Muridan
Hakk'ı Şikayet Etmemek

Hakk'ı Şikayet Etmemek

Sana tavsiye: İhsan edildiğin hiçbir hayrı kimseye söyleme! İsterse bu dostun olsun... Sonra hikmeti icabı sende yapacağı ve tecrübe için vereceği bazı belalardan dolayı Allah’ı ithama kalkışma! Bil ki sana düşen vazife, bela olursa sabır göstermektir, hayra da şükretmektir.

  Nimeti bulmadan bulmuş gibi görünüp şükretmek, içinde bulunduğun bir felaketi şikâyet etmekten daha iyidir.

 

  Nimet-i İlâhiye’den mahrum olan tek kişi gösterebilir misin? Hayır! İşte âyet:

  “Allah’ın nimetlerini saymağa kalksanız bitiremezsiniz...”

 

  Sen de o kadar nimet-i İlâhiye var ki; hiç birini görmek istemiyorsun...

 

  Kalben hiçbir mahlûka gönül verme. Ve kalben, hiçbir kimse ile ünsiyet etme... Bulunduğun hali kimseye anlatma. Ülfetin Allah’a olsun. O’na güven. Derdini O’nun kuvvetiyle O’na açarsın. Arada ikinci bir varlık göremezsin. Çünkü başkası varlığını ispat edip zarar veya menfaat vermeğe haklı değildir. Belayı senden yine O (cc) defeder. İzzeti ve zilleti O, meydana getirir... O’ndan başkası ne yükseklik vaad eder, ne de aşağı derecelere indirir. Başkası ne zengin edebilir, ne de fakir. Ve hiçbir şeyi hareket ettiremez ve durduramaz. Hepsini Hakk yaratır ve hepsi O’nun yedinde (elinde) ve O’nun iznindedir. Her şey O’nun emriyle cereyan eder ve yürür. Her şey muayyen vakte bağlıdır. Kâfi derecede gelir. Sonra gelecek evvel gelmez. Evvel gelecek de sonraya kalmaz. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

  “Allah sana bir zarar verecekse alacak yine O’dur. Şayet sana bir hayır murat edecekse, o hayrı senden çevirecek yoktur. “

 

  İhsanını istediği kullara verir. O (cc) hem rahim, hem de Gafur’dur...

 

  Afiyette bulunduğun halde Hakk’ı şikâyete kalkışma. Yanında Allah’ın bol nimeti olduğu halde fazlasını isteme. Sana verdiği nimeti görmez olup inkâr yoluna sapma. Bu halin bir nevi istihza olur. Sonra, Allahu Teâlâ seni inceden inceye hesaba çeker. Dünyada belanı arttırır, ahirette ise seni azarlar. Cehenneme atar. Sonra, seni manevi halden soyar, rahmet nazarını senden çeker.

 

  Hakikaten şekvâ (şikayet) etmekten sakın. Etlerin makaslarla parça parça doğransa da itiraz yoluna sapma.

 

  Sakın ha sakın itiraz etme:

 

  “ALLAH, ALLAH” de…

 

  Kurtuluş iste. Fakat şekvâ etmekle değil. Hazer et... Yanlış yola sapmaktan kork. Şekvâ yolunu tutmaktan çekin. Çünkü âdemoğlunun başına gelecek belalar ancak itirazından dolayı gelir...

 

  O, er-hamerrahimîn olduğu halde, nasıl O’ndan şikayet edilir? Hâkim, Habîr; kullarına en çok acıyan ve lütfunu esirgemeyen o olduğu halde, nasıl O’ndan dert yanılır? O, kullarına zulmetmez. Kuvvetli, işinden iyi anlayan bir doktora kızılır mı? Evladına acıyan bir ana cinayetle itham edilir mi?

 

  Peygamber (s.a.s) Efendimiz şöyle buyuruyor:

  “Allahu Teâlâ kuluna çok merhamet eder; bir ananın evladını o kadar esirgemesi imkânsızdır.”

 

  Ey zavallı, Allah’a karşı edep tavrını takın. Zorla gelen belaya sabret, sabretmeğe çalış. Güçlükle de olsa kendini bu yola uydurmağa alıştır. Rıza ve muvafakat yolunu tut. Maneviyattan az buçuk nasibin varsa, bu yolu tutarsın. Hakikaten bu yola devam edersen eşi bulunmaz bir cevher olursun. Aksi halde her şey elinden gider, artık bir daha bulmana da imkân kalmaz.

 

  Allahu Teâlâ’nın şu ayetini dinle:

  “Kıtal size farz oldu. Hâlbuki siz bundan hoşlanmazsınız... Bununla beraber sizin sevdiğiniz şey iyi olabilir, sevdiğiniz şey belki de fenadır; bunu siz anlayamazsınız, ancak Allah bilir.”

 

  Çünkü hakikat ilimleri gizlidir. Böyle olunca, her hangi bir şeyi hissiyatına göre iyi veya kötü görerek uygunsuz bir yola sapma.

 

  Eğer takva halinde isen, Allah’ın emirlerine uymağa bak. Böyle olmak, yolumuzda ilk basamağı teşkil eder. İkincisi velayet halidir. Burada da sakin ol. Hiçbir işe karışma. Nefsini güzelleştirmeğe bak. Haddi hiçbir zaman aşma.

 

  Son mertebe gavslık, bedeliyet hallerine vardığın zaman, kader yolunda sıddıkiyet mertebesine çıktığın zaman, bütün yolları gönlüne aç. Yalnız, nefsine meydan verme. Kötü isteklerini araya sokma.

 

  Dilini şikâyetten sakla... Bu halleri özüne benimsettikten sonra, her şey sana hoş gelir. Gelecek hayır olursa senin için güzelleşir. Şer gelirse korkma; seni, taat ibadet yolunda felaketlerden Hakk saklar. Seni o beladan dolayı halka rüsva etmez. Hatta o belanın, gelip gidişinden senin haberin bile olmaz. Bir karanlığın gelişi gibi, akşam gelir; gün doğunca gider. Gidince de her taraf ışıkla dolar. Ve o bela, senin için sıcak karşısında yok olan soğuk gibi olur.

 

  Bu anlatılan güzel işleri, kendine örnek al ve misallerden ibret almağa çalış. Bu bela geldikten sonra günaha, kötülüğe yaklaşma... Kerim olan Mevlâ’nın huzuruna günahla giremezsin. Oraya ancak iyiler girerler. O, kapısına ancak temizleri sokar. Kapısına ancak bütün manevi hastalıklardan beri olanları alır. Nasıl ki, bir padişahın huzuruna, bütün koku ve kirlerden temiz olanların girmesi icap eder. Hakk’a da ancak saf, temiz olanlar gider.

 

  Beladan korkma! Onlar günahlara kefaret olur. Nasıl ki; Peygamber S.A. efendimiz bu hali işaret ederek:

  “Bir günlük sıtma, bir yıllık günaha kefaret sayılır” buyurmuştur.

 

  Zahirde bela gibi görünen haller, seni daha da olgunlaştırır; bulunduğun hali muhafaza hakkı sana tanınır. İlahi sırları saklamağa emin görünürsün. Kalbin nurlanır, gönlün açılır. Lisanında bir fesahat olur. Bu fesahatin sebebiyle hikmetli konuşmalar yaparsın. Sana muhabbet, sevgi yolları açılır, hep bunları anlatırsın... Sendeki bu üstünlük sebebi ile herkesin sevdiği bir varlık olursun. İnsanlar da seni sever, başka yaratılmışlar da... Dünya da sana koşar, ahiret de...

 

  Sen artık Allah’ın sevgilisi oldun. Her şey seni sevmeğe başlar. Mahlûkatın sevgisi, Hakk’ın sevgisine bağlıdır. Aynı şekilde buğzu da, O’nun buğzuna bağlıdır.

 

  Allah seni sevince; seni her şey sever. Buğz edince de her varlık sana düşman olur.

 

  Bu makama yetiştiğin zaman Hakk’a kavuşmuş olursun. Kendi varlığın gider. Bir şey dileyemez olursun. Yanılıp da istekte bulunacak olsan, alacağın zaman bir de bakarsın ki, o şey kaybolmuş gitmiş.

 

  Bu halinde, dünyadan sana pek az nasip verilir. Asıl çoğu senin için öteki aleme saklanır. Burada isteyip alamadığını ötede bol bol alırsın. Bunların arasında o kadar büyük nimetler vardır ki, akıl bir türlü onun aslına eremez.

 

  Yükseğin yükseği ve gönlün mesrur olacağı her büyük nimet orada bulunur.

 

  Eğer bunları beklemeden, bu meşakkatli teklif evinde onlara kavuşmak istersen, az bir şey alabilirsin, fakat buna mukabil kalbin safiyeti gider, basiretin söner. Asıl istenen ve tahakkuku ahirete kalan nimetlere kavuşmaktan mahrum edilirsin. Hâlbuki senin isteyeceğin ne dünyaya ne de ahirete ait olmalı; sebepleri yaratan, yeri seren, semâyı yükselten Mevlâ olmalı. Halbuki sen, ne buranın, ne de öteki âlemin nimetini beklemeden az bir dünyalığa razı oluyorsun.

 

  Kullarına doğru yolu o nasip eder.

  O (cc), Sübhândır.

  En iyiyi bilen O’dur...

 

  Futûhu’l-Ğayb

Top