Tasavvuf yoluna girmemekle beraber sûfîliğe ilgi ve sevgi duyana muhib/sempatizan denir. Bu yola kimi yeni girmiştir, henüz işin başındadır. Bunlara ‘mübtedî’ ve ‘ehl-i bidâyet’ denir.
Mürîd, tâlib, dervîş ve sâlik terimleri birbirine yakın anlamlar ifâde etmekle beraber
aralarında daima dikkate alınması gereken bir takım nüanslara sahiptir.
Tasavvuf yoluna girme arzusunda olana ‘tâlib’, bu yola girene ‘sâlik, ehl-i sülûk, mürîd,
ehl-i irâde ve dervîş (fakîr)’ gibi isimler verilir.
Tasavvuf yoluna girmemekle beraber sûfîliğe ilgi ve sevgi duyana muhib/sempatizan denir. Bu yola kimi yeni girmiştir, henüz işin başındadır. Bunlara ‘mübtedî’ ve ‘ehl-i bidâyet’ denir.
Kimisi de yola girmiş, epey mesafe almıştır. Bunlara da ‘mutavassıt’ denir. Müntehî, nihâyet ehli, vâsıl, ehl-i vuslât ise yolun sonuna varmış, Hakk’a ermiştir (vâsıl ilallâh, eren, ermiş, Hakk eren). Aslında tarîk veya tarîkat denilen tasavvuf yoluna girilip yapılan yolculuk (sefer), yürüyüş (seyr), sonsuza yapılan yolculuk ve yürüyüş olduğundan süreklidir, nihâyeti de yoktur.
Burada geçen bidâyet, nihâyet ve vuslat tâbirleri izâfî ıstılahlardır, maksadı anlamayı kolaylaştırmak için kullanılmaktadır. Hakk’a giden yola girmeye ve bu yolu tutmaya sülûk, bu yola girene ve bu yolu tutana da sâlik ve ehl-i sülûk denir. Sâlik, sefer hâlindeki yolcudur. Hakk’a vâsıl olmak için tutulan yolun bir takım durakları (makâmları, mevkıfları) ve konaklama yerleri (menzilleri) vardır. Bu makâm ve menzillerin sayısı da çoktur.
Makâm ve menzillerden her birinin kendine özgü belli bazı özellikleri, nitelikleri, hükümleri ve bunların belli bazı neticeleri (semereleri) vardır.
Belli bir makâm ve menzilin hakkını tam olarak vermeden, gerekenlerini noksansız gerçekleştirmeden, bir sonraki makâm ve menzile geçilmez, yolculuğa devam edilemez. Bir makâm ve menzildeki hata ve noksanlık, o makâm ve menzilde düzeltilmeden yola devam edilecek olursa, bu hata ve noksanlık yolculuk süresinde sonuna kadar devam eder ve vuslat asla gerçekleşmez.
Bu tür hata ve noksanlık bazen yolda kalmaya, bazen de yoldan çıkmaya sebep de olabilir.
Bahsedilen sebeplerden dolayı tâlib; bu yola, daha evvel bu yolda yürümüş, yolun zorluklarını, tehlikeli noktalarını, yoldaki haydutları, yol kesenleri ve yol azdıranları (şeytân ve nefs gibi) ve bunların hile ve oyunlarını bilen tecrübeli bir REHBERİN (delil-kılavuz) eşliğinde ve gözetiminde çıkar.
Sülûk esnasında kat ettiği mesafeye, ulaştığı makâm ve menzillere, karşılaştığı zorluklara ve engellere, edindiği deneyimlere göre ‘sülûk ehli’ denilen mürîdlerin pek çok çeşitleri mevcuttur. Kimi bu yolda kalakalır, kimi duraklar, kimi yolda dökülür, kimi yorgun düşer, kimi yoldan döner, kimi yolu değiştirir, kimi yolu şaşırır, kimi yoldan azar, kimi yolunu kaybeder, kimi yoldan çıkar.
Bütün bunlar yol yordam bilmeyen ve rehbersiz yola çıkanların karşılaştıkları tehlikeli durumlardır. Bu sebeple yola girmek isteyenlerin, yola girmeden önce bu konuları etraflı şekilde ve derinlemesine düşündükten ve kendilerini buna hazırladıktan sonra karar vermeleri gerekir, çünkü bu yolculuk cidden zor ve meşakkatli bir yolculuktur.
Ferîdüddîn Attâr (ö.627/1229) bu yolun zorluklarını Mantıku’t-Tayr isimli eserinde anlatır.
Tasavvuf, bir ilim yolu olmaktan çok bir irfân ve marifet yoludur, bir yaşam tarzıdır.
Gaye ise iyi bir kul, kemâl sahibi fazîletli bir insan olmaktır. Bu sebeple, bu yola girmek için âlim olmak şart değildir. Abdest alıp namaz kılmaya, zarûrât-ı diniyyeyi bilmeye yetecek kadar din bilgisine sahip olmak, bu yola girmek için kâfîdir. Yeter ki tasavvuf yoluna girmek için uygun bir mizaç, bir meşrep ve yetenek, ayrıca kemâl sahibi fazîletli ve ârif bir MÜRŞİD bulunsun.
Ancak İslâm ilimleri ve dünyanın içinde bulunduğu şartlar ve bir parçası oldukları toplumun hâlleri hakkında genel mâhiyette ve yeterli bilgilere sahip olmayanlar iyi bir sûfî ve mürîd olsalar bile mürşid ve rehber olamazlar. Bu sebeple onlara uyulmaz ve ilim konularında örnek de alınmazlar.
“Şerîatın gereklerini yerine getir, bu sana yeter. Tarîkata gerek yok!” ifâdesi de izaha muhtaçtır. Esas itibariyle bu söz doğrudur, hiçbir kimse tarîkata girmek ve bir şeyhe bağlanmak zorunda değildir. Takvâyı esas alarak şer‘î ve zâhirî hükümlere ihlâsla uyması manevî kurtuluş için kula kâfîdir.
Ama daha fazlasına talip olanın önüne engel çıkarmamak gerekir. Gönüllü olarak bu yolu tatmak isteyenlere bu yol daima açıktır.
Yûnus’un dediği gibi,
Şerîat, tarîkat yoldur varana
Hakîkat, marifet andan içeru
Çıtayı yüksek tutmak isteyenlere, kendilerini daha fazla geliştirmek ve yetkinleştirmek isteyenlere bunu yapmayın, denemez.