünden geçerken Sa'd b. Ubâde:
- Ey Ebû Süfyân, bugün en büyük kıtal günüdür, bu gün Kâbe'de kan dökmenin helal kılındığı gündür, demişti. Ebû Süfyân Sa'd'ın sözlerini Rasûlullâh (s.a.s.)'a nakletti. Hz. Rasûlullâh (s.a.s.):
- Sa'd yanlış söylemiş, bugün Cenab-ı Hakk'ın Kâbe'yi yücelteceği gündür. Bugün Kâbe'nin tevhid elbisesine bürüneceği gündür, buyurdu.(3) Sa'd'ın kan dökmesinden endişelendiği için, hemen Hz. Ali'yi gönderdi, ensâr sancağının Sa'd'dan alınıp oğlu Kays'a verilmesini emretti.(4)
Müslüman mücâhidlerin geçit resmini baştan sona seyreden Ebû Süfyân, Mekke'nin tesliminden başka çâre olmadığını anladı. Hz. Abbas'tan ayrılarak, hemen Mekke'ye döndü. Harem-i Şerif'e vardı. Heyecân içinde kendisini bekleyen Mekkelilere yüksek sesle hitap etti:
- Muhammed (s.a.s.) , karşı koymamıza imkân olmayan bir ordu ile geliyor:
1) Her kim Ebû Süfyan'ın evine gelirse emniyettedir.
2) Her kim silahını bırakır, evine kapanırsa emniyettedir.
3) Her kim, Harem-i Şerîf'e sığınırsa emniyettedir. Ey Kureyş, Müslüman olunki, selâmet bulasınız...
Ebu Süfyân'ı dinleyenler, şaşırıp kaldılar. Her gün Müslümanlığın aleyhinde bulunan bu adam, şimdi herkese "müslüman olun", diyordu. Herkeste bir telâş başladı. Kimisi küfrediyor, kimisi bağırıp çağırıyor, kimi de mukavemet için hazırlanıyordu. Çoğunluk ise Ebû Süfyân'ın sözlerine uyup evlerine çekildiler. Bir kısmı da Harem-i Şerîf'te ve Ebû Süfyân'ın evinde toplandılar.

Mekke'ye Giriş (20 Ramazan 8 H./11 Ocak 630 M.)
Rasûlullâh (s.a.s.), Mekke'ye girmeden önce, "Zî Tuvâ" denilen yerde durdu. Ordusunu dört kısma ayırıp her birinin gireceği yerleri tayin etti. "Sakın savaşa girmeyin, saldırıya uğrayıp mecbur kalmadıkça kan dökmeyin..." diye tembihte bulundu.
Sekiz yıl önce, yurdundan üç kişilik bir kafile ile nasıl ayrılmıştı, şimdi nasıl bir ihtişâmla dönüyordu. Rasûlullâh (s.a.s.) devesinin üstünde bütün bunları düşünüyor, mağrûr bir fâtih gibi değil, son derece mütevâzi bir halde, başı secde eder gibi, devenin boynuna yapışmış, tesbih, tehlil ve duâ ile Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz lütuflarına şükrederek ilerliyordu.
Bütün birlikler, kan dökmeden Mekke'ye girdiler. Yalnızca Velîd oğlu Hâlid'in komuta ettiği birlik tecâvüze uğradı. Kureyş'in azılılarından Ümeyye oğlu Safvân, Amr oğlu Süheyl ve Ebû Cehil'in oğlu İkrime bir çete kurdular. Hâlid'in birliklerini Mekke'ye girerken ok yağmuruna tutarak iki müslümanı şehid ettiler. Bu durumda Hâlid, saldırganlar üzerine hücûm ederek, bir hamlede on üç tanesini öldürdü, diğerleri dağılıp kaçtılar.
Rasûlullâh (s.a.s.) kan döküldüğünü duyunca üzüldü. Fakat tecavüzün müşriklerden başladığını öğrenince:
- İlahî takdir böyleymiş, buyurdu.
Rasûlullâh (s.a.s.) çadırını Kinâneoğulları yurdunda "Hacûn" denilen yerde kurdurdu. Mekke Devri'nin 7'inci yılında, Kureyş müşrikleriyle Kinâneoğulları burada küfr üzerine anlaşmışlardı.(5) Bu anlaşma gereğince müslümanlar üç yıl muhasara altında çok acı günler yaşamışlardı.
Rasûlullâh (s.a.s.) çadırında gusledip 8 rek'at "duhâ namazı" kıldı, sonra, devesine binerek, Kâbe'ye geldi. Yol boyunca Fetih Sûresi'ni okuduğu işitiliyordu.(6) Deve üzerinde, ihrâmsız olarak Kâbe'yi tavâf etti. Elindeki ucu eğri değnekle hacer-i Esved'i istilâm etti.

Kâbe'nin Putlardan Temizlenmesi
Kâbe etrâfında 360 put vardı. Bunların en büyüğü olan "Hubel", Kâbe'nin üstüne konulmuştu. Diğerleri Kâbe'nin etrafına ve içine yerleştirilmişlerdi. Rasûlullâh (s.a.s.) değnekle bunları itiyor, her birini bizzât deviriyordu. Putlar yıkılırken:
"Hak geldi, bâtıl yok oldu, esasen bâtıl yok olmağa mahkûmdur."(7) "Hâk geldi, artık bâtıl ne yeniden başlar, ne de geri gelir (8)" diyordu.(9)
Kâbe'ye girmek için Rasûlullâh (s.a.s.) anahtarını istedi. Talha oğlu Osmân anahtarı getirdi. "Emânettir Ya Rasûlallah", diyerek Hz. Peygamber (s.a.s.)'e teslim etti. Kâbe'nin içi de putlarla doluydu. Duvarlarına resimler asılmıştı. Rasûlullâh’ın (s.a.s.)emriyle Hz. Ömer bunları dışarı attı. Müşrikler, ilah diye taptıkları putların parçalanışını şaşkın şaşkın seyrettiler. Dünkü mabûdlar bir anda moloz yığını haline gelmiş, çöplüklere atılmıştı. Sonra, Rasûlullâh (s.a.s.), yanına Üsâme, Bilal ve Talha oğlu Osmân'ı da alarak Kâbe'ye girdi, kapının karşısındaki duvara doğru namaz kıldı.(10) Beyt-i Şerif’i dolaşıp her tarafında tekbir getirdi. Uzunca bir müddet içeride kaldı. Bu sırada bütün Kureyş Harem-i Şerif'te toplanmış, sabırsızlıkla, haklarında verilecek hükmü bekliyorlardı.

Fetih Hutbesi ve Genel Af
Rasûlullâh (s.a.s.) Kâbe kapısının eşiğinde durdu. Karşısında sıralanmış olan Mekkelilere baktı. 20 yıl boyunca şahsına ve müslümanlara ellerinden gelen her kötülüğü yapmaktan çekinmeyen bu adamların hayatı, şimdi O'nun iki dudağı arasından çıkacak hükme bağlıydı. Rasûlullâh (s.a.s.) 20 yıl boyunca çektiklerini bir anda zihninden geçirdi, sonra şöyle hitâbetti.
"Allah'tan başka ilâh yoktur, yalnız O vardır. O'nun eşi ve ortağı yoktur. O va'dine bağlı kaldı, sözünü yerine getirdi. Kuluna yardım etti, tek başına bütün düşmanları hezîmete uğrattı.
İyi bilinki bütün câhiliyet âdetleri, mal ve kan davaları bugün şu iki ayağımın altındadır. Yalnız, Kâbe hizmetleriyle hacılara su dağıtma işi (hicâbe ve sikaye hizmetleri) bu hükmün dışında bırakılmıştır.
Ey Kureyş Cemâati! Allah sizden câhiliyet gururunu, babalarla, soylarla büyüklenmeği giderdi. Bütün insanlar, Âdem'dendir, (O'nun çocuklarıdır.) Âdem de topraktan yaratılmıştır."
Sonra şu anlamdaki âyet-i kerîmeyi okudu.
"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Övünesiniz diye değil, kolaylıkla tanışasınız diye, sizi milletlere ve kabîlelere ayırdık. Allah katında en değerliniz, Ona karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Allah her hâlinizi bilir, O her şeyden haberdârdır." (Hucurât Sûresi, 13)
Rasûlullâh (s.a.s.) Mescid-i Harâm'ın geniş sâhasını dolduran kalabalığı mânâlı bir bakışla süzdükten sonra:
- Ey Kureyş cemaâtı! Size şimdi nasıl bir muâmele yapacağımı sanıyorsunuz? diye sordu. Mekkeliler hep bir ağızdan:
- Hayır umuyoruz. Sen kerîm bir kardeş, âlicenâb bir kardeş oğlusun, diye cevap verdiler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):
- Ben de size Yûsuf'un kardeşlerine söylediği gibi, "Bu gün size geçmişten dolayı azarlama yok." (Yûsuf Sûresi, 92) diyorum. Haydi, gidiniz, hepiniz serbestsiniz (11), buyurdu.
Böylece Rasûlullâh (s.a.s.) hepsini affetmişti. Hâlbuki bunlar Hz. Peygamber (s.a.s.)'e neler yapmamışlardı. Müslümanları en korkunç işkencelere tâbi tutmuşlar, akla hayâle gelmedik eziyetler yapmışlardı. Şimdi başkaları olsa ne yapardı; Hz. Peygamber (s.a.s.) ne yapmıştır? Bu mukayese Rasûlullâh’ın (s.a.s.)büyüklüğünü ortaya koymağa kâfidir.
Bu hitâbesinden sonra Rasûlullâh (s.a.s.) Mescid-i Harâm'da oturdu. Sikaye (hacılara su ve zemzem dağıtma) hizmeti Abdülmuttaliboğullarındaydı. Bu hizmeti Hz. Abbâs yapıyordu. Hicâbe (Kâbeyi açıp-kapama ve anahtarını taşıma) hizmetini ise Ebû Talha oğulları yapıyordu. Bu esnâda Hz. Ali bu iki hizmetin Abdülmuttaliboğulları'nda birleştirilmesini istemişti. Fakat Rasûlullâh (s.a.s.) Osman b. Talha'yı çağırdı.
- Yâ Osmân, bugün iyilik ve ahde vefâ günüdür, al işte anahtarın, buyurdu.(12)
Öğle vakti, Hz. Bilâl Kâbe'nin üstüne çıktı. Güzel ve gür sesiyle ezana başladı. "Allâhü Ekber" nidâları müşriklerin yüreklerini burkuyordu. Bu esnâda, Ebû Süfyân, Esîd oğlu Attâb, Hişâm oğlu Hâris gibi Kureyşin ileri gelenlerinden birkaç kişi Kâbe'nin avlusunda bir köşeye toplanmış konuşuyorlardı. İçlerinden Attâb:
- Babam şanslı adammış, daha önce öldü de şu sesi işitmedi, dedi. Hâris de:
- Şunun hak olduğunu bilsem, vallâhi ben de icâbet ederdim, diye konuştu. Ebû Süfyân ise:
- Ben bir şey söylemeyeceğim. Bir şey konuşsam şu çakılların bile dile gelip O'na haber vereceğinden korkuyorum, dedi.
Az sonra yanlarına Rasûlullâh (s.a.s.), aralarında konuştuklarını bir bir söyledi. Bunun üzerine:
- Konuştuklarımızı kimse duymamıştı. Biz şehâdet ederiz ki, sen Allah'ın Rasûlüsün, diye şehâdet getirdiler.(13)

Mekke Halkının Biatı
Öğle namazından sonra, Rasûlullâh (s.a.s.) Safâ tepesinin yüksekce bir yerinde oturdu. Önce erkeklerden, sonra da kadınlardan biat aldı. Erkekler, İslâm ve cihâd üzerine biat ettiler. (14) Kadınlar ise aşağıda meâli yazılı âyet-i celîledeki esaslara uyacaklarına dâir biat ettiler.
"Ey Peygamber, mü'min kadınlar Allah'a hiçbir eş ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir bühtan uydurup getirmemek ve hiçbir güzel işte sana karşı gelmemek üzere sana biata geldiklerinde biâtlarını kabûl et, Onlara Allah'tan mağfiret dile, Çünkü Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir." (el-Mümtehine Sûresi, 12)
Erkekler, Rasûlullâh’ın (s.a.s.) elini tutup musâfaha ederek biât ettiler. Kadınlar ise sözle ve Rasûlullâh’ın bulunduğu su kabına ellerini batırarak biat ettiler.(15) Rasûlullâh’ın eli, hiç bir zaman yabancı bir kadının eline değmemiştir.(16)

Rasûlullâh (s.a.s.)'in Ensâr'ın Endişesini Gidermesi
Fetihten sonra ensâr kendi aralarında:
- Cenâb-ı Hakk, Rasûlüne doğup büyüdüğü vatanının fethini müyesser kıldı. Artık bizimle döner mi, yoksa buraya mı yerleşir, diye endişelerini belirtmişlerdi. Rasûlullâh (s.a.s.) bunu duyunca:
- Böyle bir şeyden Allah'a sığınırım. Ben memleketinize hicret ettim. Hayatınız, hayatım; ölümünüz ölümümdür, buyurdu.(17) Ensârın endişelerini giderdi.
Câhiliyet devrinde Kâbe'yi pazartesi ve perşembe günleri ziyarete açarlardı. Bir defasında Rasûlullâh (s.a.s) 'de gelmiş halkla birlikte O da içeri girmek istemişti. Fakat Osmân b. Talha kabalık etmiş, Rasûlullâh’ın (s.a.s.) içeri girmesine engel olmuştu. Rasûlullâh (s.a.s.) hiç kızmadan:
-"Ya Osmân, yakında sen benim bu anahtarı dilediğim kişiye verebileceğim bir günü göreceksin..." buyurmuştu. Şimdi Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) anahtarı dilediğine verebilirdi. Fakat gene Osmân'a verdi ve:
-Yâ Osmân, sana söylediğim söz gerçekleşti mi? diye sordu. Osmân, olayı hatırladı:
-Evet, gerçekleşti, şehâdet ederim ki sen, Allah'ın Rasûlüsün, dedi.(18)

1) el-Buhârî, 5/90; Tecrid Tercemesi, 10/235 (Hadis No:1622)
2) Zâdü'l-Meâd, 2/391; İbn Hişâm, 4/47; Tecrid Tercemesi, 10/332
3) el-Buhârî, 5/91; Tecrid Tercemesi,10/331 (Hadis No: 1624)
4) Zâdü'l-Meâd, 2/392; Tecrid Tercemesi, 10/332; İbn Hişâm, 4/49
5) el-Buhârî, 5/92; Tecrid Tercemesi, 6/132 (Hadis No: 786) ve 10/335
6) el-Buhârî, 5/92; Tecrid Tercemesi, 10/337 (Hadis No: 1625)
7) el-İsrâ Sûresi, 81
8) Sebe'Sûresi, 49
9) el-Buhârî, 5/92; Tecrid Tercemesi, 10/338 (Hadis No: 1626)
10) el-Buhârî, 5/93; Tecrid Tercemesi, 10/339.
11) İbn Hişâm, 4/54; İbnü’l-Esîr, 2/252; Zâdü'l-Meâd, 2/394; Tecrid Tercemesi, 10/340-341
12) İbn Hîşâm, 4/55; Zâdü'l-Meâd, 2/395; Tecrid Tercemesi, 10/342
13) İbn Hişâm, 4/56; Zâdü'l-Meâd, 2/395; İbnü’l-Esîr, 2/254
14) İbnü'l-Esîr, 2/252-253
15) Hak Dini Kur'ân Dili, 6/4916; Tecrid Tercemesi, 10/344
16) el-Buhârî, 6/173; Müslim, 3/1489 (Hadis No: 1866); İbnü’l-Esîr, 2/254
17) Zâdü'l-Meâd, 2/397; Müslim, 3/1405 - 1406 (Hadis No: 1780); Tecrid Tercemesi 10/346-347.
18) Zâdü'l-Meâd, 2/395; Tecrid Tercemesi, 10/342-343)

Top