İki tarafın askerleri savaşa tutuştukları sırada ok, kılıç, mızrak ve hançer parıltılarından gözler donakaldığı, nara ve feryatların meydanı inlettiği bir sırada Hz. Peygamber (s.a.s) emsalsiz bir teslimiyet ve huşu içinde kalp huzuruyla dua ve niyazda bulunur, Allah’ı zikretmekle meşgul olurdu.
Askerler hırs, heyecan, çatılmış kaşlar ve gerilmiş sinirleriyle durmadan çarpışırken ordu komutanı alnını yere koymuş dua ederdi. Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Tebük ve daha nice büyük savaşta Hz. Peygamber (s.a.s)’in hali işte böyleydi.
Hz. Peygamber (s.a.s), savaş prensiplerine uygun olarak savaş meydanında ordularını düzene koyardı. Ama asıl güven ve itimadı, sebepler dünyasının ötesinde, mutlak güç sahibi olan Allah’a idi. Bedir savaşında iki sahabi gelir ve Hz. Peygamber (s.a.s)’e şunu arzederler:
“Ey Allah Resulü! Kâfirler bizi savaşa katılmamamız şartıyla serbest bıraktı” derler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s):
“Bizim yardımcımız sadece Allah’tır” buyurmuştur.(1) Bedir’de savaş meydanı, akan kanlarla bir lale bahçesine andırmaktaydı. Hz. Peygamber (s.a.s) boynu bükük, başı eğik, ellerini huzur-i ilahîye kaldırmış şöyle dua etmekteydi:
“Ey Rabbim! Verdiğin zafer sözünü yerine getir.”
O (s.a.s), kendinden geçmiş, cezbe âlemine dalmış olarak gökyüzüne uzattığı kollarından dolayı omuzlarındaki harmani düşmekte, kendisinin de bundan haberi olmamaktaydı. Bazen secdeye kapanmakta ve Allah’a şunu arz etmekteydi:
“Ey Rabbim! Eğer bugün bu birkaç kişilik ordu yok olursa, kıyamete kadar Sana ibadet edecek kimse kalmayacaktır.”(2) Hz. Ali savaş alanından üç kere gelerek Hz. Peygamber (s.a.s)’in huzuruna çıkıyor ve her defasında mukaddes alnının toprağa yapışmış secde halinde olduğunu görüyordu.(3)
Uhud savaşının sonunda zafer kazandıklarını gören Ebu Süfyân büyük bir sevinçle “Yaşasın Hübel!” diye bağırıyordu. Ama Hz. Peygamber (s.a.s) kalplerin yıkıldığı ve herkesi elem ve ızdırabın kapladığı bir anda Hz. Ömer’e emir vererek şöyle buyurdu:
“Ey Ömer! Sen de şöyle bağır: Allah bizim sahibimiz ve efendimizdir, hâlbuki sizin sahibiniz ve efendiniz yoktur. Allah en yüce ve en üstündür!”
Ahzâb (Hendek) savaşında Hz. Peygamber (s.a.s) bizzat kendi mübarek eliyle hendek kazmıştı ve mübarek dudaklarından devamlı şu sözler dökülüyordu.
“Ey Rabbim! Ahiret hayrından başka bir hayır yoktur. Ensar ve muhacire iyilikler lütfet”
Düşman, öyle yoğun bir şekilde saldırıyordu ki, hiçbir müslümanın yerinden kıpırdaması mümkün değildi. Bu kuşatma yirmi, yirmi iki gün devam etti. Ama bu süre içerisinde sadece bir veya en fazla dört vakit namaz kaza edildi. Bir gün ikindi vakti düşmanlar öyle hücum ettiler ki, bir an için dahi fırsat ele geçmedi. Sonunda ikindi namazının vakti geçti. Hz. Peygamber (s.a.s) çok üzüldü ve saldırı durur durmaz namazını cemaatle kıldı.(4)
Hayber savaşında Hz. Peygamber (s.a.s) şehre yaklaşınca mübarek ağzından şu kelimeler döküldü: “Allahü Ekber! Hayber viran oldu!” Hayber evleri görülünce ashaba “Durun”, dedi ve şu duayı okudu:
“Ey Rabbim! Senden bu şehrin ve bu şehir halkının ve bu şehirde bulunanların hayrını istiyoruz. Bu şehrin, şehir halkının ve bu şehirde bulunanların şerrinden de Sana sığınıyoruz.”
Huneyn savaşında Hz. Peygamber (s.a.s)’in yanında on iki bin asker vardı. Daha ilk hücumda ayakları kaydı, ordu geri çekildi. Ordunun başkomutanı eğer sadece bu insanlara güvenerek savaş alanına çıksaydı, o zaman belki de herkesten önce kendisi kaçarak canının kurtarırdı. Hâlbuki Hz. Peygamber (s.a.s) hangi güce güvenip bel bağlamışsa, tek başına kaldığında da aynı şekilde yine O’nun yardımcı ve destekçi olacağını biliyordu. On bin kişilik askerden oluşan bir ordunun okçularının ok yağdırarak sel gibi taşıp geldikleri ve yanında birkaç fedaîden başka kimsenin kalmadığı bir sırada Hz. Peygamber (s.a.s)’in tek dayanağı ve tek güvencesi sadece Allah’tı. Herkesin ümitlerinin söndüğü, insanlara güvenen komutanların korkudan titrediği dehşetli bir anda Hz. Peygamber (s.a.s) bineğinden indi ve:
“Ben, Allah’ın kulu ve Elçisiyim” buyurdu. Sonra kollarını dergâh-ı ilahîye doğru uzatarak vaat edilen yardım ve zaferi istedi. Ansızın manzara değişti, rüzgâr ters döndü, zafer rüzgârı İslâm sancağını dalgalandırmaya başladı. On bin kişilik düşmanın amansız oklarını tek başına Allah’a dua ve niyaz siperinde durdurma cesareti peygamberlerden başka kimde görülebilir?
Benzer bir manzara çok daha etkili ve büyüleyici şekilde Benî Mustalık savaşında göze çarpmaktadır. Düşman, karşıda üstlenmiş, dalgın bir anı beklemektedir. Tam o sırada namaz vakti gelmiş, Hz. Peygamber (s.a.s) imam olarak öne geçip namaza durdu. Sahâbe-i Kiramın bir kısmı, saf bağlamış namaz kılmakta diğer yarısı ise düşmanın karşısında beklemektedir.
Hudeybiye barışı sırasında bundan da tehlikeli bir durum ortaya çıkmıştı. Hz. Peygamber (s.a.s) Mekke yakınında Ğasfân denilen yerde konaklamıştı. Kureyş’in ünlü komutanı Hâlid b. Velîd çevredeki tepelerde ordusundan bir bölüğü emri altında tutuyor ve fırsat kolluyordu. Kureyş, müslümanlar tam namaza durduğu sırada ansızın saldırmaya karar verdi. Her şey tasarrufunda bulunan Yüce Allah’ın huzurunda müslümanlar seferi namaz kılmak üzere hazırlık yapmıştı. Çünkü seferi namazla ilgili âyetler daha Önce nazil olmuştu. İkindi vakti gelince Hz. Peygamber (s.a.s) namaz kılmak üzere ayağa kalktı. Düşman, kendi askerlerini sipere yatırmış bekliyordu. Sahabe-i kiram ikiye bölündü. Bir bölümü, Hz. Peygamber (s.a.s)’in arkasında durarak saf bağladı, diğer bölümü ise düşman karşısında tetikte bekledi. Birinci grup namazı bitirdikten sonra düşman karşısında yerlerini aldı. İkinci grup düzenli bir şekilde geri çekilerek Hz. Peygamber (s.a.s)’in arkasında namaza başladı. Bütün bu değişiklikler namazdaki cemaat saflarında oluyor ama ordu komutanı olan Hz. Peygamber (s.a.s), kan içen kılıçların gölgesinde bütün tehlikelere aldırış etmeden Allah’a ibadetle meşgul ve onun dışında en ufak bir harekette bulunmaksızın duruyordu.(5)
Bu olayları okuduktan sonra şu ilahi emrin nereye kadar uygulandığı anlaşılacaktır.
“Ey iman edenler! Bir zümreyle karşılaştığınızda ayağınızı sağlam basın ve Allah’ı çok anın. Siz muvaffak olacaksınız.” (Enfâl 8/45).
Sahîhi Buhârî’de şöyle rivayet edilmektedir: “Hz. Peygamber (s.a.s) cihad sırasında bir tepeye tırmanırsa üç kez Allahü Ekber derdi.”(6)