Muridan
Pîr Abdülkâdir Geylanî’nin Akîdesi

Pîr Abdülkâdir Geylanî’nin Akîdesi

Hamd Allah’a mahsustur. Keyfiyeti yaratan O’dur fakat kendisi keyfiyetten münezzehtir. Mekânı yaratan O’dur, fakat kendisi mekândan münezzehtir.

 

O her şey içerisindedir (ilmiyle her şeye nüfuz etmiştir), fakat zarfiyetten (bir şeyin içerisinde olmaktan) uzaktır. Her şeyin yanındadır fakat indiyetten (onların sevisine inmekten) yücedir/beridir. O her şeyin evvelidir ve onun için son yoktur. Eğer “O nerededir?” dersen, onu mekânla talep etmiş olursun. “O nasıldır?” dersen, onu keyfiyet ile talep etmiş olursun. Onun hakkında “ne zaman ?” dersen, onu zamanla kayıtlamış olursun. Onun hakkında “değil” dersen, onu kevniyetten soyutlarsın. Onun hakkında “eğer” tabirini kullanırsan, ona noksanlıkla mukabelede bulunmuş olursun. Onun için “niçin” dersen, melekûtiyet konusunda onunla muarazaya düşersin. O (noksan sıfatlardan) sübhân (uzak) ve müteâldir (yücedir), öncelik onu geçemez, sonralık ona ulaşamaz. Hiçbir şey onun benzeriyle kıyas edilemez ve hiçbir şey onun şekline yaklaşamaz. O eş edinme (gibi bir sıfatla) ayıplanmaz (O’nun eşi olamaz) ve cisim yönünden bilinemez. O sübhândır, müteâldir.

O eğer bir şahıs olsaydı, kemiyet yönünden maruf olurdu. Eğer cisim olsaydı, bir bedenden oluşurdu. Biz, ona beden isnat edenleri reddederek, “O birdir (Vâhid’dir) “ deriz. “O Samed’dir” diyerek, Veseniyye’yi (Allah’a benzerlik atfedenleri) reddederiz. “Ona benzer yoktur” diyerek Haşeviyye’yi reddederiz. “Onun dengi yoktur” diyerek, ona vasıf yakıştıranları reddederiz. “Açık veya gizli, karada veya denizde (her yerde) hayır ve şer hususunda ona kimse müdahale edemez. Bilakis “O her şeyi iradesi ile yapar” diyerek Kaderiyye’yi reddederiz. “Kudreti taklit edilemez, hikmetinin nihâyeti yoktur” diyerek Hüzeyliyye’yi reddederiz. “Hukuku vaciptir. Hücceti yücedir. Hiç kimsenin ondan bir hak talep etme iddiası olamaz” diyerek Nazzâmiyye’yi reddederiz. “O âdildir, hükümlerinde hiç kimseye zulmetmez. Sâdıktır, vaat ettiği hiçbir şeyden dönmez. O kadîm, ezelî kelâm ile konuşur. Kelâmının yaratıcısı yoktur. Kur’ân’ı indirmiş ve onun nizamıyla en düzgün kelâm edenleri dahi âciz bırakmıştır” diyerek Murâdiyye’yi reddederiz. Rabbimiz ayıpları örter, tevbe edenin günahlarını affeder. Eğer kişi günahını tekrar işlerse geçmişte affedilen affedilmiştir. O hakaret etmekten, zulmetmekten münezzehtir. Hişâmiyye’yi redederek, Rabbimiz’in mü’minler arasında ülfet koyduğuna, kâfirlerin arasını ise bozduğuna inanırız. Ca’feriyye’nin aksine, bu ümmetin fâsık olanının Yahûdî, Hıristiyan ve Mecûsîlerden daha hayırlı olduğuna inanırız. Ka’biyye’nin tersine, onun hem kendisini, hem de başkasını gördüğünü, her sesi işittiğini, her gizliyi bildiğini ikrar ederiz. “O, halkı en güzel fıtratta yaratmış, sonra da onları çukur (kabir) zulmetine iade etmiştir. Elbette ki, onları ilk yarattığı hâle döndürecektir” diyerek Dehriyye’yi reddederiz. O insanları hesap günü için topladığında sevdikleri için tecelli edecek ve onlar da onu gözleriyle müşahede edeceklerdir. O, ayın görüldüğü gibi görülecektir. O, sâdece Mu’tezile’den ru’yetullâhı inkâr edenlere görünmeyecektir.

O, o gün sevdiklerine nasıl hicaplı olabilsin ya da onları bekletsin ki, onun bu hususta ezelî ve eski vaadi vardır. “Eymutmain nefis! Razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine dön.” (Fecr Sûresi, 28)Sen (mutmain nefsin) hûri ve cinâna razı olacağını yahut da cennet bahçelerinde sündüs (ince ve hâlis ipek) elbise ile gezmeye kanaat edeceğini mi zannediyorsun? Mecnun Leyla olmaksızın nasıl ferah bulabilir! Muhibleranber kokusu olmaksızın nasıl kokuya doyabilirler! Kulluğugerçekleştirmedeeriyen cesetler, Hakk indinde oturmakla nasıl nimetlendirilmez! Karanlık gecelerde seherleyen gözler, ünsiyet müşahedesi ilenasıl lezzete erişmez! Muhabbet sütleriyle tatlanan gönüller, Rabbânî şerbetten nasıl içmez? His kalıplarına hapsedilmiş ruhlar kudsiyet bahçelerinde nasıl gezip tozmazlar, onun güzel eğlence yerlerinde nasıl eğlenmezler ve susuzluğu sona erdiren kaynaklarından nasıl içmezler!

Bu aşın şevki ve onun hâlini ne anlatabilir? O gün “Âşıklar Hâkimi” tecelli eder ve bu davayı karara bağlar. O gün hitabına mazhar olanlar için Mevlâ güzel sözlerle söze başlar. Mevlâ onla­ra And cennetlerine gitmelerini emreder. Fakat bir kısım canlar oraya gitmek istemeyecek, O’nun gayrısına nazar etmemeye ve O’ndan başkasına niyet bağlamamaya yemin edecekler. O’ndan başka hiçbir şeye rıza göstermeyecekler ve istekleri düşük seviyede olmayacak. Onlar hoş hayatın tadı için hiçbir yere ayrılmayacaklar, bilakis ondan tatların bulunduğu yerleri arayacaklardır. Rahat müdürü onlara kendi safâsı ile tertemiz olmuş, yumuşacık kadehlerden içirecek. Bu hal sarhoşları iyice sarınca, artık onlara gece ve gündüz zor gelecek. Onların O’nun parlak, hoş, cazip nurlarına olan arzu ve iştiyakları daha da artacak.

Hakkın için yemin ederim ki: Cemâlini göremeyen bir göz ancak şakî olabilir. Güzelliğinle uşşâkın hepsini öldürdün. Sana olan düşkünlük aşkına, raiyyetine yumuşak ol! Sana olan şevk ile eriyen kalplerde geriye başka bir şey kalmadı. İhtiyacım giderilse bile kastıma nâil olamam. Sana düşkünlük benim için sanki bir vasiyettir. Karşılaşma ânında zelil olacak da değilim. Yâ ilâhi! Lütf u ihsânın hataları silip süpürürken, hiç reddedilmek düşünülebilir mi?

Ey kardeşlerim! Seherlerde Rabbânî vakitler vardır. Semâvî işaretler vardır! Melekî kokular vardır! Bu sözümüzün doğruluğuna delil ise şudur: Dâvûdî sesli kuşlar şarkılarını ağaçlarda seher vakti hep birlikte, coşkuyla söylerler. Kıvrım kıvrım sular bahçe aralarında o vakit çağlayarak akar. Ve dallar sündüs elbise­leriyle seher vakti raks eder. Bir bahçedeki bu olayların hepsi O’nun vahdaniyetini kabul ve itiraf ederler. Haberiniz olsun, ey ehl-i muhabbet! Hakk (c.c), seher vakti tecellî ederek şöyle seslenir:

“Tevbe eden kimse yok mu, onun tevbesini güzelce kabul edeyim. İstiğfar eden yok mu, onun hatalarını külliyen bağışlayayım. İhsân isteyen yok mu, ona nimet ve ihsânımı bol bol vereyim. İyi bilin ki, ruhlar saflaşınca, nurları parıl parıl parıldar. Durumlar düzelir, hediye almak kolaylaşır. Hoş, onların gözyaşları da gökyüzünde güzel koku olur ya! Onlar hicrâna sabretmelerine karşılık yüce mertebeleri hak ettiler. Onların sözlerinin doğruluğu, muhibler arasında rivayet edilen bir senettir. Onlar sualsizce çekip gittiler, ihtiyaçları giderilecektir.

Muhabbetin hediyesi yüce ve apaçık olur. Onun için; ey güzel kâfiyeler, ey Hanefiyye, Şâfiiyye, Mâlikiyye ve Hanbeliyye’nin yüce akideleri neredesiniz?

Allah beni de sizi de ayrılığa düşüp de, okun hedefini parça­ladığı gibi parçalananlardan eylemesin. Allah beni de sizi de ken­dilerine (cennette) odalar bahşedilen kimselerden kılsın.

Allah rahmet ve bereketini halkın en şereflisi Efendimiz Muhammed’e (s.a.s), onun ailesine ve arkadaşlarına indirsin. Onları sa­bah akşam, her zaman, ebedi ve sürekli tazelenen bir hürmete mazhar etsin.

Âmin, âmin…

(zuhurdergisi.com sitesinden alıntıdır.)

Top