İnananlardan günah işleyenlerin aldanmaları şu sözlerinde kendini gösterir: "Allah, bağışlayıcı ve merhametlidir; biz O'nun affını ümit ediyoruz." Böyle söyleyip buna güvenir ve amelleri ihmal ederler. Gerçi dinde bu anlayış "ümit" açısından övülen bir düşüncedir. Allah'ın rahmeti elbette geniş, nimeti çok kapsayıcı ve keremi umumidir. Biz O'nun bir olduğunu kabul ederek O'na iman ediyor ve bu iman ve O'nun kerem ve ihsanı vesilesiyle ümidimizi kesmiyoruz.
Onların aldanmalarının kaynağı bazen de anne ve babalarının iyiliklerine tutunmak olur ki, bu zaten aldanmanın son derecesidir. Halbuki onların babaları sâlih ve takva sahibi olmalarının yanında günah işlemekten çekiniyorlardı. İşte onların şu şekildeki kıyaslarını şeytan onlara güzel göstermiştir:
"Bir insanı seven onun evlatlarını da sever. Allah sizin babalarınızı sevmiştir. Öyleyse sizi de seviyor."
Bu sebeple de itaate gerek duymaz, buna güvenerek Allah hakkında kendilerini aldatırlar. Hiç bilmezler ki, Hz. Nuh (a.s.), oğlunu gemiye bindirmek istedi fakat bundan menedildi ve Allah onu Nuh kavminin cezalandırılması esnasında en feci biçimde suda boğdu. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.), annesinin kabrini ziyaret edip, bağışlanması için dua etmek konusunda izin istedi; kendisine ziyaret izni verildi fakat istiğfar için izin verilmedi. Şu âyetleri de unutuyorlar:
"Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez." (Fâtır 35/18)
"İnsana ancak kendi çalışmasının karşılığı vardır." (Necm 53/39)
Ebû Hureyle (r.a.) Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Annem hakkında istiğfarda bulunmak için Rabb'imden izin istedim, bana izin vermedi. Kabrini ziyaret etmek için izin istedim, bana izin verdi." (Müslim, Cenâiz, 105,107; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 77; Nesai, Cenaiz, 101; İbnu Mâce, Cenâiz, 48; Ahmed, Müsned, 2/44)
Kim babasının takvasıyla kurtulacağını zannediyorsa, o kişi babasının yeme ve içmesiyle kendi açlık ve susuzluğunun gideceğini düşünen birisiyle aynı mantığa sahiptir. Takva herkeste olması gereken bir özelliktir ve bunda baba evladının hiçbir sorumluluğunu gideremez. Kaldı ki âhirette takvanın karşılığı verilirken kişi, kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacaktır, şefaat durumu hariç. Peygamberimiz (s.a.v.)'in şu hadisini de unutuyorlar:
"Akıllı kişi kendisini yüksek görmeyip ölümden sonrası için çalışandır; ahmak ise, kendini boş duyguların peşine takan ve Allah hakkında kuruntular besleyendir." (Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyâme, 15; İbn Mâce, Zühd, 31; Ah-med, Müsned, 4/124; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, 3/369; Şu'abu'l-îmân, 4/350; Hâkim, Müstedrek, 1/125; Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, 7/281)
Şu âyetleri de unutuyorlar:
"İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayıcı ve merhametlidir." (Bakara 2/218)
"Hiç bir kimse, yaptıklarına karşılık olmak üzere kendileri için gözler aydınlığı olarak nelerin (sayısız nimetlerin) saklandığını bilmez." (Secde 32/17)
Bu durumda, hiçbir amelde bulunmadan ümit beslemek doğru olur mu? Eğer ümitten önce bir çalışma söz konusu değilse hiç şüphesiz bu aldanmadır. Ümit ancak, korku ve ümitsizliği gidermek içindir. Şüphesiz bu faydasından dolayı Kur'ân bunu dile getirmiş ve daha fazla olmasını teşvik etmiştir.
Onlara gurur, yaptıkları bir takım iyilik ve günahlar yönünden yaklaşır. Ancak günahları daha çoktur. Bununla beraber bağışlanacaklarını umar ve kötülükleri daha fazla olmasına rağmen iyiliklerinin ağır basacağını zannederler. Bu ise cehaletin doruk noktasıdır.
Bakarsınız onlardan biri, helal veya haram yoldan kazanılmış bir kaç dirhem sadaka verir. Fakat diğer tarafta insanların mallarından ve şüpheli yollardan elde ettiği kat kat fazladır. Bu insan tıpkı, terazinin bir kefesine on kilo koyup diğer kefesine de bin kilo koyduğu halde, on kilonun ağır basmasını isteyen kişiye benzer. Bu ise bilgisizliğin son noktasıdır.
Bazıları da iyiliklerinin günahlarından çok olduğunu zanneder. Çünkü o, ne nefsini hesaba çeker, ne de günahlarını araştırır. Bir iyilik yaptığında onu aklında tutar ve ona güvenir. Bunun durumu şuna benzer: Bir insan diliyle Allah'tan bağışlanma diler, gece gündüz Allah'ı yüz veya bin defa teşbih eder. Diğer taraftan gün boyu müslümanların gıybetini yapar ve Allah'ın razı olmayacağı şekilde konuşur. Bir de teşbihin faziletiyle ilgili âyet ve hadisleri araştırır. Onlara öncelik verir. Fakat yalancıların, söz taşıyanların ve de münafıkların çarptırılacağı ceza hakkındaki âyet ve hadisler hiç aklına gelmez. İşte bu da tam bir aldanmadır. Halbuki onun dilini günahlardan koruması, teşbih çekmesinden daha doğru bir davranıştır.