Muridan
Beni Seviyorsan

Beni Seviyorsan

Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in bir hadîs-i şerifini şöyle anlatır­lar: Bir gün Peygamber Efendimiz’in huzuruna biri geldi ve “Seni Allah için seviyorum.” dedi. Şu cevabı aldı: “O halde, fakri gömlek gibi giy. Belaya sarıl. Öbür âlemde beni bulmak, benimle olmak için yaptıklarımı yapmalısın. Sevginin baş şartı; uymaktır.”

Bu konuşma Ribât’ta yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 9 Cemâziyelâhir 545, Milâdî 1150.

 

Hz. Sıddîk, Peygamber (s.a.v) sevgisine sadık idi. Bütün malını Peygamber yoluna harcadı. Peygamber’in sıfatına büründü. Hak ka­pısında Peygamber'e eş oldu. Her şeyi dağıttığı zaman, kendisine sa­rınacak bir aba kalmıştı. Çocukları için, Allah ve Peygamberi’nden başka hiç bir şey ayırmadı. İçini ve dışını Peygamber'in hâline uydurmuştu.

Sana gelince, yalancısın. İyi insanların sevgisi para ile ölçüle­mez. Onların karşısına paranı, altınını çıkarmaktasın. Bu hâlinle on­lara yakınlık iddia ediyorsun. Onlara yakın olmayı diliyorsun.

Aklını başına al. Bu sevgi yalandır. Seven sevdiğinden bir şey esirgemez. Sevilen her şeye tercih edilir. Fakr hâli Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den ayrılmazdı. Bu sebeple şöyle buyurmuştu: “Fakr hali, beni sevenlere, selden daha çabuk varır.” Hz. Âişe'nin şu sözü önemlidir: “Peygamber hayatta iken dünya bize gülmedi. Daima darlık ve sıkıntılı oldu. Peygamber’in öbür âleme göçünden sonra üzerimize çöktü.”

Peygamberimiz’in sevgisini kazanma şartı fakr hâlidir. Allah sev­gisi için de bela şarttır. Bazı büyükler şöyle der: “Her velayet hâlini bela takip eder.”

Sebebi, boş yere Allah sevgisi iddia edilmeye. Öyle olmazsa, ri­yakâr ve münafıklar da Allah sevgisi iddia eder; belki de davalarını kazanabilirlerdi.

Boş davadan dön. Yalan işleri bırak. Kendi başına tehlikeler çı­karma. Şayet bir dava açmak istiyorsan, ispatlı, delilli olsun. Aksi hâlde ne bizden olursun, ne de davayı kazanabilirsin.

Altın işlerinden anladığını iddia ederek övünme. Sonra pişman olursun. Utandırırlar; bir şey sorarlar, bilemezsin.

Yılan ve yırtıcı hayvanlarla uğraşma. Onlar seni perişan eder. Eğer Havva isen yılana yanaş. Kuvvetine güveniyorsan, yırtıcı hay­vanlarla dalaş.

Allah kulda doğruluk ister. O'na varmak isteyene marifet nuru gerektir. İrfan sahiplerinin kalbine marifet güneşi doğmuştur. O gü­neş gece ve gündüz sönmez. O güneşe sahip olanlar doğru olurlar.

Ey evlat! Münafıkları bırak. Allah'ın azabına kendini atmak is­teyenlerden uzak ol. Aklını başına al. Zamane insanlarının çoğun­dan uzak dur. Onlar elbise giymiş kurtlara benzerler. İyi insanlar azdır.

Fakr aynasını al, hâline bir bak. O aynada sana ve diğerlerine ait ayıbı görme hassasını Allah'tan dile.

Sana her şeyi bildiriyorum. Halkı ve Hâlık'ı anlatıyorum. Şer, yaratılmışların yanındadır. Hayır, Allah katındadır. O'na göre şer yoktur.

Allah’ım, bizi yaratılmışların şerrinden koru. Dünya ve âhirette senin hayrını ver.

Her şeyi sizin için arıyorum. Bana bir şey gelmese de olur. İpimi kuyuya salarım; oradan çıkanı size veririm; ben almam. Beni zengin edecek şeyim var. Sizden hiçbir şey talep etmiyorum.

Bana göre çalışmak vardır. Çalışamayacak olursam, tevekkül ederim. Sizin getireceğinize bakmam. Getirmenizi zaten beklemem. Nifak sahipleri sizi bekler; Allah'a güvenmez, sizin vereceğinize da­yanır. Allah'ı unutur. Yaratan’a itimat etmez.

Bana böbürlenmeyin, yeryüzünde olan bütün varlığı tecrübe ede­bilirim; buna gücüm yeter. İyinizi kötünüzü ayırt edebilirim. Allah'ın verdiği basar kuvveti ile bunu yapmaya güçlüyüm. Allah beni bu iş­lere ehil kılmıştır.

Kurtuluş istiyorsan, örsümün üstüne yat. Çekicimin vuruş ses­leri ile nefsin, şeytanî duyguların ve sana tesir eden şeytanî kuvvet­lerin beynine sesleneyim. Düşmanlarını korkutayım. Kötü arkadaş­larını kaçırayım.

Bu düşmanları yenmek için Allah'tan yardım isteyiniz. Onlara sabırla karşı koyan, yardım kazanır. Varlığını onlara teslim eden, re­zil ve rüsva olur.

Afetler çoktur; fakat onu indiren bir tanedir. Hastalık sayılama­yacak kadardır; ama onun doktoru bir tanedir. Ey nefisleri hasta olanlar. Varlığınızı doktora teslim ediniz. Sizi tedavi ederken onu it­ham etmeye kalkmayınız. Onun kadar şefkatli olamazsınız. Sizi in­citmeden tedavi eder. Nefsinizi o doktor kadar korumanız kabil de­ğildir. O Aziz tabibin önünde dilinizi tutunuz. Ona taarruz etmeyiniz.

O'na teslim olduğunuz takdirde dünya ve âhiretin hayrını bulursu­nuz.

Allah yolcuları tam bir dehşet, tam bir sükût ve tam bir sessiz­lik içindedirler. Bütün çabalamaları, bunlara ermek içindir. Aradık­larını bulduktan sonra, Mevlâ dilerse onları konuşturur. Bazen ko­nuştuklarından haberleri bile olmaz. Allah kıyamet günü, kuru varlıkları konuşturduğu gibi onları da konuşturur. Hak konuşturursa onlar da konuşur. Hak tarafından verilirse onlar alır. Allah açarsa onlar da açılır. İç varlıkları meleklere kalbolur. Melekler hakkında buyrulan; “Allah'ın emrine isyan etmezler. Ne emir verilirse hemen yaparlar.” (et-Tahrîm, 66/6) mealindeki âyet-i kerime, bir bakıma onların hâlini anlatan bir şahit... Meleklere katılmaları bu yüzdendir.

Öbür yüze bakılırsa, daha üstün oldukları gözükür. Çünkü ilâhî bilgileri daha çoktur. Marifet hâlleri daha yücedir. Melekler onlara hizmetçi olur. Onlara uyar ve onlardan faydalanırlar. Kalpleri hik­metle doludur. Kalpleri bekçilerle çevrilidir. Herhangi bir darlık ge­lecek olsa, dış duygularına tesir eder, bünyelerini yıkabilir; ama kalp âlemlerine asla varamaz.

Onların derecesine çıkmak arzusu besliyorsan, İslâm dininin ha­kikatine ermeye bak. Sonra günahları bırak, iç âlemde ve dış âlem­de yapılan bütün suçlara pişman ol. Sonra, şifa verecek vera -şüp­helileri bırakma- hâline koş. Daha sonra dünyanın helâl ve mubah işlerine de gönül kaptırma. Sonra Allah'ın fazlı sayesinde zâtına ya­kın olmakla zengin olmaya bak. Zaten Hak zenginliğine erdiğin za­man fazl ve ihsan seni kuşatmış olur. Kısmet ve lütuf kapıları sana kendiliğinden açılır. Dünya bazen üzerine kapanır; bazen de bütün varlığı ile sana gelir. Bu hâl dünyada kaldığın müddetçe devam eder.

Velî kulların hepsinde bu hâller tecelli etmez. Pek azları bu hâ­le erer. Erenler, ilim ve takva yönünden doğru oldukları için ererler, Hakk'ın zâtından gayrisi ile uğraşmazlar. Bunların çoğuna dünya tamamen kapalıdır. Eğer onlara dünya verilmiş olsaydı, zaten eremezlerdi. Dünyaya kapılır, Hakk'a hizmetten geri dururlardı.

Allah, velî kulların, zâtından fariğ olmalarını istemez. Dünyalık kapışmayı ve dünya ehline karışmayı Allah onlara nasip etmemiştir.

Büyük velîlerin, dünyaya kapılıp azanı azdır. Onlara göre dün­ya diye bir şey yoktur. Dünyanın her şeyi ile uğraşırlar; ama onun hükmü altına girmezler.

Dünyanın, peşi sıra koşup gittiği nebiler arasında, Peygamber (s.a.v) Efendimiz de vardı. Dünya her şeyi ile ona koştu; ama o, hiç­birine iltifat etmedi. Hakk'ın hizmetinden geri durmadı. Dünyanın hiç bir şeyine bakmadı. Tam bir zühd ve çekinme hâli taşıdı. Yeryüzünün hazineleri emrine hazır olduğu zaman onu reddetti ve “Yâ Rabbi, beni Sen’den başka şeyi olmayan miskinlerle yaşat, onlarla öldür ve onlarla kıyamet günü dirilt!” diye duada bulundu.

Zühd sahibi olmak büyük bir iştir; onu yapmaya kolay kolay güç yetmez.

İman sahibi hırs ağırlığından kurtulmuştur; çünkü bir şeye has­ret duyarak abanmaz. Aceleci de değildir. Kalbi her şeye karşı bir çe­kinme duygusu besler. İç âlemini dünyaya kaptırmaz. Allah'ın emri­ne girer. Bilir ki, kendisi için ayrılan başkasına gitmez; bu sebeple nefsin istekleri peşinde koşmaz. Dünyaya dair istekleri arkaya atar. Yaptığı tâat için Allah'tan kabul diler.

Ey evlat! Allah yoluna girmek için iman sahibi olman lâzım. Orada sebat için de ikana sahip olmalısın.

Bu yola girmek istediğin zaman evvelâ dış varlığını korumak için örtüye, iç âlemini esirgemek için de imana muhtaçsın. Mekke -Hac- yoluna gitmek böyle değildir. Oraya gitmek için iman sahibi olmak, sonra para saklamak için çanta gerek. Anlatmak istediğim yol, dış varlık için örtü, iç varlık için de iman ister. Bu yolun hem önü, hem de sonu vardır. Başka yollara benzemez.

Süfyan-ı Sevrî'yi anlatırlar: İlme başladığı sıralarda, cebinde bir para çantası taşırdı. İçinde beş yüz altını vardı. Bir taraftan ilme ça­lışır, bir taraftan da muhtaçlara dağıtırdı. Parayı severdi. Ara sıra elini para çantasının üzerine koyar, şöyle derdi: “Sen olmasaydın bizi ezmeye çalışırlardı.” İlmi bitirip irfan sahibi olduktan sonra, paraya kıymet vermedi. Elinde ne varsa hepsini muhtaçlara dağıttı, pişmanlık duymadı. Ve şunları söyledi: “Gökleri demir kaplasa da yağmur yağmasa, yer taş olsa da bitkisi bitmese, yine de rızık hususunda üzüntü duymam. Şayet bir talepte bulunursam, imanım yok olur.”

İmanın kuvvet buluncaya kadar çalış ve sebeplere yapış. Sonra sebepleri bırak, onları Yaratan'a koş. Peygamberler çalıştılar, borç ettiler, sebeplere yapıştılar. Bunları ilk zamanlarda yaptılar. Sonra tevekkül ettiler. Çalışmakla tevekkülü birleştirdiler. Her şeyin bir il­ki, bir de sonu olur. Yolun bir dışı, bir de içi vardır.

Ey mahrum, çalışmayı bırakma. Tevekkülü de elde et. İnsanla­rın elindekine göz dikersen iman sahibi olamazsın. Kudret sahibinin nimetlerini bilmemezlik olur. Allah sana darılır, öz varlığından uzak­lara atar. Çalışmayı bırakıp halkın vereceği küçük şeyleri ummak âfet sayılır.

Süleyman Peygamber mülkünden uzaklara atıldığı zaman, Allah bir çok şeyle onu iptilâ etmişti. Onlar arasında, kullardan bir şey talep etmek de vardı.

Süleyman Peygamber, kendi diyarında iken çalışır, yerdi. Uzak­lara atılınca rızık yolları ceza olarak başka taraftan verilmeye baş­landı.

Allah yolcularının darlığı geçmez. Sancıları dinmez. Gözleri ay­dın olmaz. Musibetleri eksik olmaz; ta Hak Teâlâ'ya kavuşuncaya kadar. Hak Teâlâ'ya kavuşmaları iki yönden olur: Biri dünyada, öbürü âhirette. Kalp ve sır âlemi ile dünyada Hakk'a vasıl olan az­dır. Âhirette bütün varlıkları ile O'na kavuşurlar. Kavuşan rahat ve huzura erer. Ama önceleri, ağlamakla sızlamakla geçer.

Ey evlat! Nefsine helâl yedir. Temiz lokma aldır. Onun kibrine sebep olan haramı aldırma; sonra kibirli olur. Kendini beğenir, ede­bini bozar.

Allah'ım, Zâtını bize bildir ki, seni öyle bilelim. Âmin!

Top