FÜTÛH-UL GAYBPİR ABDULKADİR-İ GEYLANİ HZ.
Halkı Allahın izni ile bırak, yine Onun emri ile arzularından geç. Bir ayet-i Kerimede şöyle buyrulur:
-Eğer inanıyorsanız, Allah´a güvenin....
Kendini Allahın fiiline, iradesine terket. Saydıklarımızı yaparsan, ilahi emirlere bir kab olursun.
Halkı bırakmak; onların elinde hiçbir iyilik veya kötülük olmadığına ve olamayacağına inanmakla olur. Bütün kuvveti Allah´tan görüp, halkın elinde mevcut olan bir şey görmeden Allah´ın kudretini tasdik etmekle mümkün olur.
Kendini bırakmana gelince: Hak´ka teslim olman ve sebepleri bir yana atmanla olabilir.
Kendinden hiçbir hareket görme, gücüne kuvvetine mağrur olma. Bu halinde kendini hor görüp, özünden nefret etme. Hak´ka teslim ol; O´nun emirlerine göre hareket et. Şunu iyi bil ki, her şeyi evvel ahir yapan Allah´tır...
Sen ana karnında bilinmez bir nesne iken, O besledi ve bu aleme getirdi. Ve yine sen, beşikte her şeyden habersiz yatarken esirgeyen O oldu. İşte o eski hallerini düşün ve Hak´ka güven.
İlahi tecelliler önünde yok olmak şöyle olur: Başta hiçbir istek sahibi olmamak gerekir. Bunu yaptığın an, her arzun yavaş yavaş ölmeğe başlar. Dileklerin yok olur. Daha sonra iraden ölmeğe başlar. İşte bundan sonradır ki, ilahi tecelli seni kaplar. Hiçbir meramın olmaz. Hak´kın isteğinden başkası sende hüküm süremez olur. Kalbin sakin, vücudun rahat, gönlün geniş, yüzün nurlu... Her şeyden elini çeker, yalnız yaratanla meşgul olursun. Hak varlığı ile zengin olursun...
Bu halinle seni kudret eli çevirir, ezel dili seni çağırır. Hak sana bilgiler öğretir. Türlü nevi kisveler giydirir. Ezeli ilimlerden sana nasip gelir. Gönlün açık olur. Kötülükler onda eğlenmez. Her kötülük onda erir. Varlığın Hak arzusu ile dolar. Böylece senden çeşitli kerametler zuhura gelir. O haller senden görünür, ama aslında Hak´tan gelir. İşte böylece, Hak için gönlü kırıklar zümresine dahil olursun. Bunlara, Münkesiret´ül Kulub tabiri kullanılır. Zikrettiğimiz o değerli insanlar için Allah-ü Teala şöyle buyurur:
-Benim için kalbi mahzun olanlarla olurum.
Bu Kudsi bir hadistir.
Muayyen bir zaman için halin böyle gider, aradan zaman geçer; evvelce mahrumu olduğun pekçok dünyaca hoş tanınan nefsi zararsız isteklerine kavuşursun. Peygamber S.A. efendimiz bu duruma işaret ederek şöyle buyurur:
``Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi. Kadın, güzel koku, gönlümü hoş eden namaz...´´
Bütün kötü arzun, hevesin kırılmadıkça, Hak, seninle olmaz. Bu hevan ve hevesin yok olunca da sende hiçbir şey durmaz olur artık. Sende ne iyilik eğlenebilir, ne de kötülük. Ne akıl kalır, ne de fikir. Hiçbir şeyi seçemez olursun. Varla yok arasında bir hal alırsın. Allah seni öldürür, yeniden diriltir. Sende, yeni ve bambaşka bir irade zuhura getirir. Her isteğini o irade ile istersin. Bu hale ki geldin ve her isteğin buna ki uydu; Hak Teala kendine izafe ettiğin mevhum varlığını alır, seni yok eder. Bu halle sonunda: Münkesiret´ül-kulüb zümresine dahil olursun... Bu makamda haberin olmadan çeşit çeşit hikmetli işler olur. Sonra benliğin erimeğe başlar. Böylece iş sonuna varmış olur. Ve Hak´ka kavuşmuş olursun; yani, lika hasıl olur... Her iş tamam olur. Bütün çalışmalar bunun içindi zaten... İşte: Münkesiret´ül kulüb´un asıl manası budur.
Yukarıda bahsedilen cümlesini biraz izah edelim: Bunun manası; tam bir sükun ve tumaninet halidir... Yani yukarıda arzedilen hale girmek ve onda tam bir olgunluk peyda etmek demektir. Bunu daha açık anlatmak için Allah´u Teala´nın, Peygamberi (s.a.v.) lisanı ile buyurduğunu dinleyelim:
``Kulum bana ibadet etmekle yaklaşır, ve onu severim... Sevince de tutan eli, işiten kulağı, gören gözü, yürüyen ayağı olurum, hep işlerini benimle görür... ´´
Diğer bir rivayette şu cümleler de vardır.
``Benimle işitir, benimle tutar, benimle aklı erer...´´
Bu hal ancak ``kendinden geçiş´´ ile başlar. Bu iş, güç değildir, halkı bırakman kafi...
Halk; hayır ve şerden ibarettir. Sen de böylesin, hem hayırlısın heh de şerli... Halkın hayrını ve şerrini isteme... Yalnız Hak´kı tut, ötesini bırak. Yine Kader-i İlahide hayır ve şer vardır. Sen bu halde bulunmadıkça Allah seni şerrinden korur, hayr denizine atar. O zaman hayrına kab olur, her çeşit nimete kavuşursun... Süküna rahata, hoşluğa ve nihayet her güzelliğe kaynak olursun...
Fena, Müna, Müptega bunlar ayrı ayrı tasavvuf mertebesidir. Velilerin son durağı buralardır. Bunlara yönelmek öyle bir istikamettir ki, geçmişteki evliya ve ebdal hep bunları istediler. Ta ki, iradelerini Allah´a bırakalar ve O´nun iradesine göre hareket edeler. Zaten bu yolun yolcularına demek, bu manayı anlatmak içindir.
Bunların günahı nefsani arzularını Hak´kın iradesine ortak etmektir. Haddi zatında onlar bunu unutarak yaparlar. Manevi bir hale kapılı, dehşete düşerler, bu arada kendilerini kaybederler. İsteklerine kapılma neticesi Hak´ka şirk koşmuş olurlar. Sonra, Allah tarafından kendilerine bir ayıklık gelir; Allah´ın rahmeti, merhameti yetişir, blundukları halden uyandırır. Onlar da hatalarını anlar, istiğfar eder, tövbe ederler... Allah da tövbelerini kabul eder. Çünkü yalnız melekler iradeden masumdur... Peygamberler de iradeden değil, kötülükten masumdur. Geri kalan mükellef insan ve cinler, ne iradeden, ne de kötülükten masumdur. Şu var ki; veliler, kötü arzudan, ebdal de iradeden mahfuzdur, ama masum değildir. Bu şu manaya gelir; bazen ufak tefek meyil ederler, sonra Allah merhameti icabı onlara yine doğru yolu nasib eder...