İbrahim Efendi adında bir takkeci vardı. Küçük dükkanında takke yapıp satardı. Her gün kazandığından ailesinin geçimi için olanı bir köşeye ayırır, kalanı fakir fukaraya dağıtırdı.
İbrahim Efendi'nin en büyük arzusu kıyamete kadar sevap defterini kapatmayacak bir cami yaptırmaktı. Bu arzusunu bilen konu komşusu:
"Kazandığı her kuruşu dağıtıyor, böyle cami yaptırılır mı?" diye konuşurlardı. Hatta hanımı sık sık:
"Sen ancak derya tutuşursa cami yaptırabilirsin" diyerek latifede bulunurdu. Bir gece rüyasında ak sakallı bir pir-i fani ona:
"Bana bak İbrahim Efendi, sana uzun bir yolculuk gözüküyor. Bağdat'a kadar gitmek zorundasın. Orada kısmetin iki salkım üzüm tanesinde asılı, git onları kopar gel" diye nasihat etmiş. İbrahim Efendi uyanır uyanmaz telaşla yola koyulmuş. Aylar süren bir yolculuktan sonra nihayet Bağdat'a varmış. Bir handa yemeğini yedikten sonra gelen üzümleri yerken yanına bir bedevi gelmiş ve
"Nerelisin?" diye sormuş. O da "İstanbul" demiş. Adam heyecanla:
"Yıllar önce bir rüya gördüm. Rüyamda ak sakallı bir adam bana kısmetimin İstanbul'da Topkapı denilen yerde olduğunu, orada yaşayan Takkeci İbrahim Efendi adındaki bir adamın evinin altında olduğunu söyledi. Fakat ben böyle şeylere inanmadığım için umursamadım. Ama sen İstanbul deyince aklıma o geldi" der demez İbrahim Efendi düşer İstanbul yollarına. Evine gelip odasının altını kazınca "Derya tutuştu dostlar' diyerek iki küp altın bulur. İşte Takkeci Baba, en güzel İznik çinileriyle döşenmiş camiyi bu altınlarla Maltepe mahallesi, eski Edirne yolu üzerinde yaptırdı
İsmi Takkeci Camii'dir.