Muridan
Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ Rasulallah

Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ Rasulallah

Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ Rasulallah Nasıl bilmem bu nirâna dayandım yâ Rasulallah Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ Rasulallah Cemâlinle ferahnâk et ki, yandım yâ Rasulallah Yanan kalbe devasın Sen, bulunmaz bir şifâsın Sen Bulunmaz bir sehâsın Sen, dilersen rûnümâsın Sen Habib-i Kibriyâsın Sen, Muhammed Mustafa’sın Sen, Cemâlinle ferahnâk et ki, yandım yâ Rasulallah... Yukarıdaki dörtlüklerin bir tekke veya bir divan şairine ait olduğunu düşündünüz değil mi? Ben de yıllar yılı bu mısraların Osmanlı döneminde yaşamış mutasavvıf bir şaire ait olduğunu düşünmüştüm. Şiirin altında yer alan Yaman Dede imzası, bu düşünceyi pekiştiren en büyük saikti.

 

Fakat bu samimi ifadelerin, “Kayseri Rumlarından iplik Tüccarı Yuvan oğlu “Afurani’den doğma” “Dyamandi”ye ait olduğunu”1 yıllar sonra bir dergide okuyacak, onun Hz. Muhammed’e (sas) olan büyük sevgisine, Mevlâna sevgisinin vesile olduğunu öğrenecektim. 1877 yılında Kayseri’nin Talas ilçesinde dünyaya gelen Dyamandi daha çocukluk döneminde İslam’a ait güzelliklere ilgi duyar. Bir gayrimüslim olsa da hocalarından rica eder, din derslerinde sınıftan çıkmayıp İslâm’a ait güzellikleri gönül kulağıyla dinler ve kendi tâbiriyle daha bu dönemlerinde “yanmaya” başlar. İsminin Rumca mânâsı da “elmas” olan Dyamandi, sanki bu mânâya uygun hâle gelmenin yollarını arıyordu. Okumak için geldiği İstanbul’un mânevî havası, tanıştığı muhterem şahsiyetler onun gönlündeki Muhammedî ateşin daha da artmasına vesile olur. İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra uzun süre avukatlık yapan Dyamandi, I931’de Edebiyat ve Farsça öğretmenliği yapmaya başlar (1961’e kadar ondan fazla okulda öğretmenlik yapar). Her şey iyidir, güzeldir de içindeki yangını çevresine bir türlü açamamaktan mustariptir. İçinden geldiği gibi, “Muhammed’im Muhammed’im” diyememek onu kahretmektedir. Gönlü çoktan Müslüman olmuş; fakat âlem bilmemekte, en yakınlarına bile inancını söyleyememekte, sırrını açıklayamamaktadır. Kızacaklarsa kızsınlar, ayıplayacaklarsa ayıplasınlar, küseceklerse küssünler, kim ne derse desin, sırrını açma düşüncesindedir. İçindeki iman çağlayanlarını daha fazla saklayamayıp 1942’de Müslüman olduğunu açıklar. Dede’nin Müslümanlığı, ciddi sıkıntılar yaşamasına, zaman zaman aile içinde huzursuzluklar çıkmasına sebep olur. Fakat onun derinden duyduğu, ruhunu eriten Allah sevgisi, bütün sıkıntıları ve kederleri unutturur. Müslümanlığı “Bütün kâinatı kuşatan bir aşk” olarak gören bu ince insan; lâtif, nâmütenahi aşkın tayflarında kaybeder kendini. Afurani’nin oğlu Dyamandi, Yaman Dede oluşunu şöyle anlatır: “Hidâyet nurunun alevden damlalar halinde gönlüme akması, şahlar güzelinin (Mevlana) tatlı ve mübarek ismini işittiğim andan itibaren başladı. Ondan sonraki merhaleler baş döndürücü bir hızla birbirini takip etti. Merhum ve mağfur Ahmet Remzi Dede’den Mesnevi okudum. Ufkum son derece genişledi. İmanım da o nispette kuvvetlendi. Koca Mevlana’nın büyüklüğü karşısında ürpermeye başladım. Koca Sultan, Mesnevi’de mikrobu ve serumu haber veriyor; hayata gözlerini kapayacağı yılı da (ebced hesabıyla) bildiriyordu. Mesnevi’nin görebildiğim derinlikleri karşısında gözüm kararıyor, korkuya benzer hisler bütün benliğimi kaplıyordu. Bütün derinliğini görmemin imkânı yoktu. Mesnevi’yi bitirdim, daha doğrusu Mesnevi beni bitirdi. Her zerremde aşkın alevleri çıkmaya başlamıştı. Hidayete doğru deyişim şunun için pek yerindedir. Hidayetin dereceleri vardır. Kelime-i Şehadet’in gönülden söylenmesiyle iman ve İslâm tahakkuk eder. Fakat bununla hidayetin son mertebesine, iman kuvvetinin pek yüksek derecelerine erişmiş olur muyuz? Elbette olamayız. Bunun içindir ki, ‘Nasıl Müslüman oldum?’ sorusunu şöylece tamamlamak lâzım: “Nasıl Müslüman oldum ve olmaktayım?”
Mevlana sevgisi onu tabiî bir süreç içinde Hz Muhammed (sas) ve Kur’ân sevgisine götürür. Mesnevi’deki :
“Sine hâhem şerhâ şerhâ ez firâk
Ta be gûyem şerh-i derd-i iştiyâk”
beytiyle başlayan Mevlana sevgisi, rüyalarında Mevlana’yı görme arzusu onu yaktıkça yakan bir ateştir. Kendi ifadesiyle “ruhu kanamakta”dır. Bu derin hasretini bir şiirinde şöyle anlatır:

 

“Sultan Veled’in pâyina düştüm de geçende
Sordum seni ahım yanarak kalb ü dehende
Bir kerrecik olsun gelerek hâbıma (uykuma) sen de
Göster bana didârını gel ey Ulu Sultan.”

 

Dede’nin fenafi’l-Mevlana hali, aşkın kanatlarında merhale merhale fenafi’r-Rasul’e (sas) ulaşır. Yaman Dede’nin gönlü zamanları aşıp Rahman’ın dilediği gönüllere ulaşan Hz Muhammed sevgisiyle yanar da yanar.


Şairin dediği gibi olmuştur hâli:
“Aşkın ile âşıklar yansın Yâ Rasulallah...’’
Peygamber aşkı bu ince ruhu yaktıkça yakar, erittikçe eritir. Bunu Ahmet Kahraman şöyle anlatıyor:
“Yaman Dede 1959-1960 döneminde Farsça dersimize geliyordu. Bir gün dersler bitti, okuldan çıktık. Taksim’e doğru gidiyorum. Alman Sefareti (elçiliği) civarında bir mescit var. İşte oradan yukarı doğru tek başıma gidiyorum. Bir baktım Yaman Dede, mescidin duvarına yaslanmış, son nefesini verir gibi bir hali var. Halsiz, mecalsiz, başı hafifçe sağ öne düşmüş, boynu bükülmüş, öyle duruyor. Hemen koşarak yanına gittim ve: ‘Hocam, hayırdır, geçmiş olsun neyiniz var, hasta mısınız?’ dedim.
Baktım Hoca ağlıyor. ‘Hocam niçin ağlıyorsunuz, başınıza bir şey mi geldi?’ dedim.
Şöyle çok ince, çok tiz, çok gevrek, ipil ipil dökülen bir sesle: ‘Hayır yavrum hayır!’ dedi. ‘ Resulullah (sas) aklıma geldiği zaman, kendimi kaybediyorum, ayakta duracak mecalim kalmıyor, ya bir yere dayanmam gerekiyor veya oturmam icap ediyor.’3
Yaman Dede sadece bir âşık değildir, inancını her mahfilde her vesile ile dile getirir. Dede’nin “Dahilek Yâ Rasulallah” na’tının bestekârı Dr. Ali Kemal Belviranlı anlatıyor:
‘Konya’da lise talebesi olduğum günlerde, Hazret-i Mevlana ile ilgili toplantıda bir konuşma dinlemiş, Yüce peygamberimiz (sas) ile Hazret-i Mevlana hakkındaki şiirleri gözyaşlarıyla okuyan bir zâta şahit olmuştum. Bu zât; maruf ve meşhur Yaman Dede, daha doğrusu Yanar Dede idi.’4
Evet Resulullah (sas) aşkıyla böyle yanmayan, yana yana erimeyen bir gönlün; “Cemalinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah”; “Dahilek Yâ Rasulallah” gibi samimi şiirleri yazması ve hayatını bu şiirlerin inceliğiyle yaşaması mümkün olmasa gerek.
Yaman Dede, 3 Mayıs 1962 Perşembe günü Hakk’a kavuşur. Anadolu’da yangını âşikâr olmuş ve olmamış nice Dyamandi (Yaman Dedeler) var. Ruhları şad olsun.

Kaynaklar
1- Yaman Dede, Mustafa Özdamar, Marifet Yayınları, s. 11.
2- Yaman Dede, Mustafa Özdamar, Marifet Yayınları, s. 187-188.
3 - A.g.e s. 191-19.
4- A.g.e s. 229.

 

 

Top