Pîr Abdülkâdir Geylânî (k.s) yüksek ve üstün meziyetlerine rağmen son derece yumuşak başlı, alçak gönüllü, ağırbaşlı idi. Bir çocuk veya kız çocuğu bile konuşsa ayağa kalkarak dinler, işini görürdü. Fakirlerin, yoksulların yanına oturur, onların elbiselerini temizlerdi. Ama bunun aksine anlı şanlı adamlara ayağa kalkmaz, devlet erkânına saygı için önünde dikilmezdi. Halifenin bazen geldiği olurdu da saygı göstermek için ayağa kalkmak gerekmesin diye kasten içeri (eve) girerdi. Halife gelip oturduktan sonra tekrar gelirdi. Hiçbir zaman bir padişahın veya bir vezirin kapısına gitmedi.
Onu görenler ve çağdaşları, güzel ahlâkına ve üstün azmine, alçakgönüllülüğüne, cömertliğine, fedakârlığına ve yüce ahlâkî niteliklerine hayranlıklarını gösterirlerken onu öve öve bitiremezler.
Uzun bir ömür süren büyük bir zât (Harrâde) pek çok büyük zâtla karşılaşmış hem de Abdülkâdir Geylânî'nin sohbetlerinde bulunmuştur. O şöyle diyor:
"Gözlerim Hz. Şeyh Abdülkâdir Geylânî'den daha güzel ahlâklı, gönlü bol, üstün şahsiyetli, ince kalpli, sözüne, sevgisine sadık birini görmedi. Azametine, üstün mevkiine ve derin bilgisine rağmen küçükleri gözetir, büyüklere saygı gösterir, selâm verirken önceliği bırakmaz, zayıf kimselerle düşer kalkar, fakir kimselere karşı alçakgönüllülükle hareket ederdi. Halbuki o, hiçbir lidere, padişaha saygı göstermek üzere ayağa kalkmamıştı. Hiçbir vezirin veya yüksek düzeydeki idarecinin yahut padişahın kapısına gitmedi.
Ebû Abdullah Muhamraed b. Yusuf el-Birzâlî el-İşbîlî onu şu ifadelerle övmektedir:
"O; duaları makbul kimse idi. (Bir ibret verici veya acınacak bir olay zikredilince) hemen gözlerinden yaş boşanır, her zaman ve her an zikir ve düşünme ile meşgul olurdu. Çok yufka yürekli idi. Güleç yüzlü, yumuşak kalpli, ince ruhlu ve cömertti. İbadet ve mücâhedede makamı çok yüksekti."
Irak müftüsü Muhyiddin Ebû Abdullah Muhammed b. Hamid Bağdadî ise şöyle yazıyor:
"İnsanların çirkin sözlerden en uzağı, hak ve doğruya ise insanların en yakını idi. Allah'ın haram kıldığı şeylere el uzatılınca celallenir, kendi nefsi için başkasına öfkelenmez, Rabbinin rızasının dışında kimseden öç almak istemezdi. Hiçbir dilenciyi eli boş çevirmez, hatta sırtındaki elbiseyi çıkarıp vermesi gerekse bile verirdi. Açların karnını doyurmayı, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gidererek masraf çekinmeden vermeyi özellikle çok severdi."
Allâme İbn Neccâr, O’nun şöyle söylediğini nakletmektedir:
"Eğer dünyanın bütün serveti elimde olsaydı onlarla, açlar doyurmak için hemen yemek yedirmeye koşardım."
Bazen şöyle de söylediği olurdu:
"Öyle anlaşılıyor ki benim bakracım delik, hiçbir şey içinde durmuyor. Eğer bin dinar elime geçse geceyi onunla geçirmem, hemen harcarım."
Kalâidü'l-Cevâhir kitabının yazarı şöyle yazıyor:
"Geceleyin geniş sofra serer, bizzat misafirlerle yemek yerdi. Zayıflarla, fakirlerle oturup kalkar, talebelerin sözlerini sabırla dinlerdi. Herkes, mecliste şeyhten daha yakın, ondan daha çok kendisine kıymetli bir kimsenin olmadığını zannederdi. Müridlerinden gelemeyenlerin durumunu sorar, ona ne oldu diye endişe ederdi. İlişkileri sürdürmeye çok dikkat eder, kusurları bağışlardı. Birisi eğer bir mesele üzerine yemin ederse ona inanır, eğer işin iç yüzünü bilir de o kişinin yalan yere yemin ettiğinin farkında olsa bile gizler, yüzüne vurmazdı."
Kaynak:
Muhammed b. Yahya Abdülkerim
Kalâidu’l-Cevâhir fî Menâkıbı Tacü'l-Evliyâ ve Ma’deni'l-Asfiyâ, s.9.