Muridan
Şanlı Selâhaddin ve Büyük Nûreddin

Şanlı Selâhaddin ve Büyük Nûreddin

Şarkın Sultanı Selâhaddîn-i Eyyûbî, hem büyük bir kahraman hem de hayat kitabını ibret ve hikmet tablolarıyla süsleyen bir gönül adamıydı.

Bu büyük insan, ölüm döşeğindeyken bile etrafındakilere gerekli dersi vermişti. Hastalığının ağırlaştığı son günlerinde kapısının önündeki devlet bayrağını kaldırtıyor, aynı direğe kefenini astırıyor. Böyle hüzün verici bir görevle görevlendirdiği bayraktar, yüksek sesle ve devamlı bağırarak şu acı gerçeği dile getiriyor:

“Sultan Selâhaddîn’in dünyadaki fetihlerinden âhirete götürebileceği şey işte bu kefenden ibarettir!”

Selâhaddin Eyyûbî’nin fetihleri; elbette ki yeni topraklar ele geçirmekten, köyler ve şehirler kurmaktan, devletin ve mülkün sahibi olmaktan ibaret değildi. O, asıl kalpleri fethetmesini bilmişti. Bu özelliğinden dolayıdır ki hasm-ı bî amânı (amansız karşıtları) olan düşmanları bile kendisini takdir ediyor. Hayat hikâyesi ve kahramanlıkları en fazla filme alınan, Avrupa’da hakkında en çok araştırma yapılan, roman yazılan İslâm hükümdarlarının başında Selâhaddîn-i Eyyûbî geliyor.

Ünlü Fransız romancısı Victor HUGO’nun “Roma’nın Napolyon’u” dediği Walter SCOTT bunlardan biridir. Batıda tarihî romanın mûcidi kabul edilen Scott, otuzdan fazla tarihî romana imza attı. Bunlardan biri de “Selâhaddîn-i Eyyûbî ve Arslan Yürekli Rişar” adını taşıyor. Kitapta bu büyük İslâm hükümdarının kahramanlıkları, insanî ve İslâmî özellikleri, hattâ savaş meydanında bile kendini gösteren şefkati ve merhameti dile getiriliyor. Walter SCOTT’un romanından öğrendiğimize göre, Selâhaddîn-i Eyyûbî en büyük düşmanı kabul edilen İngiliz kralı ve müttefik orduların en kuvvetlisi olan Arslan Yürekli Rişar’ı, -tebdil-i kıyâfet ederek- tedavi ediyor.

Söylemeye bile gerek yok ki İslâm’ın müdafaasını en mukaddes vazife kabul eden, haçlı sürülerini sürüm sürüm süründüren, Kudüs’ü ve daha birçok İslâm şehrini haçlılara karşı koruyan ve kollayan Selâhaddîn-i Eyyûbî, büyük şairimiz Mehmed Âkif’in ifadesiyle “Şark’ın en sevgili sultanı”dır. Burada, kendisinden uzun uzun söz edecek değilim. Sadece böyle âbide bir şahsiyetin yetişmesinde başrolü oynayan, onu İslâm dünyasına kazandıran Nûreddin Zengî’yi kısaca anlatmak ve son derece ilgi çekici bir menkıbesini nakletmek istiyorum.

Haçlı Seferlerine karşı göğüslerini siper eden Türk cengâverlerinin İslâm tarihinde oynadığı azim rolü ve onların ortaya koyduğu kahramanlık tablolarını bize nakleden kaynaklardan birini de, merhum Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin kaleme aldığı; “İslâm Tarihi” teşkil ediyor. Günümüz tarihçilerinden Ziya Nur AKSUN tarafından yapılan zengin ilâvelerle daha engin bir tarih hazinesi hâline gelen bu eser;

“İslâm’ın kahraman ordusu Türklerin ne kadar hizmet ehli olduklarını, İslâm medeniyetinin asıl unsurunu teşkil ettiklerini bütün incelikleriyle ve olanca ayrıntısıyla gözler önüne seriyor. Bu eserden ve daha başka kaynaklardan anlaşıldığına göre Nûreddin Mahmud Zengî de, aynen Selâhaddîn-i Eyyûbî gibi büyük bir kahramandır. Selâhaddîn’i Mısır’a gönderen o idi. Dolayısıyla, Nûreddin için Eyyûbîler devletinin asıl kurucusu demek herhâlde doğru olur. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Haçlı Seferleri karşısında kazandığı anlı-şanlı zaferler, gerçekte Nûreddin Zengî’nin açtığı büyük gazâların bir devamıydı.

Babası İmâdeddin Zengî’nin ruh asâleti, göz yaşartıcı kahramanlığı, yüksek ahlâkı verâset yoluyla Nûreddîn’e de intikal etti. O hem bir savaşçı hem de ilim ve kültür adamıydı. O zamanlar haçlıların ele geçirdiği ve büyük bir katliam yaptıkları Urfa’yı tekrar müslümanlara kazandırdı. Bu haber Avrupa’da büyük yankı uyandırdı. Papaz Sen Bernar Dö Klara, hıristiyanları yeni bir haçlı ordusu kurmaya teşvik etti. Milâdî 1147 yılında Alman imparatoru ile Fransa kralı birleşerek 900 bin kişilik büyük bir ordu hazırlayıp müslümanlara hücuma geçtiler. İslam âlemini kan gölüne çevirmek isteyen işbu haçlı ordusunu, yine Nûreddin Zengî ve kahraman askerleri durdurmayı başardı. Fransa Kralı XII. Lui, Babadağı civarında yapılan savaşta ordusunun dörtte üçünü kaybetti. Alman İmparatoru III. Konrad da aynı âkıbete uğradı. İkisi de zillet ve sefâlet içinde memleketlerine dönmek zorunda kaldı.

Suriye atabeylerinin hükümdarı olan Nûreddin Zengî, ikinci haçlı seferini püskürten İslâm kahramanı olarak tarihe geçti. Hıristiyanların işgal ettiği birçok şehri kurtardı. Başta İbnü’l-Esîr ve Ebu’l-Fidâ olmak üzere bütün tarih kitapları Nûreddin Zengî’nin üstün kişiliğinden sitâyişle söz ediyorlar. Kaynakların verdiği bilgilere göre Nûreddin Zengî; uzun boylu, sevimli, güzel yüzlü, ablak çehreli ve seyrek sakallı bir zat idi. Askerlikteki iktidarı kadar teşkilâtçılıkta ve idarecilikte de büyük bir güce sahipti. Adâlet konusundaki titizliği ve ortaya koyduğu medeniyet eserleri, düşmanları olan haçlıları bile şaşırtmıştı. Sadece müslümanların değil, hıristiyanların bile sevgisini kazanmıştı. Onun idaresi altında Şam, hıristiyanların âdeta bir sığınak yeriydi. Halkın şikâyetlerini dinlemek için “Dâru’l-Adl” adıyla bir de “Adâlet Evi” kurdurmuştu.

Büyük Nûreddîn’in büyüklüğü, kazandığı büyük zaferlerden ibaret değildi. Halefi ve selefi olan birçok değerli hükümdar gibi Nûreddin de; imar, ihya ve inşa hareketlerine çok önem verdi. Şam, Halep, Humus gibi şehirleri camilerle, medreselerle, tekkelerle süsledi. Yeni yollar, çeşmeler, kervansaraylar, hastahâneler yaptırdı. Düşman hareketlerini gözetlemek için sur boylarına kuleler inşa ettirdi. Hayır müesseseleri için vakıflar kurdu. Şanlı Türk hükümdarı Nûreddin Mahmud Zengî, 1174’te Şam’da elli yedi yaşında vefat etti ve burada yaptırdığı medreseye gömüldü.

Nûreddin Zengî’nin hayatını anlatan kaynaklar onun Peygamberimize duyduğu büyük muhabbeti dile getiriyor. İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri de “Tuhfe-i Atâiyye” isimli eserinde bu menkıbelerden birine yer verip, ez-cümle şunları söylüyor:

Şam meliklerinden Nûreddin Zengî; Efendimiz’in mübârek tırnaklarıyla, saç tellerini, büyük bir titizlikle muhafaza ediyor. Vefat edince; saç tellerini gözlerine, tırnaklarını da dudaklarına koymalarını vasiyet ediyor. Tabiî ki bu vasiyet yerine getiriliyor. İşte bundan dolayı Şam’da bulunan Nûreddin Şehîd’in türbesi, nûrâniyet ile doludur. Hâlen ziyaret edilir ve burada yapılan duâlar kabul olur.

1 Haziran 1950 tarihli “Tarih Dünyası” dergisinde Ahmet Bülend imzasıyla yayımlanan bir menkıbe ise şöyle:

On ikinci asırda, İslâm âleminin en büyük hükümdarlarından biri, milâdî 1146-1174 yılları arasında saltanat sürmüş olan Suriye atabeylerinden Nûreddin Mahmud Zengî’dir. 1162 yılındaydı. Sultan Nûreddin, bir gece rüyasında Hazret-i Peygamber’i görür. Rasûlullah kendisine üç adam göstererek;

“Mahmud! Beni bunlardan kurtar!” diye seslenir. Büyük bir heyecanla yatağından fırlayan Sultan Nûreddin sabah olmasını beklemez; yanına sâdık adamlarından yirmi cengâver alarak atına biner, ılgar ile on altı günde Medine’ye ulaşır. Varışının ertesi günü, genç-ihtiyar, erkek-kadın ve çocuk bütün Medine halkının teker teker huzurundan geçmesini, kendilerine bizzat eliyle sadaka ve ihsan dağıtacağını ilân ettirir.

Bütün Medine halkı sultanın önünden geçer, fakat Nûreddin Zengî, Peygamberimizin rüyasında gösterdiği adamları bunların içinde göremez.

“İhsânımı almaya gelmeyen oldu mu?” diye sorduğunda, Ravza-i Mutahhara’ya yakın bir evde oturan üç garip Mağriplinin gelmediğini söylerler. Bu üç kişiyi zorla getirtince, rüyasına giren adamlar olduğunu hayret ve dehşet içinde görür. Derhâl tutuklatır. Sonra maiyetiyle beraber bu adamların oturdukları eve gidince şaşkınlığı bir kat daha artar. Evin zemini derin bir lâğım hâlinde kazılmış idi ve lâğım yeraltından Ravza-i Mutahhara’ya doğru hayli ilerlemiş bulunuyordu. Mağripliler gerekli kontrolden geçirildikten sonra sünnetsiz hıristiyanlar oldukları anlaşıldı. Bizzat Sultan Nûreddin tarafından sorguya çekildiklerinde şu korkunç itirafta bulundular:

“Yerin altından Peygamberin kabrine girecek ve na‘şını çalıp Avrupa’ya kaçıracaktık!” dediler. O yıllar haçlı seferlerinin en kızgın devriydi. Sultan Nûreddin bu herifleri derhâl idam ettirdi. Ravza-i Mutahhara’nın etrafına fır dolayı ve su çıkıncaya kadar gayet derin ve geniş bir hendek kazdırttı, kalay eritip akıtarak etrafını doldurttu...

Şanlı Selâhaddîn’i yetiştiren büyük Nûreddin işte böyle bir âşık-ı sâdık idi.

Rahmetullâhi aleyh...

 

Dursun GÜRLEK

Top