Muridan
Şeyh Abdurrahman Hâlis et-Tâlebânî

Şeyh Abdurrahman Hâlis et-Tâlebânî

Hâlisiye kolu; eş-Şeyh Ziyâuddin Abdurrahman Hâlis Kerkükî (k.s) Hz.leri tarafından kurulmuş ve “Hâlis” ismine izâfeten “Hâlisiye” olarak tanınmıştır. Şeyh Abdurrahman Hz.leri; kelime-i tevhîd ve lafza-i celâl zikirlerinin yapılışında bazı yeni usuller koymuş ve bu ictihâdıyla “Pir” unvanını almıştır.

Tarikat kelimesi, Arapça bir kelimedir. Bunun çoğulu, “turûk” veya “tarâık” olarak kullanılmıştır. Yol, metot, usul, tarz, şekil, san, hayat hikâyesi, bir milletin şereflisi manalarına gelir. Ayrıca vurmak anlamına gelen bir fiilden türetilmiş bir kelimedir. Bu anlamda tasavvufta kullanılır olmuştur. Bağlı olduğu ilim dalında ise; “Sûfîyi, Allah’a götüren yol” manasına gelmektedir. Yani menzilleri aşmak ve makamlara yükselmek suretiyle Allah’a gidenlerin hususî haline “tarikat” denir.
 
Hicri 2. yy.’dan itibaren belirginleşen tasavvufî hayat, hicri 4. asırlarda sistemli bir şekilde kuralları, metotları belirlenmiş olarak “tarikat” haline gelmiştir. İlk zuhûr eden tarikat, “Kâdiri tarikatı”dır.
 
Zâhiri ilimlerde âlimler ictihâd ederek, Kur’ân ve sünnetteki hükümleri açıklamışlar ve bu suretle de mezhepler ortaya çıkmıştır. Bunun gibi mana büyükleri ârifler, mürşid-i kâmiller de Hakk’a giden yolda usuller tesis ederek temeli Kur’ân ve sünnete dayanan tarikatları kurmuşlardır.
 
Tarikatın kurucusu “Pîr” olarak anılır. Bağlı bulunduğu tarikte yetişen bazı büyük mürşid-i kâmiller, manevi işaretlerle; tarikatın aslı sabit kalmak şartıyla yeni usuller ortaya koymuşlar, böylelikle tarikatların kolları meydana gelmiştir. Yani asıl bir olmak üzere füru, yani dallar oluşmuştur. Bir tarikatta ictihâd yapan mürşid-i kâmillere de, şube kurucusu manasına “Pîr” denilmiştir.  “Kadiri tarikatı Hâlisiye kolu, Eşrefiye kolu” gibi…
 
Hâlisiye kolu; eş-Şeyh Ziyâuddin Abdurrahman Hâlis Kerkükî (k.s) Hz.leri tarafından kurulmuş ve “Hâlis” ismine izâfeten “Hâlisiye” olarak tanınmıştır. Şeyh Abdurrahman Hz.leri; kelime-i tevhîd ve lafza-i celâl zikirlerinin yapılışında bazı yeni usuller koymuş ve bu ictihâdıyla “Pir” unvanını almıştır. Sefine-i Evliyâ’da şu şekilde geçmektedir:
 
“Şeyh Abdurrahman Hâlis (k.s) Hz.leri kelime-i tevhîd ve ism-i celâli kasr etmek suretiyle yeni bir şube meydana getirmiştir.”
 
Tarikat-ı Kâdiriyye’nin usulü üzere zikir cehrîdir. Sadece bazı ekler ya da kısaltmalar yapılmıştır. Hâlisiye kolunda zikir; kıyâmen ve ku‘ûden, yani ayakta ve oturarak yapılır.
 
“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allâh'ı anarlar.” (Âl-i İmrân, 3/191)kelâm-ı ilâhisi gereğince Allâh (celle şânühû) zikredilir.
 
Zikir, cemaat halinde ve ferdî olarak icra olunur. Cemaat halinde yapılan zikirlerde müridân; halka/daire şeklinde oturur. Zikrin bir kısmı oturarak, büyük bir bölümü ise ayakta yapılır. Evvelâ mürşid zikri açar, onun söylediği esmâyı, cemaat sesini aşırı yükseltmeden, cehren tekrar eder. Âhenk ve düzene çok dikkat edilir.
 
Bu kısa açıklamadan sonra, araştırmacı-yazar Müfid Yüksel´in “Kadiriyye'nin Hâlisiyye Şubesi” başlıklı makalesini okumanızı tavsiye edip, ilgili makaleden istifadelerimizi şükran duygularıyla belirterek, Abdurrahman Hâlis Talebanî Hazretleri ve günümüze uzanan bu nurlu yolla ilgili de bilgiler verelim.
 
Abdurrahman Hâlis ibn eş-Şeyh Ahmed bin eş-Şeyh Molla Mahmud ez-Zengenî, Kadiriyye’nin Hâlisiyye şubesinin kurucusu olup, Şeyh Ahmed et-Talebanî’nin oğludur. Kerkük’ün Tâlebân köyünden ve Kürtlerin Zengene aşiretindendir. 1212/1797 tarihinde Tâlebân köyünde doğmuştur. Şeyh Abdurrahman Hâlis Kerkükî (k.s) Hz.leri henüz gençlik çağlarında iken iyi bir medrese eğitimi almış, fevkalade bir ilim ve irfan seviyesine yükselmiştir. Kürtçe ve Arapça’nın yanı sıra Farsça ve Türkçe’ye de hâkimdir. Kadirî şeyhlik icâzetini pederinden almıştır. Pederi Şeyh Ahmed Efendi de icâzetini ceddi Şeyh Mahmud’dan almış, o ise Şeyh Ahmed el-Hindî el-Lahorî’nin halifesidir. Bu şekilde silsile Şeyh Abdülkadir-i Geylânî’ye vasıl olur.
 
Her dört lisanda dîvânı vardır. Mesnevî’nin ilk 18 beytine Farsça manzum bir şerh yazmıştır ki matbudur. (Kitâbu’l-Ma’ârif Fi şerhi Mesnevi-yi Şerîf, Rızâ Efendi Basmahanesi, 1284. Bağdat) Türkçe ve Farsça gazelleri ile şöhret bulmuştur. Bu gazellerin bir bölümü aynı kitabın ikinci kısmı olarak basılmıştır. Şiirlerinde HÂLİS mahlasını kullanmışlardır.
 
Abdurrahman Hâlis’in Türkçe bir muhammesi şu şekildedir:
 
Acabâ dehre salan şûr-ı kıyâmet bu mudur
Âleme şu’le veren ârız u kâmet bu mudur
Mest edüb câzib-i erbâb-ı kerâmet bu mudur
Acabâ gönlümü sayd eyleyen âfet bu mudur
Beni mecrûh u perîşan eyleyen âfet bu mudur
 
(Şeyh Abdurrahman Hâlis et-Tâlebânî, 1284, 57)
 
Abdülkadir-i Geylânî’nin menâkıbı olan Behcetü’l-Esrar kitabını Türkçe’ye tercüme etmiştir. 
1275/1859 tarihinde vefat etmiştir. Kerkük’teki hankâhında medfundur. Birçok halifesi olup oğulları; Şeyh Ali, Şeyh Abdülkadir, Şeyh Rıza Talebânî ve Abdulvâhid Tâlebânî’dir. Bu aile ile ilgili olarak Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde bir hayli belge bulunmaktadır.
 
Şeyh Abdurrahman Hâlis et-Talebânî’nin oğullarından Şeyh Ebu’l-Muhsin Ali et-Talebânî pederinin makamına postnişîn olmuştur. Kuvvetli bir medrese eğitimine sahipti. Fıkhi alanda basılmamış bir hayli eseri vardır. 1330 tarihinde vefat etmiş olup, Kerkük’te babasının yanına defnedilmiştir. O'nun da birçok halifesi olmuştur.
 
Pek çok mürşid-i kâmil görmüş, aynı zamanda kendisi de bir mutasavvıf olan şeyhülislâm Hayderizade İbrahim Fasih Efendi, haftalık tasavvuf mecmuasının 4’üncü sayısındaki yazısında, Şeyh Abdurrahman Hâlis Kerkükî (k.s) Hz.leri’ni şöyle övmektedir:
 
“Şeyh Abdurrahman Hâlis (k.s) Hz.leri, Cenab-ı Peygamber’in (s.a.v) alemleri aydınlığa gark eden nurlu mühründen hissesini tamamıyla almış, âriflerin en mükemmellerinden biridir. Bu cihetle sufilere mahsus yüceliklerle meşgul oldukları zaman himmetinin ve ruhaniyetinin alilikleri o kadar yükselirdi ki, lisan onun hakikatini beyandan aciz kalırdı. Fevkalade kamil bir mertebeye, ikram ve saygı gösterilen bir makama vasıl olmuştu. Yaranıyla sohbet ettikleri zamanlarda gayet hoş sözlü, tatlı dilli ve karşısındakine hürmetli idi. Tekkesinde her sabah ve akşam, müslüman yada gayr-i müslim bir kaç yüz muhtaç insan bulunurdu. Bazısına üzerindeki elbisesini dahi çıkarıp verirdi. Bir mecusi seyyah, o Hazretin bu insani davranışlarından etkilenip müslüman olmuştu. Müntesipleri arasında valiler, paşalar, âlim ve veliler, halktan ve idarecilerden yani her sınıftan insan vardı. Huzurunda vali ile köylü, zengin ile fakir eşit idi. Padişah Abdülmecid Han’ın haremi Sultane Hatun, mana aleminden aldığı işaretlerle Hz. Şeyh’e müride olmuştu. Gönderdiği hediyeleri Hz. Şeyh muhtaçlara dağıtırdı. Söz, insanlık kitabının hangi sayfasına intikal ettirilse Şeyh Abdurrahman Hâlis (k.s) Hz.leri’nin muttasıf olduğu ahlaki faziletlerin şerh ve tafsilinin mümkün olmadığı görülür. Kendisinin hakikat âleminin ne kadar büyük bir Merd-i Kamil’i olduğu anlaşılır.”
 
Ben öyle bir kuşum ki her akşam ve sabah
Benim ıslığımla (ötüşüme karşı) arş dile gelir
 
diyerek ariflere yakışan bir övünme ile şakır, bir olgunluk derecesine ve bir yüce makama yükselirdi.
Hele soyluluk ve el açıklığında; “Nazar sahiplerinin yanında Süleyman’ın mülkü hiçtir, belki Süleyman, mülkten azade olan kişidir” sözlerine tam uygun olup, onun yanında dünya ile ilgili mal ve süslerin zerre kadar üstünlüğü ve değeri yoktu. Çok kereler iyilik ve bağış eteğini arayıp bulma ümidi ile yüksek huzurlarına yüz süren ihtiyaç sahiplerine verecek para bulunmadığı zamanlar, dünyaya ilgisine sebep olarak gördüğü elbiseden bile vazgeçerek bağış buyururlardı.
 
Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in güzel ahlakının parlak bir temsilcisi olan Abdurrahman Hâlis (k.s) Hz.lerinin huzurunda yüzlerce talebe bulunurdu. Hakk aşıkları, onun huzurlu sohbetlerinde aradıklarını bulmanın verdiği neşe ve süruru içinde otururlar, feyz ve nur saçılan kelamlarından istifade ederlerdi. Her sene Bağdat’a gider, Gavsu’l-Azam Hz. Pir Abdülkadir-i Geylani (k.s) Efendimiz’in türbesindeki devrana başkanlık eder, halaka-i zikri yönetirdi. Kendisi zamanın en büyük Kadiri şeyhi idi. Dünyanın her tarafında tekkeleri, halifeleri ve sayısız müridleri vardı. Türkiye, Türkistan, Çin, Afganistan, Herat, Hindistan, Hicaz, Mısır, Filistin, Yemen, İran Horasan, Avrupa kıtası… O hazretin manevi evlatları sayesinde nurlanmıştır.
 
Anadolu’daki en önemli halifelerinden biri Urfalı Seyyid Hacı Osman Dede Efendi’dir. Hâlisiye kolu; Türkiye’ye Dede Osman Avni Baba Urfevî (k.s) Hz.leri vesilesiyle gelmiştir. Diğer bir halifesi de Urfalı Şeyh Abdülkâdir Sıddîkî Efendidir ki Urfa Mebusu Şeyh Safvet Efendi’nin kayınpederidir. 1315/1897 tarihinde 91 yaşında vefat etmiştir.
 
Bunun yanı sıra Harputlu Hacı Muharrem Hilmi Efendi (v.1384/1964) , Besnili Halil Baba ile Malatyalı Mustafa Hayri Baba (v. İstanbul 1979) bu silsileye bağlıdır.
 
Arif-i Billah Mustafa Hayri Öğüt, Malatyalı olup, Yüzbaşı Mustafa Bey’in oğludur. 1311/1895 tarihinde Malatya’da doğmuş, İstanbul’da Rüşdiye mektebi ve Harbiye’de okumuştur. Birinci Dünya Harbi’nde Medine’de görev almış, akabinde Malatya’ya dönmüştür. Bilahare tasavvufa intisap edip, Kadirî-Hâlisî meşâyihinden, Ömer Hüdayî Baba’nın halifelerinden Hacı Muhammed Baba Kürkî’ye bağlanmış, ondan tarikat hilâfeti almıştır. Uzun yıllar şeyhlik yapmış olup şarkta ve garpta binlerce müridi olmuştur.  84 yaşında (17 Eylül 1979) İstanbul-Suâdiye’deki evinde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. On kadar halifesi vardır. Önemli halifelerinden biri halen hayatta olan Abdullah Demircioğlu´dur.
 
Haci Mustafa Hayri Babamızın sağlığındayken çokça medh u sena ettiği ve kendisine “Zülcenaheyn” sıfatını verdiği, “Müftü Efendi” diye hitap ettiği, zaman zaman emriyle ihvanlara sohbet ettirdiği ve bizzat kendisinin de dinlediği, hayatta iken kendisine icazet verdiği ve baş halife olarak bıraktığı Abdullah Demircioğlu Hocaefendi onun bu emanetini ve yolunu sürdürmektedir.
 
Abdullah Demircioğlu Hocaefendi, “Şeriatsız/İslam'sız bir tasavvufun olamayacağını” vurgular ve “Şeriat-Tarikat-Hakikat-Marifet” dörtlüsünden her zaman bahseder. Önce “şeriat gemisi”ne binmek gerekir. Sonra “tarikat denizi”nde yol alıp “hakikat ve marifet”e ulaşmayı bu yolun yolcusu olan müridlerine sohbet meclislerinde hatırlatmaktadır.
 
Bereket ve mutluluk sebebi olsun diye Abdurrahman Hâlis Talebanî Hz.nin, o enfes şiirlerinden birkaç mısraile bitiriyoruz.
 
Cenab-ı Allah, bizi hidayetten ayırmasın ve hidayet verdikten sonra dalalete düşürmesin.
Tarikat-ı Aliyye nin feyz ve bereketinden cümlemizi hisseyâb eylesin.
Pirlerimizin ve meşâyih-i kiram efendilerimizin himmetleri, duaları bizimle olsun, şefaatleri nasip olsun.
 
Şah-ı iklim-i velayettir, güruh-ı Kadiri,
Rah-ı aşkta z’ül-keramettir güruh-ı Kadiri...
Cümle erbab-ı tarikat bülbül-i şüridedir,
Anlara bağ-ı letafettir, güruh-ı Kadiri...
Damenin tutmuş bular Sultan Abdülkadir’in,
Mazhar-ı lütf-ı hidayettir, güruh-ı Kadiri...
Gavs-ı Muhyiddin ihya eylemiş din-i Nebi,
Revnak-ı lütf-ı hidayettir, güruh-ı Kadiri...
Küntü kenzen kapısın, men aref miftahile,
Fetheden şah-ı velayettir, güruh-ı Kadiri...
Dahil ol dara, dil-i güruha, bi-teemmül Hâlisa,
Sahib-i emn-ü emanettir, güruh-ı Kadiri...
 
Vuslat-ı Yar isteyen Hicrane katlanmak gerek
Merhem-i Yar isteyenHicrane katlanmak gerek...
Her kim ister meydan-ı aşkta erlik göstere
Başını top eyleyip cevgane katlanmak gerek...
Gün gibi çekmek gerek her dem bulutlar kahrını
Ay gibi bedr olmaya noksane katlanmak gerek...
İster isen bir Züleyha talat ile yar ola
Yusuf-ı Mısri gibi zindane katlanmak gerek...
İster isen HALİSA kamınca ola her işin
Yar-ı taba cahil-i nadane katlanmak gerek...
 
KAYNAKÇA
Abdullah Demircioğlu, Zaman Yaklaşıyor
Müfid Yüksel, Tavila Şeyhleri, http://www.mufidyuksel.com
Hüseyin Vassaf, 2006. Sefîne-i Evliyâ, Cilt.1-5. Haz. Prof.Dr. Mehmet Akkuş- Prof.Dr. Ali Yılmaz, Kitabevi, İstanbul
Hâlisiye Kolu, http://www.muridan.com
Albayrak, Sadık, Son devir Osmanlı Uleması, Cilt. 1-5. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul 1996.
Sâdık Vicdânî, Tarikatler ve Silsileleri (Tomâr-ı Turûk-ı ‘Aliyye), Yay. Haz. İrfan Gündüz, Enderun Kitabevi, İstanbul 1995.
Şeyh Abdurrahman Hâlis et-Tâlebanî, Kitâbu’l-Ma’ârif fi Şerhi Mesnevî-yi Şerîf ve min Kelâmi eş-Şeyh Abdurrahman (Farsça-Türkçe Gazeller), Rıza Efendi Basmahânesi, Bağdat 1284.

Top