Uhud savaşı günü, Peygamberimiz aleyhisselamın rebâiye dişi kırılmış, yüzü yaralanmıştı. Bu hal, Ashab-ı Kiramın son derecede ağırına gitti.
Peygamberimiz aleyhisselama:
“Müşriklerin aleyhine dua etsen?” dediler.
Peygamberimiz aleyhisselam:
“Ben lânetleyici olarak gönderilmedim, fakat ben Hakk’a davet edici ve rahmet olarak gönderildim. Allah’ım! Kavmime hidayet nasip et! Çünkü onlar bilmiyorlar!” diye dua etti.
Hz. Ömer:
“Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Nuh aleyhisselam kavmi hakkında ‘Ey Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden yurt tutan, gezip tozan hiçbir kimse bırakma!’ [Nuh: 26] diye dua etmiştir.
Sırtın çiğnendiği, yüzün kana boyandığı ve rebâiye dişin kırıldığı zaman, Nuh aleyhisselam gibi aleyhimizde dua etmiş olsaydın, son ferdimize kadar hepimiz muhakkak helak olurduk!
Fakat sen böyle demekten kaçındın da:
‘Allah’ım! Kavmimi mağfiret buyur! Çünkü onlar bilmiyorlar!’ diyerek hayır dua ettin!” dedi.
Peygamberimiz aleyhisselamın bu duası; fazileti, ihsanın bütün derecelerini, güzel ahlâkı, keremi, sabır ve hilmin gayelerini bir araya toplamıştır.
Peygamberimiz aleyhisselam, kendisine yapılanlara sükût etmekle kalmamış, hatta onların suçlarını bağışlamış, sonra şefkat ve merhamet etmiş, kendilerinin bağışlanmalar için dua ve şefaatte bulunup:
‘Onları yarlığa, hidayete erdir!’ demiş, sonra da şefkat ve merhametinin sebebini ‘Benim kavmimi’ sözüyle açıklamış, ‘Onlar bilmiyorlar!’ sözüyle de, bilgisizliklerini kendileri hakkında mazeret olarak göstermiştir.(1)