Bunun için Rasûlullâh (s.a.s): “Bazen kalbimi bir perde bürür, bu perdeyi kaldırmak için günde yetmiş defa istiğfar ederim” (Müslim, Zikr, 51; Ebu Davud, Vitr, 26) buyurmuştur.
Setr veya sitr; örtü, perde, hicap, kulun ayıbını ve kusurunu görmemesi hali. Kul ile Allah arasında perde bulunması hali…
Tecellî; beşerî ve nefsanî arzu ve nazların ortadan kalkıp Hakk’ın tecellilerinin görülmesi hali, kulun kusur ve ayıbını görmesi durumu.
Avam (mübtediler) setr perdesi içindedir. Havas ise devamlı olarak tecelli hâlini temaşa durumundadır. Hadiste:
“Allah bir şeye tecelli edince, o şey Hakk’a boyun eğer” (Nesaî, Küsûf, 16; İbn Mâce, İkâmet, 152) buyrulmuştur.
Şu hâlde setr sahibi şuhûdunun vasfı iledir, Allah’ın üzerindeki nimetini görme halindedir. Tecelli sahibi ise ebedi olarak Hakk’a boyun eğme vasfı ile bulunur. Avam için setr ceza, havas için ise rahmettir. Çünkü Allah mükâşefe suretiyle gösterdiği tecellileri setr etmeseydi, hakikat sultanı (ve ilâhi tecelliler) zuhur ettiği zaman havas mahv ve perişan olurdu. Fakat Hakk Teâlâ bazen onlara tecellilerini gösterdiği gibi, bazen de onlardan gizlemektedir.
Mansûr Mağribî’nin şöyle dediğini işitmiştim:
“Fukara bir genç iç geçirdi. Onu gören bir derviş, gencin halinden sordu. Dediler ki: Amcasının bir kızı var, gönlünü ona kaptırdı. Bu kız kendi çadırında yürürken eteğinin kaldırdığı tozları gören genç baygınlık geçirdi. Derviş, kızın çadırına gitti ve: ‘Garip ve misafir kişilerin katınızda hürmeti ve itibarı vardır, şu gencin işi hakkında size şefaatçi olmak için geldim. Senin aşkın genci ne hale getirmiş, bir bak ve ona merhamet et!’ dedi. Kız dervişe dedi ki: ‘Sübhanellah! Sen kalbi temiz bir kişisin, o benim eteğimden kalkan tozları görmeye takat getiremiyor, sohbetime nasıl tahammül edecek?’
(Bunun gibi setr ve tecellinin kaybolması hâli bazıları için rahmet olur. Çünkü tecelli devamlı olursa, kul takat getiremez).
Sûfîler taifesinin en aşağı tabakası (avam) tecelli halinde yaşar, setr hâli ise onlar için belâdır.
(Avama kusurları gösterilirse buna tecelli denir ve onlar için hayat budur, kusurları gösterilmezse buna setr hâli denir ve bu onlar için âfettir).
Havâssa gelince, onlar tîş ile ayş (sekr ve sahv) arasında bulunurlar. Çünkü Hakk kendilerine tecelli edince tîş (sıkıntı) hâline geçerler, Hakk kendini onlardan setredince, beşerî hâl ve arzularına iade edilir ve öyle yaşarlar.
Derler ki, Hakk Teâlâ’nın Hz. Musa’ya: “Ey Musa! Şu sağ elindeki şey nedir?” (Tâhâ, 20/17) diye hitap etmesinin sebebi, ansızın işiteceği mükâşefenin (mükâşefe ile işiteceği ilâhi hitabın) kendisinde tahammül edemeyeceği bir tesir yapması karşısında onu avutmak ve eğlendirmek için idi.
Bunun için Rasûlullâh (s.a.s):
“Bazen kalbimi bir perde bürür, bu perdeyi kaldırmak için günde yetmiş defa istiğfar ederim” (Müslim, Zikr, 51; Ebu Davud, Vitr, 26) buyurmuştur.
İstiğfar, setr hâlini talep etmek (günahlarımı ört demek) tir. Çünkü gafr, setr demektir. Nitekim elbiseyi örtmeye gafru’s-sevb, başı örten serpuşa miğfer vb. denilir. Bu hadisi ile sanki Rasûlullâh hakikatin hamlelerine karşı kalbinin setr hâlinde olmasını istemiştir. Çünkü Hakk’ın vücudu ile beraber halk için bekâ mümkün değildir. Başka bir hadiste:
“Allah yüzünden perdeyi açsa, yüzün şuaları ve nurları gözünün gördüğü her şeyi yakar, kül ederdi.” (Müslim, İman, 79; îbn Mâce, Mukaddime, 13; İbn Hanbel, IV, 401) buyurmuştur.
Kuşeyrî Risâlesi