Her milletin, her topluluğun, her dinin kendine mahsus şiar ve sembolleri vardır. İslâm’ın şiarlarından biri de “Kıble” dir.
Hz. Muhammed (s.a.v.), Mekke döneminde ve Medine’ye hicretten sonra belirli bir süre (Yaklaşık 16 ay kadar) namaz kılarken Kudüs’e dönerdi. Kudüs, Ehl-i Kitâb’ın (Yahudi ve Hıristiyanların) kıblesi idi. Bu süre içinde Kudüs’e dönmesine sebep olarak: “Kâbe’nin, Kureyş’li putatapıcılarca da kıble edinilmiş olması, içini dışını putlarla doldurmuş olmaları ve inkârcıların hâkimiyetinde bulunması, müslümanların ise henüz siyasî bir teşkilâtlanmaya gidememiş olmaları gibi hususlar” gösterilir.
Hâlbuki Akabe Bey’atları ile temeli atılan teşkilâtlanma, hicretten sonra hızla tamamlanmış, bilhassa hicretin ikinci yılından itibaren artık, müslümanlar kendi başlarına buyruk olmayı başarmışlar, Medine ve civarında siyâsî hâkimiyeti tesis etmişlerdi.
Öteden beri Hz. Peygamber’in en önemli gayelerinden biri, Kâbe’yi putlardan temizlemek ve Hz. İbrahim devrindeki hüviyetine büründürmek, bu tevhid âbidesini yeniden ihya etmekti. Cenâb-ı Hak, Kâbe’yi müslümanlara kıble tayin etmekle, Mekke’yi ergeç fethetmeleri gerçeğine de işaret etmiş oluyordu.
Kâbe’nin kıble oluşu ile ilgili bâzı âyetler geldi. Burada bir tanesini meâlen nakledelim:
“...(Ey Muhammed!) Yüzünü, Mescid-i Harama doğru çevir; ey mü’minler, bulunduğunuz yerde siz de yüzlerinizi o yöne çevirin.”[1]
Bundan sonra Hz. Muhammed (s.a.v.) ve müslümanlar, namaz kılarken Kâbe’ye yönelir oldular.
Ancak bu durum, Yahudileri bir hayli rahatsız etmişti. Çünkü Yahudiler, gittikçe gelişen ve gönülleri fetheden müslümanlığın, Yahudiliği tehdit ettiğini müşahade ediyorlar, özellikle şiar -sembol kabilinden- büyümenin ve gelişmenin simgesi sayılan önemli değişiklikler olduğu zaman, aleyhte dedikodu çıkarıyorlar, zihinleri bulandırmağa çalışıyorlardı.
Bu sefer yine öyle yaptılar. İbn Hişâm’ın belirttiğine göre bu değişiklikle ilgili olarak halk arasında propoganda yürütmeye kalkıştılar. Aynı kaynakta belirtildiğine göre haklarında şu âyet indirildi:
“İnsanların beyinsizleri, “Yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu ve batı Allah’ındır. O, dilediğini doğru yola eriştirir.”[2]
Bundan sonraki âyette de kıble değişikliğinin, müslümanlar için fevkalâde önemli bir gelişme ve hak yolda sebat edeceklerle cayacakları ayırdedecek bir ölçek olduğu belirtilir:
“Böylece sizi, insanlara şâhid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahid ve örnektir. Senin yöneldiğin yönü, Peygamber’e uyanları, cayacaklardan ayırdetmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah’ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu, ağır bir şeydir. Allah, ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah, insanlara şefkat gösterir, merhamet eder.”[3]
Diğer taraftan, lâf üreterek ortalığı bulandırmak isteyip de güya bunu iyilik ve doğruluk adına yaptıklarını iddia edenlere de “İyi ve doğru” kavramlarını şöyle açıklamıştır:
“Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Lâkin iyi olan; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitâb’a, peygamberlere inanan; O’nun sevgisiyle yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda kurtarmak için mal veren, namaz kılan, zekât veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler; zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır.”[4]
[1] Bk. Bakara, 2/144; ayrıca bk. Bakara, 2/145, 149, 150.
[2] Bakara, 2/142.
[3] Bakara, 2/143.
[4] Bakara, 2/177.