Sadaka taşı, iki metre boyunda mermer bir sütun. Üstünde bir çukur var. Geçen asırda, yolu buraya düşenlerden hal ve vakti yerinde olanlar, mermerin üstündeki çukura birer miktar para bırakırmış.
“Sadaka taşı, iki metre boyunda mermer bir sütun. Üstünde bir çukur var. Geçen asırda, yolu buraya düşenlerden hal ve vakti yerinde olanlar, mermerin üstündeki çukura birer miktar para bırakırmış.
“Derdini kimseye açamayan hakiki bir fakir ihtiyacı olunca oradaki parayı alır. O günkü ihtiyacı bir kuruş mu? Yüz para mı? Onu ayırır, kalanını, kendisi gibi ihtiyacı olanları düşünme terbiyesi icabı çukuruna kor ve meçhul sadakacıya içinin memnunluğunu kalbinden ulaştırır ve dönermiş.
“Böyle bir sadaka taşı da Üsküdar çarşısında Koca Mimar Sinan’ın yaptığı hamamın karşısında, Gülfem Hatun Camii’nde varmış. Fakat böyle bir taşı hatırlayana rastlamadım. Bir zaman durmuş. Sonra bu caminin etrafına kötü bir duvar çekenler tarafından yok edilmiş olmalıdır.”
Bu bilgilere ve resme ne kadar sevindim, tahmin edemezsiniz. Kendilerine, vaktiyle Karacaahmet’te, Bağdat yolu üzerinde ‘Miskinler Tekkesi’ denen, Yavuz Sultan Selim zamanında yapılan, İkinci Sultan Mahmud zamanında onarılan binada ufak boyda köşeli yedi sütun gördüğümü naklettim. Zamanında resimlerini de almıştım.
Bundan bir asır öncesine kadar, yüzlerce yıl ilk menzil şehri olan Üsküdar’dan yürüyerek, atla veya tahtırevanla yola çıkanlar mutlaka miskinler yurdunun önünden geçerdi. Cüzzamlılarla temas edilmeme itiyadı olduğundan gidiş ve dönüşte yol selameti için bu taşların üstlerindeki çukurlara birer miktar bozuk para bırakılırmış. Kapıda nöbet bekleyen hastalardan biri mırıldanarak, güya dua eder, akşamları da bu paraları toplayıp, aralarında taksim ederlermiş.
Demek ki, biri rivayete dayanmak üzere, üç yerde sadaka taşı olduğunu anlıyoruz. İhtimal vermek zoru ile, bir dördüncüsünün de, asırlardır hep sabırlı fakirlerin penahı olan Kocamustafapaşa’da olabileceğine hüküm vermek durumundayım.
Semtten Çınar’a dönerken köşebaşında bir bakkal dükkanı vardır. Bu dükkanın kapısı yanında yere eğri olarak gömülmüş bir porfir sütun gördüm. 30-40 santimi meydanda olan bu taşın aynı evsafta olacağını tahmin ediyorum.
Bu gibi sadaka taşlarının, yalnız Üsküdar’a mahsus olmayıp, diğer semtlerde bulunabileceğine de inanıyorum.
Ufak ve büyük camilerimizin bulunduğu sitelerimizde tek başına, yarı veya ucu kalacak derecede batmış veya ayakta tam veya yarım sütunları her yerde arayarak bu bahsi zenginleştirelim. Ve bütün dünyaya duyuralım.
Düşünüyorum: Biz ne necib, ne yüksek duygulu bir milletmişiz. Şu sosyal adalet ile tarihte, para ve ayni yardımlar, yemek de dağıtan imaretler yanında hakiki fakirlere böylece hizmet edildiğini gözlerim yaşararak hatırlarım.
Bizler bu gibi hizmetlerimizle milletimizi bugüne kadar getirmişiz. Eğer umumi idaremiz, tarihte bilgisizlikleriyle, bilerek ve bilmeyerek geçmiş asırlarda fenalık yapan politikacılara kalsaydık, çoktan dünya yüzünden silinmiş olurduk.
Bu gibi hususi ve umumi vakıflarımızdan başka, halkımızın orta hallilerinin ve hatta fakirlerinin, kendilerinden daha çok fakirlerine muavenet ellerini uzatmaları hizmetlerini, [yazılı] tarihlerimize intikal ettirmediğimiz için, dünyamızın dört bucağına duyurmamışız.
Her güzel ve iyi şeyi ciddi olarak tarihimize mal edememenin ıstırabını çekiyor ve bunu bizler dahi bilmiyor ve bu konuları asla benimsemiyoruz.
Birleşik Amerika bilginleri yeni bir çalışma ve ellerine nadir geçen vesikaları değerlendirme yolundadırlar. Bizler ise, sanki milletimizin büyüklükleri üzerinde durulmazmış gibi, belki nadir bile olsa bunları işitir ama soruşturmaya asla heves etmez ve nemize lâzım der, geçeriz.
Benim aziz ve düşünceli eşimin şu sözünü daima hatırlarım: Bizim memlekette fakirin fakiri vardır.
Memleketimizde hâlâ fakirler vardır. Ama meydana çıkamazlar. Dertleri yalnız maddî değil, manevîdir de. Şimdi fakir olmayan ve çalışmak kudretinde olabilen dilenciler çoğalmıştır.