Muridan
Aziz Mahmud Hüdâyî'nin Padişahları İrşadı

Aziz Mahmud Hüdâyî'nin Padişahları İrşadı

Kaynağı Kur’ân ve Sünnet olan tasavvuf cereyanı, bizzat Hz. Peygamber (s.a.) ve ashâbının hayâtında zühd, hadîslerinde ise ihsân olarak ifâdesini bulmuştur. Tasavvufun Hicrî XII. Âsır’dan itibaren de bugünkü manasıyla tarîkatlar şeklinde teşkilâtlanarak İslâm memleketlerinin her tarafına nüfûz ettiğini ve bilhassa İslâm’ın tebliğ ve intişârında önemli rol oynadığını müşâhede etmekteyiz.

 

Selçuklular ve Osmanlılar devrinde muhtelif tarîkatların geniş halk tabakalarına tesir ederek büyük hizmetler verdikleri görülmektedir. Bu tarîkat mensupları medrese ve ordu mensuplarının yanı sıra devletin teessüsünde ve inkişâfında büyük hizmetler görmüşlerdir. Tarîkat mensuplarının hemen birçoğunun medrese tahsîlini ikmâl ettikten sonra bu yola sülûk ederek hakikat yolculuğuna çıkmış olmaları da şerîât ile tarîkatın içiçe yürümesine zemîn sağlıyordu. Âlim ve fâzıl şeyhler, devlet erkânının ve bahusus pâdişahların dikkatini çekerek hürmet ve iltifâtını celbetmişti. Hemen her pâdişahın yanından ayırmadığı ve icrâatlarında mâneviyatlarından istifâdeye çalıştığı büyük sûfî-mürşidler bu duruma birer örnektir. Meselâ Osman Gâzî ile Edebâli, Yıldırım Bâyezid ile Emir Sultân, II. Murad ile Hacı Bayram Velî, Fâtih ile Akşemseddîn gibi.

Aziz Mahmûd Hüdâyî de medrese tahsîlini ikmâlden sonra intisâb ettiği tasavvuf yolunda çok seri merhaleler kat’ederek irşâd makâmına yükselmiş ve devletin her kademesinden, her zümresinden insanlara rehber olmuş ve bir asra yaklaşan ömrü boyunca şevkle bu hizmeti sürdürmüştür. Tekke ve medrese münâsebetlerinin bozulmaya yüz tuttuğu zamana tekaddüm eden bir devrede yaşayan Hüdâyî, yaşadığı asra imzasını atan rehber-şahsiyetlerden biridir.

Devrini idrâk ettiği sekiz pâdişahtan hemen altısı ile çok yakın münâsebetler kurarak onlara mektuplar yazan ve birçok mes’elede yol gösterip âdeta emirler yağdırırcasına talimatlar veren ve onların hürmetini kazanmış bulunan Aziz Mahmûd Hüdâyî, ilim ve irfân yuvası hâlini alan tekkesinde irşâd faaliyetini sürdürdüğü gibi eserleriyle de ilim dünyâmıza hizmet etmiştir. Sayıları otuza varan eserlerinin büyük bir kısmını Arapça yazması onun bu lisana vukûfunu ve ilmî ehliyetini gösterir.

Dîvân teşkil edecek sayı ve evsaftaki şiirleri ve ilâhîleri ise onun irşâd hizmetinde şiiri bir vâsıta olarak kabûl ettiğinin delîli ve îfâdesidir. Şiirleri tasavvufî halk edebiyatı mahsulleri olup Yûnus tarzındadır. O’nun Yûnus tarzında şiirler yazması belki de tasavvuf yolunun tabiî bir netîcesidir. Zîrâ sûfî-mürşidlerin büyük bir kısmı şiiri irşâda vâsıta olarak kullanmayı tercih etmişlerdir. Halk da dîvân edebiyatından farklı olan bu tip tasavvufî manzûmelere büyük itibar göstermiştir.

Hüdâyî’nin ilim ve irfân yuvası olan tekkesi aynı zamanda anarşi devirlerinde devlet ricâlinden birçok kimsenin canını ve itibarını kurtarmak için ilticâ ettiği birer “sefârethâne” gibiydi. O’na ilticâ edenler maddî ve manevî himayeye mazhar olarak canını ve itibarını kurtardıkları gibi âhiretlerini de mamur etme imkânına sahip olurlardı. Nitekim Halil Paşa bunlardan birisidir. En karışık devirlerde ve “Genç Osman Vakası”ndan sonra o, Hüdâyî âsitânesine ilticâ ile hırka-i dervişi iktisâ etmişti.

Sultânların birçok manevî müşkillerini halleden, bilhassa rü’yâ tabirlerindeki isâbet-i re’yi ile meşhur olan Hüdâyî’ye III. Murad, I.Ahmed , II.Osman ve IV.Murad’ın büyük bir hürmetle bağlı bulundukları bilinmektedir. Hattâ Sultân Ahmed onun rikâbında piyade yürümüş, IV.Murad da saltanat kılıcını ondan kuşanmıştı.

Eserlerinde ve pâdişahlara yazdığı mektuplarında şer’-i şerîf’e mutabık bir tasavvuf anlayışını anlatan Hüdâyî’nin mürîdânı yüzbinlere bâliğ olmuştur. Kendi devrinde “bedr” (dolunay) durumunda olduğu ifade edilen Celvetiyye tarîkatı gerek onun zamanında ve gerekse ondan sonraki devirlerde büyük bir itibara mazhar olarak tesirini uzun yıllar devam ettirmiştir. Atpazarlı Osman Efendi, Bursalı İsmâil Hakkı ve Selâmi Ali Efendi gibi büyük sûfîlerin bu tarîkat mensupları arasından yetişmiş olması, bu tarîkatın Osmanlı ülkesinde gördüğü ilgiyi îfâde eder.

Halvetiyye tarîkatının Bayramiyye vâsıtasıyla bir şubesi olan Celvetiyye, Hüdâyî’den önce, mürşidi Ûftade devrinde teessüs etmeğe başlamış kendi devrinde de kemâle ermiş bir tarîkattır. Celvetiyye tarikatında “tevhîd zikri” ile “sûrî ve ma’nevî mücâhede” nin önemli bir yeri vardır. Prensipleri itibariyle Celvetiyye’ nin Halvetiyye, Bayramiyye ve Nakşibendiyye tarîkatları ile yakınlığı ayrıca dikkat çekmektedir. Hüdâyî’nin Tarîkatnâme’sindeki bilgiler ile diğer tarîkatların âdâbına dâir eserlerdeki esaslar incelendiğinde bu husus açıkça görülmektedir.

Celvetiyye tarîkatı, İstanbul’da ve Balkanlar’da çokça yayılma isti’dâdı gösterdiği gibi Anadoluda uzun yıllar tesîrli olmuştur. Celvetiyye’ nin büyük sûfîlerinin Balkanlar’dan ve Bursa’dan yetişmiş olması da bunu teyit etmektedir.

İstanbul’daki Celvetî âsitânesi olan Hüdâyî Küllîyesi ise bu tarîkatın merkezi olarak her devirde nüfûz ve tesîriyle hizmetini sürdürmüştür. Âsitânenin liyâkatli şeyhleri son devre kadar bu itibarı devam ettirmişlerdir.

Bursalı M. Tâhir Bey, Hüdâyî Âsitânesi müdâvimlerinden olduğu gibi devrinin şeyhlerinin hayrânlarındandır. İstanbul’da bulunan diğer Celvetî tekkeleri de tarîkatın son devirlere kadar devamını sağladıkları gibi her zümreden, her sınıftan halka irşâd hizmetini ulaştırmışlardır. XIX. Asrın sonlarında İstanbul’daki Celvetî tekkesi sayısının yirmi-otuz civârında olması da bu gerçeği vurgulamaktadır.

Celvetî tekkelerinde “sanâyi-i nefîse” olarak bilinen güzel san’atlardan bilhassa “mûsikî” çok revaç bulmuştur. Bunda tarîkatın pîri Hz. Hüdâyî’nin bizzat bestekâr bir şeyh olmasının tesiri pek büyüktür. O’nun tekkesinin zâkirbaşısı olan Kumral Hafız ve Şâban Dedelerin de birer bestekâr oluşu bu tarîkat mensuplarında mûsikî merâkını arttırmış ve bu yüzden Celvetî tekkesinde mûsikî, başlangıçtan son devre kadar büyük ilgi görmüştür.

Mürşid-i mükemmil Aziz Mahmûd Hüdâyî, devrinde ve daha sonraki devirlerde, eserleri, tarîkatı, âsitânesi, menkabe ve ilâhîleriyle ölümsüzleşmiş; bedeni toprak olsa bile rûh-i aziziyle manevi hayatımızın rehberlerinden olmuş bir zât-ı mükerremdir.

 

Prof. Dr. H. Kamil YILMAZ

Top