Muridan
Baş Münafığın Ölümü

Baş Münafığın Ölümü

...Ömrü boyunca kendisine tâbi ikiyüzlüler toplu­luğu ile İslâm’a ve müslümanlara elinden gelen her kötülüğü yap­maya çalıştı.

 Yaptıkları kötü işler sebebiyle Allah Teâlâ tarafından gönülleri ters çevrilmiş ikiyüzlülerin başında, Abdullah b. Ubey b. Selûl var­dı. İbn Ubey, câhiliye devrinde Hazreçlilerin reisi idi. Hz. Muham­med (s.a.v.)’in hicretiyle, onun genel başkanlığı suya düşmüş, hal­kın teveccüh ve sevgisi Hz. Peygamber’de toplanmıştı. Bunu bir tür­lü hazmedemedi, Medine’de gelişen İslâmî harekete de engel olacak kuvvetten yoksundu. Bu sebeple barınabilmek için dıştan müslü­man gibi göründü. Ömrü boyunca kendisine tâbi ikiyüzlüler toplu­luğu ile İslâm’a ve müslümanlara elinden gelen her kötülüğü yap­maya çalıştı. Daha evvel ifk olayını anlatırken, onun bozgunculu­ğunun hangi noktalara ulaştığını görmüştük.

 Bu hain kişi, fesadını Hz. Peygamber’in eşi Âişe (r.anhâ)’nin namusuna dil uzatmaya kadar vardırmış, yahudilerle işbirliği yap­mış, dışarıdan hücum teşebbüsünde bulunan müşrik ve Hıristiyan Arap kabileleriyle, Rumları; müslümanların aleyhine tahrik etmiş, İslâm düşmanlarını her zaman cesaretlendirmeye çalışmıştı. Diğer taraftan adamları kanalıyla önemli gazaların öncesinde güçlükleri bahane ederek mü’minlerde isteksizlik meydana getirmek istemiş, mâlî yardımda bulunanların şevklerini kırmaya çalışmıştı. Evs ile Hazreç arasında câhiliye çağında mevcut olan kırgınlıkları ve kan davacılığını tekrar başlatmak ve ensârı kışkırtarak muhacirleri Medine’den sürgün etmek istemişti. Sözün kısası, bu münafığın melanet ve mefsedetleri saymakla tükenmeyecek bir noktaya ulaş­mıştı. Bunun ve adamlarının Tebük Seferi öncesi, esnası ve sonra­sında yaptıkları bozgunculukları, uzun uzadıya anlatmış ve ilgili âyetleri nakletmiştik.

 İslâm’ın Medine dönemindeki en büyük düşmanlarından biri olan Abdullah b. Ubey b. Selûl’e belki de “Medine’nin Ebû Cehil’i” denebilir. Ancak bir bakıma, ondan daha tehlikeli idi. Çünkü dış­tan inanmış gibi davranarak kötülüklerini kamufle edebiliyordu. Onun bozgunculuğu haddi aştıkça, zaman zaman ashâb-ı kiram ve bilhassa Hz. Ömer, idâmı için Hz. Peygamber’e başvurmuşlarsa da müsâade edilmemişti. Bilhassa ifk olayında bu istek tekrarlan­mış, hatta Peygamber (s.a.v.)’in de idamına karar verdiği sanılmış­tı. İbn Übeyy’in gerçek bir mü’min olan oğlu, bizzat Hz. Peygam­ber’e başvurarak “şayet idam edilecekse, bunu kendisinin yapabile­ceğini, bir başkası yaparsa ona karşı kindarlık yapmaktan ve bir cinayete sürüklenmekten endişelendiğini...” belirtti. Hz. Peygam­ber ona, “Duyduğu şeylerin doğru olmadığını, aksine onun idamını değil, ıslahını ve hayrını istediğini...” söyledi.[1]

 Nihayet İbn Übeyy H. 9. Şevval / M. 631 Ocak ayında hasta­landı, Zilkade ayında vefat etti.

 Buhârî, bu kişinin ölümü ve cenazesiyle ilgili olarak İbn Ömer (r.a.)’in rivayet ettiği bir haberi şöyle nakleder:

 “Abdullah b. Ubey öldüğünde oğlu Abdullah, Peygamber (s.a.v.)’e gelmiş ve: “Yâ Resûlellâh, mübarek gömleğini bana ver­sen de babamı onunla kefenlesem, lütfen namazını da kılsanız ve ona istiğfar buyursanız” demişti. Resûl-i Ekrem (s.a.v.), Abdul­lah’a gömleğini verdi ve: “Cenaze hazırlanınca bana haber veriniz, namazını kılayım” buyurdu. Abdullah, Hz. Peygamber’e, cenazenin hazırlandığını arzetti. Resûlüllâh, İbn Übeyy’in cenaze namazını kılmak üzere iken Ömer b. Hattab (r.a.), Resûlüllâh’ın ridasını çek­ti ve: “Ey Allah’ın Resûlü, Allah (c.c.) sizi münafıklar üzerine na­maz kılmaktan nehyetmedi mi?” dedi. Resûl-i Ekrem: “Ben istiğfar etmek ve etmemekte muhayyerim. Allah Teâlâ: “Ey Muhammed, Onların ister bağışlanmasını dile, ister dileme, birdir. Onlara yet­miş defa bağışlanma dilesen Allah onları bağışlamayacaktır...”[2] buyurmuştur, diye cevap verdi. Ve Resûlüllâh, İbn Ubeyy’in cenaze namazını kıldı.

 Bunun üzerine: “Onlardan ölen kimsenin namazını sakın kıl­ma, mezarı başında da durma! Çünkü onlar, Allah’ı ve Peygambe­rini inkâr etiller, fasık olarak öldüler”[3] âyeti nâzil oldu.[4]

 Her şeye rağmen İbn Ubeyy’in idam edilmesi gerektiği tarzın­da bir düşünce insan aklına gelebilir ve Hz. Peygamber “Acaba, buna neden teşebbüs etmedi?” diye bir soru düşünülebilir? Bunun cevabını konuların akışı içinde zaman zaman vermeye çalışmıştık. Burada özet olarak bir kere daha hatırlatalım:

 Hz. Peygamber’in, başmünafığı cezasız bırakması aczinden de­ğil, İslâm’ın tebliğinde gözettiği siyaset ve incelikler cümlesindendir. Çünkü bu kişi, Hazreç Kabilesi’nin reisi idi, Hz. Peygamber’in gelmesiyle krallıktan olmuştu, her ne kadar halkı müslüman ol­duysa da cahiliye devrindeki kabilecilik ve akrabacılık duygusu, hâlâ bazılarını, “Onu körü körüne savunmaya” sürükleyebiliyordu. Meselâ; Sâ’d b. Ubade (r.a.), ifk olayında suçluya gereken ceza­nın verilmesini teklif eden Resûlüllah’a karşı -Sâ’d b. Muaz (r.a.) ile Üseyd b. Hudayr (r.a.)’ın olumlu yaklaşımlarının zıddına- aykı­rı bir görüş beyan etmişti. Güya İbn Ubeyy’e kimse ceza veremez­di. Şüphesiz ashâbtan Sa’d b. Ubade (r.a.)’nin, İbn Ubeyy’in bozgunculuğunu ve ikiyüzlülüğünü savunduğu hiç bir zaman iddia olunamaz. Ancak burada zaman zaman yürekleri etki alanına alıveren kabilecilik anlayışı yine galebe çalıyor, Sa’d b. Ubâde (r.a.) aynı kabilenin ileri gelenlerinden birini, Evs kabilesinden Sa’d b. Muaz ve Üseyd b. Hudayr Hazretlerine karşı savunuyordu. Öyle görünüyordu ki, şayet Hz. Peygamber, İbn Ubeyy’i cezalandırsaydı, bir kere 1000-1400’ler arasında bir sayıya sahip bulunan münafık­lar isyan edeceklerdi, hattâ Sa’d b. Ubâde (r.a.) gibi bazı müslümanlar da bunu hazmedemeyeceklerdi. Bu da bir fitnenin çıkması­na sebep olurdu. Hz. Peygamber ise, fitneden nefret ederdi. Diğer yandan münafıkların, taşraya yapacağı propoganda için iyi bir malzeme olacaktı ve taşra Arapları; “Muhammed, adamlarını öldürtüyormuş!” gibi bir izlenime saplanacaklardı. Bu da taşra Araplarının yanında, İslâmî tebliğin etkisiz kalmasına yol açacaktı.

 Gömleğini verip istiğfar etmesine gelince o âna kadar bu tip münafıklar için cenaze namazı kılınmamasına dair kesin bir ya­saklama indirilmemişti. Bu olay, bu yasaklamayı bildiren âyetin indiriliş sebebi oldu.

 Bu olayda ayrıca hesaba katılması gereken bir husus daha vardır. O da “Hak Teâlâ, ölüden diriyi çıkarır...” âyetinin kâmil bir tecellisine tam bir örnek teşkil eden münafıkın oğlu Abdullah’tır. O her şeye rağmen İbn Ubeyy’e baba demektedir ve ihtimal ki, Hz. Peygamber, bu ihlâslı gencin gönlünü hoşetmek istemiştir. Nitekim öldürülme söylentisini soruşturan Abdullah’a vaktiyle Hz. Muham­med (s.a.v.)’in “Hayır, hayır! Aksine babanın hayrını ve ıslahını diliyoruz!” demesi de böyle bir ihtimali kuvvetlendiriyor.

 Resûlüllâh’ın, gömleğini kefen yerine vermesi ise iki şekilde yorumlanıyor:

 Hz. Peygamber, hüsnü niyetli yaklaşım içine girerek geride kalan münafıkları şaşırtmak ve kalplerindeki nifak tohumunu çü­rütmek, böylece onları nifak çizgisinden, İslâm dairesine yöneltmek istiyordu. Nitekim bazı kaynaklar, bu hadiseden sonra İbn Übeyy’in kabilesine mensup 1000 kadar münafıkın İslâm’a girdiklerini nak­lederler.[5]

 Hz. Peygamber’in amcası Hz. Abbas, Bedir’de esir müşrikler arasında bulunuyordu ve iri yapılıydı. Peygamberimiz, esirlere te­miz elbiseler giydirilmesini emrettiğinde amcasına göre elbise bu­lunamamıştı. Bunun üzerine kendisi de iri yapılı olan İbn Ubeyy, gömleğini vermişti, buna mukâbele edilmesi ise, Arapların sosyal yapılarının ve törelerinin gereğiydi. Ancak sağlığında böyle bir mukâbele imkânı bulunamamıştı. Ölümünde verilen gömlekle Hz. Peygamber, amcasını, İbn Übeyy’in minnet yükünden kurtarmış oluyordu.[6]

 Hâsılı, Hz. Peygamber’in bu konudaki tutumu konusunda ne kadar yorum yapılsa, yine de tam olarak anlatma imkânı bulunamaz. Bu konuyu eskilerin dediği gibi “Allahü a’lemü bissavab: Her şeyin doğrusunu, en iyi bilen Allah’tır” diyerek kapatalım ve Cenâb-ı Peygamber’in ilk cuma hutbesinde belirttiği bir sözünü nakledelim:

 “Allah’ın doğru yola götürdüğünü kimse saptıramaz! Allah’ın yoldan çıkardığına da kimse doğru yolu gösteremez.”[7]


 
 [1] Elmalılı Hamdi Efendi, başmünafıkın oğlu olan bu ihlâslı İslâm gen­cinin varlığını: “Hak Teâlâ ölüden diriyi çıkarır.” (En’âm, 6/95) âyetinin bir tecellisi olarak değerlendirir.
 [2] Tevbe, 9/80.
 [3] Tevbe, 9/84.
 [4] Bk. Tecrîd, IV, 341 vd. d, h. no: 629. Hz. Ömer’in, münafıkların namazının kılınamayacağı hükmünü nereden çıkardığı incelenmiş, şârihler, Tevbe, 9/80. âyetten çıkardığı neticesine ulaşmışlardır. Hz. Ömer buradaki istiğfar kelimesini “salât”la te’vil etmişti. Aynı sûrenin 113. âyetinden içtihad ettiğini söyleyenler de vardır.
 [5] Bk. Tecrîd, IV, 345. 629 no’lu hadisin şerhi. Oğlu Abdullah ömrü bo­yunca samimi bir müslüman olarak yaşadı. Ona Abdullah adını veren, Hz. Peygamber idi. Peygamber (s.a.v.)’in sağlığında meydana gelen gazaların he­men hepsine katıldı. Hz. Ebû Bekir zamanında cereyan eden Yemâme Muha­rebelerinde şehid düştü.
 [6]  Bk. Tecrîd, IV, 346.
 [7]  Bk. İbn Hişâm, II, 139 vd; İbn Sa’d, I, 234; Tecrîd, X, 112; Cevdet Paşa, I, 123 vd.

Top