Peygamberlerin ümmetlerine güzel bir örnek olmaları onların gönderiliş gayelerindendir. Şüphesiz ki Müslümanların hem ferdî hayatlarında hem de sosyal hayatlarında ideal rehberleri, peşinden gidecekleri yegâne örnekleri Hz. Muhammed’dir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim, Rasûlullâh’ın (s.a.s) hayat ve şahsiyetini Müslümanlar için örnek olarak göstermiştir. Efendimizin ahlâk-ı hamidesi hususunda bazı tespitler şunlardır: Kusursuz bir ifade kabiliyetine sahip olan Rasûlullâh (s.a.s), hayatı boyunca sadece gerçeği söylemiş ve söylediklerini harfi harfine yaşamıştır. Gönlü zengindi. Affetmeyi sever, kimseyi incitmez, düşmanlarının dahi iyiliğini isterdi. Kur’ân-ı Kerîm’de Kerim’de O’nun bu meziyetinden övgüyle bahsedilir ve şöyle buyrulur: Eğer kaba, katı kalpli olsaydın muhakkak ki insanlar çevrenden dağılır, giderlerdi. (Âl-i İmrân, 3/159) O, insanların kusurlarını yüzlerine vurmaz, tenkitlerini isim vermeden yapardı.
Geçici sıkıntıları tasa edinmezdi. Diğer Müslümanlara da kanaatkâr olmayı, hayata daima iyimser bakmayı tavsiye ederdi.
Giyiminde temizliğe ve sadeliğe önem verir, lüksten kaçınır, bununla birlikte pejmürdelikten de hoşlanmazdı.
Temizliği “imanın yarısı” sayardı. Bizzat kendisi temiz olduğu gibi bu alışkanlığı etrafındakilere de kazandırmaya çalışırdı.
Bir öğünlük yemeğini, olmayana verdiği için hem kendisinin ve hem de ailesinin aç sabahladığı geceler olmuş, fakat kendisi ve ailesi, iyilik yapmanın ve Allah’ın hoşnutluğunu kazanmanın verdiği mutlulukla açlığın sıkıntısını yenmişlerdir.
Yeri gelince bir yiğit, yeri gelince son derece halim selim idi.
Adaleti titizlikle korur; insanlara sırf mevki ve makamlarına göre muamele etmezdi. Aksine fakirlerin, kimsesizlerin, yetimlerin, hastaların, gariplerin, çocukların daha çok ilgi ve mutluluğa muhtaç olduklarını bilir ve bunu onlardan esirgemezdi.
Kibirlenmekten nefret eder, kibirle imanın bir kalpte birleşemeyeceğini söylerdi. Kimseye karşı büyüklük taslamaz, fakat düşmanların karşısında da ezilip küçülmezdi. Otorite için sunî ve zorlama tedbirlere başvurmazdı.
Dalkavuklardan hoşlanmazdı.
Kendisine bir ilâh gözüyle bakılmasına asla razı olmaz; kendisinin de bir insan olduğunu, sadece Allah’ın korumasıyla hata ve günahtan kurtulabileceğini samimiyetle ifade ederdi.
Halkın arasına katılır, insanlarla olan ilişkilerini herhangi bir insan gibi sürdürür; hastaları, dostlarını, komşularını ziyaret eder, Müslümanların acı ve tatlı günlerini paylaşmaktan geri kalmazdı.
İş ve hareketlerinde taşkınlık yapacak karakterde değildi. Hayatı boyunca aşırılık ve taşkınlık yapmamıştır.
O (s.a.s), kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Aksine kusurları affederdi. Bir yerde bir kusur görse yüzünü çevirirdi. Bir şeye kızarsa Kur’ân’a uymadığı için kızardı. Bir şeyi beğenirse Kur’ân’a uyduğu için beğenirdi. Allah’ın emirleri çiğnendiğinde sessiz kalmaz muhakkak tepki gösterirdi.
Kimseyi dövmemiştir. Herkese karşı sabırlı davranıp “öf” bile dememiştir.
Rasûlullâh (s.a.s) insanların en lütufkârıydı. Kendisinden bir şey soranı can kulağıyla dinler bütün vücuduyla ona yönelirdi. Karşısındakinin sözünü kesmezdi. Soru soran ayrılıp gitmedikçe Rasûlullâh (s.a.s) onu terk etmezdi oradan ayrılmazdı.
Bir kimse Peygamberimiz (s.a.s) ile tokalaşsa, tokalaşan kişi elini çekmedikçe O, elini çekmezdi.
Bir topluluğun yanına gittiğinde baş tarafa geçmez, boş bulduğu yere otururdu. Özel bir sarayı, tahtı olmayan Efendimiz (a.s), nerede oturursa otursun diğer insanlarla aynı hizada otururdu.
Zengin-fakir, genç-yaşlı ayırt etmez, yardım isteyen herkese yardım ederdi. Bazen bir çocuk gelir O’nun (s.a.s) elinden tutar, istediği yere götürürdü. Bazen de bir hizmetçi gelir, herhangi bir konuda yardım ister, Peygamberimiz ona da “hayır” demezdi.
Herkese karşı güler yüzlüydü, güzel huyluydu. Çok merhametli idi, affediciydi, sert ve katı kalpli değildi. Bağırıp çağırmazdı.
Cimri değildi, kendisinden bir şey isteyen ümit içinde olurdu. İhtiyacı olanların ihtiyacını yerine getirmeye çalışırdı.
Bir devlet başkanı, bir ordu komutanı, bir öğretmen, bir imam olmak gibi pek çok görevi üstlenen ve hayatın içinde olan Hz. Muhammed (s.a.s), çok hayâlı idi. Güzel görmediği, bulmadığı bir şey yüzünden anlaşılırdı.
Rasûlullâh (s.a.s), oturup kalkarken Allah’ı zikrederdi.
Herkesin durumuna göre muamele edip, iltifat ederdi. Bu sebeple herkes, kendisini Rasûlullâh’ın (s.a.s) en yakını zannederdi.
Toplulukla yemek yemeyi severdi. Yemeğe besmele ile başlar, sağ elini kullanır, tıka basa yemez, doymadan sofradan kalkar, yemekten önce ve sonra ellerini yıkardı. Sağlığa zararlı ve dinen haram olan veya kokusuyla çevresindekileri rahatsız edecek şeyleri yemez; bunların dışında hiçbir yemek için “sevmiyorum” demezdi. Sofra kurallarına adabına daima uyar, bu konuda çevresindekileri de sabırla ve nezâketle eğitirdi.
Hiçbir ikramı ve hediyeyi küçümsemezdi.