Muridan
 Kişi Noksanını Bilmek Gibi İrfan Olmaz - Dr. Durak PUSMAZ

Kişi Noksanını Bilmek Gibi İrfan Olmaz - Dr. Durak PUSMAZ

Şöyle bir kıssa anlatılır: Bektâşî, Mevlevî’ye sormuş: - Sizin hırkanızın yenleri neden bu kadar geniş olur?Mevlevî: - Başkasında gördüğümüz kusurları gizlemek için,diye cevap vermiş ve: - Ya sizin hırkalarınızın yenleri niye bu kadar dar olur? diye sormuş. Bektaşi de: - Biz kimsede kusur görmeyiz de…diye cevap vermiş.

 
Evet, başkalarının kusurlarını, hatalarını gizlemek, insanlar arasında yaymamak, ifşa etmemek güzel bir şey, kusur ve hata görmemek ise daha da güzel. Onun için “kusur görenindir” denilerek kültürümüzde asıl kusurun, kusur sahibinde değil, onu görene ait olduğu belirtilmiştir.
 
İnsanlar genellikle kendi hatalarını, kusurlarını görmezler, hep başkalarının hatalarını görürler. Aynayı hiç kendilerine tutmazlar. Hep başkalarını ıslah etmeye, başkalarını düzeltmeye çalışırlar. Çalışırlar ama bunun hiçbir faydası da olmaz. Çünkü insanlar, kendilerinin kusurlarının araştırılıp yüzlerine vurulmasını sevmezler. Hele bir de başkalarının kusurlarını, hatalarını araştıranların kendileri de kusurlu ve hatalı kimseler ise. İnsanlar kendilerine yol gösterenlerin sözlerine değil, işlerine, bakarlar, hareketlerine, yaptıklarına bakarlar. Onun için Ziya Paşa bir beytinde şöyle der:
 
Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
 
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde
 
Bir başka şair de:
 
Söyletirsen dillerinde laf çok
 
Zerre kadar birisinde hâl yok
 
 
 
Bu gerçek yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de şöyle ifade edilir:
 
“Siz insanlara iyiliği emredip de kendinizi unutuyor musunuz yoksa? Hâlbuki siz kitabı okuyup duruyorsunuz. Siz hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?” [Bakara, 44]
 
Ayet-i kerimeden gayet net olarak anlaşılmaktadır ki;
 
a. Okuyup yazanlar, ilimden behresi olanlar, özellikle ilahi kitabı okuyanlar,
 
b. Allah’ın kendilerine bahşetmiş olduğu akıl nimetini kullananlar, böyle yapmazlar. Onlar kendilerini unutup da başkalarına yol göstermeye kalkışmazlar. Kalkışırlarsa, etkili olamayacaklarını, gülünç duruma düşeceklerini bilirler.
 
Aslında insanın kendi kusurlarını, kendi hatalarını anlaması ve itiraf etmesi bir fazilettir. Bu, kişinin irfanını, olgunluğunu ortaya koyar. Onun için “kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz”denilmiştir. Kâinatın Efendisi bir hadis-i şeriflerinde:
 
“Kendi kusurları, başkalarının kusurlarını araştırmaktan alıkoyan kimseye müjdeler olsun!” [el-Fethu’l-Kebir, II, 48]buyurmuştur. Fakat böyle kimseler sanıldığı kadar çok değildir.
 
Başkalarının kusurlarını araştıranlar unutmamalıdırlar ki bir gün kendi kusurları da ortaya çıkar. On beşinci yüzyılın büyük bilgin ve mutasavvıf şairi Molla Câmi‘ ‘Baharistan’ isimli meşhur eserinde [s.133] şöyle bir olay anlatır:
 
Ebû Tâlib’in oğlu ve Hz. Ali’nin kardeşi Akîl ile Muaviye b. Ebî Süfyân söyleşiyorlardı. Muâviye:
 
- Ey Şamlılar! Allah’ın kitabında buyrulan“Ebû Leheb’in elleri kurusun ve kendisi kahrolsun” ayetiniduydunuz mu? dedi. Şamlılar:
 
- Evet, dediler. Muâviye:
 
- Ebû Leheb, Akîl’in amcasıdır, dedi.
 
Bu kez Akîl sordu:
 
- Ey Şamlılar! Aynı sûredeki “Ebû Leheb’in odun hamalı olan karısı...” sözünü duydunuz mu? Şamlılar yine:
 
- Duyduk,dediler. Akîl:
 
- İşte o kadın da Muâviye’nin halasıdır, dedi.
 
Molla Câmi bunu anlattıktan sonra şöyle öğüt verir:
 
“Akıllı kişi kendi kusuruna bakar, başkasının ayıbını görmez. Senin olumsuzluklarını görmezden gelenin sen de kusuruna bakma.”
 
Bizim görevimiz başkalarının kusurlarını, araştırmak değil, bilakis gördüğümüz kusurları, örtmektir. Kur’ân-ı Kerim bize bunu emretmekte, sevgili Peygamberimiz bizden bunu istemektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de:
 
“Birbirinizin gizli hallerini, kusurlarını araştırmayınız!” [Hucurât, 12] buyrulur.
 
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) de:
 
“Bir kul, diğer bir kulun dünyadaki kusurlarını, hatalarını gizler, insanlara ifşa etmezse, Allah da kıyamet gününde onun kusurlarını gizler.” [el-Fethu’l-Kebir, II, 588]buyurmuştur.
 
Tabii buradaki kusur ve hatalardan maksat, kişinin kendisi ile Rabbi arasında olan hata ve kusurlardır. İnsanlara karşı görevlerini ihmal edip, kötüye kullananlar, başkalarının haklarını çalıp çırpanlar, kamuyu dolandıranlar konumuzun dışındadır. Dinen onların kötülüklerini, haksızlıklarını gizlemek gibi bir görevimiz yoktur. İşte bu manada: “Şerli kimselere merhamet etmek, iyilere zulmetmektir.” denilmiştir.
 
Kendi kusurlarını gören kimse, kötü bir durumla karşılaştığı, başına bir felaket, bir musibet geldiği zaman, bunun sebebini başkalarında değil, kendisinde arar, nerede ne eksiklik yaptım da, başıma bu kötü durum geldi, der. Durumunu gözden geçirir, kendisine çeki düzen verir. Oysa insan genellikle böyle yapmaz, başına bir kötülük geldiği zaman, kusuru hep başkalarında arar, tersi olduğu, yani bir iyilikle karşılaştığı zaman da kerameti hep kendisinde görür. Oysa Kur’ân-ı Kerim bize bunun tersini söylüyor. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
 
“Ey insan, sana gelen her iyilik Allah’tandır, başına gelen her fenalık ise nefsindendir.” [Nisâ, 79]
 
Aslında kendi hata ve kusurlarını göremeyenler, kendilerini bilmeyen kimselerdir. Olgun insan her şeyden önce kendini bilen kimsedir. Kendini bilemeyen kimse, hiçbir şeyi bilemez.
 
Bir de kendi kusurlarını görmeyenler, genellikle kimseyi beğenmez, hep kendilerini över, kendilerinden bahsedilmesinden hoşlanırlar. Bu da insanı kibre, büyüklenmeye, götürür. Kibir ise dinimizde büyük günahlardan biridir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) hadis-i şeriflerinde:
 
“Gönlünde zerre kadar kibir izi olan cennete giremez”buyurmuştur. İnsan kendisini övmemeli, başkası onu övüp methetmelidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de:
 
“Allah, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada bile, sizi en iyi bilendir. Öyle ise kendinizi temize çıkarmayın, övüp durmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanları daha iyi bilendir.” [Necm, 32]buyrulur.
 
İnsanın kendi kusurlarını görmesi, yüce Allah’ın ona bir nimeti ve lütfudur. Onun için İmam Gazâlî şöyle der:
 
“Allah kuluna bir iyilik dileyince ona kendi kusurlarını gösterir. Derin görüşlü kişiye kusuru gizli kalmaz. Kusur bilinince tedavisi kolay olur. Fakat insanların çoğu kendi kusurlarının farkında değildir. Kardeşinin gözündeki çöpü görür, kendi gözündeki odunu görmez.”
 
Hz. İsa’dan şöyle dediği rivayet edilir:
 
“Allah’ı anmaksızın çok konuşmayın; sonra kalpleriniz katılaşır. Katı kalp ise Allah’tan uzaktır, fakat siz bilmezsiniz. Siz tanrılarmışçasına insanların günahlarına bakmayınız, kullar gibi kendi günahlarınıza bakınız. Çünkü insanlar günahlara dûçar olur ve ondan kurtulabilir. Belaya uğrayanlara acıyın. Afiyetten dolayı da Allah’a hamdedin.” [Mâlik, Muvatta, Kelâm/8]
 
Her hususta bize örnek ve önder olan Allah Rasûlü (s.a.s) kimsenin hatasını araştırmaz, gördüğü hataları da kimsenin yüzüne vurmadan tatlı dille düzeltmeye çalışırdı. Şöyle şöyle yapıldığını gördüm, bunlar doğru şeyler değil, gibi genel ifadeler kullanırdı.
 
Başkalarının kusurlarını araştıranlar, bilerek ya da bilmeyerek kendileri de kusur işlemiş olurlar. Mevlana Hazretleri bunu zihnimize nakşetmek için Mesnevi’sinde şöyle bir olay anlatıyor:
 
“Dört Hintli mescide girip namaza durdular. Bu sırada müezzin geldi. Hintlinin biri, namazda olduğunu unutarak ona:
 
- Ezanı okudun mu, yoksa namaza daha vakit var mı? diye sordu.
 
Öbür Hintli, namazda iken:
 
- Sus be dedi,söz söyledin namazın bozuldu. Üçüncüsü, ikincisine:
 
- Amca dedi,ne diye onu kınamadasın, öğüdü kendine ver, senin de namazın bozuldu. Dördüncüsü:
 
- Allah’a hamdolsun dedi,üçü gibi ben de kuyuya düşmedim.”
 
Mevlana bunu anlattıktan sonra şöyle der:
 
“Dördünün de namazı bozuldu; şunun bunun ayıbını söyleyenler daha da fazla yol yitirmişlerdir.
 
Ne mutlu o kişiye ki kendi kendinin ayıbını görmektedir. Kim ki birisinin ayıbını görürse, o ayıbı kendisinde bulur. Sende o ayıp yoksa da yine emin olma. Olabilir ki o ayıbı sen de yaparsın. Günün birinde o ayıp sende de meydana çıkabilir.” [Abdülkadir Gölpınarlı, Mesnevi ve Şerhi, II, 425-426]

Top