Muridan
İnsan Olmam Neyi Gerektirir? Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir MACİT

İnsan Olmam Neyi Gerektirir? Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir MACİT

“Sen kimin kulusun? Kimin ümmetindensin? Dinin nedir? Kitabın nedir? Kıblen neresidir? Nereden geldin? Nereye gideceksin? Niçin geldin?”gibi temel sorular çocukluğumuzdan itibaren gerek kendimizi anlamada gerek yaratılış gayemizi kavramada gerekse de kabir hayatında muhatap olacağımız sorulara ön hazırlık mahiyetinde sorulan insanın varoluşuna dair çok esaslı sorulardır.

Bütün bu soruların sorulmasının ana hedefi; insana var oluşunun sebebini kavratmaya yöneliktir. Bu sorulara verilecek cevapları Kur’ân-ı Kerim’deki ayetlerden şöyle takip edebiliriz:
“Ey Rasûlüm! Onlara o vakti hatırlat, hani Rabbin, Âdemoğullarından, bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendi nefislerine şahit tutarak: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Dedi. Onlar da: Evet, sen bizim Rabbimizsin dediler.”(A’raf Sûresi, 7/172-173, Elest Bezmi’ndeki söz)
Rabbin meleklere: 'Ben, balçıktan, işlenebilen kara çamurdan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın' demişti.”(Hicr Sûresi,15/28-29; Sad Sûresi, 38/72, Allah’ın ruhundan nefyetmesi)
Muhakkak biz insanı ahsen-i takvîmde yarattık.”(Tin Sûresi, 95/4, En güzel şekilde yaratılması)
 “Biz, emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O cidden çok zalim, çok cahil bulunuyor.”(Ahzab Sûresi, 33/72, Sorumluluğu/Emaneti yüklenmesi)
Hani Rabbin meleklere 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım' demişti.”(Bakara Sûresi, 2/30-34, Halifeliği)
Bu ayetlerden hareketle esasen insan; elest bezmindeki sözünün farkında, Allah’ın (c.c) kendisine Ruh’undan nefyettiğinin idrakinde, ahsen-i takvîm üzere yaratıldığının şuurunda, emaneti yüklendiğinin, halife olduğunun hakikatine mutabık, cüz’i irade sahibi ve zıtlıklardan haberdar olduğunun bilincinde olan, ayrıca bu hakikatleri aklına, gönlüne ve kalbine tasdik ettiren kimsedir.

İnsan Nedir?
Dünya üzerinde göz ile görünen mahlûkat dört varlıktan mürekkeptir. Bunlar; madenler, bitkiler, hayvanlar ve insanlardır. Her bir varlık Cenâb-ı Allah’ın iradesi çerçevesinde bir önceki varlığın özelliğine sahip, ancak ilave özellikleri de kuşanarak yaratılmıştır. Bu bağlamda madenler, farklı unsurların bir araya gelmesi ile oluşurlar. Yani madenin en önemli özelliği farklı unsurları bir arada barındırmadır. Bitkiler, farklı unsurları bir arada barındırma özelliğine ilave olarak beslenme, üreme, büyüme, yok olma özelliğini kuşanarak yaratılmıştır. Hayvanlar, farklı unsurları bir arada barındırma, beslenme, üreme, büyüme, ölme özelliğine ilave olarak hareket ve duyuları da kuşanarak yaratılmıştır.
İnsan ise farklı unsurları bir arada barındırma, beslenme, üreme, büyüme, ölme, hareket ve duyular özelliğine ilave olarak düşünme/akletme özelliğini de kuşanarak yaratılmıştır. İnsan, düşünme/akletme özelliğine ilave olarak iman gibi bir nimet ile iki emanetin sahibidir. Ayrıca diğer canlılardan farklı olarak insan dört temel vasıfla donatılmış bir varlıktır. Bu vasıflar; doğru ile yanlışı, adalet ile zulmü, faydalı ile zararlıyı, iyi ile kötüyü ve çirkin ile güzeli ayırt etme özelliğidir. Dolayısıyla insan, diğer varlıkların sahip oldukları özelliklere ilave hususiyetler ile yaratıldığından dolayı mahlûkatın en üstünü ve en şereflisi konumundadır. Bu yüzden Allah’ın (c.c) adaleti gereği imtihandan geçmektedir.
Ancak bu kabiliyetler hem insanın hem de toplumların nihai konumunu belirlemede merkezi bir fonksiyon arz etmektedir. Bu özellikler temelinde beşer toplumlarında; doğru ile yanlışın ayırt edilmesinden “ilimler”, iyiyle kötünün ve güzelle çirkinin ayırt edilmesinden “ahlak ve din”, faydalıyla zararlının ayırt edilmesinden “ekonomi”, adalet ile zulmün ayırt edilmesinden ise “siyaset ve hukuk” ortaya çıkmıştır. İşte insanın sahip olduğu kromozomuna diğer canlılardan farklı olarak yüklenen bu çeşitlilik toplumları/dünyayı bu hale getirmiştir.
Meydana koyduğumuz bu hususlar ışığında insanın doğuştan iyinin, güzelin, doğrunun, faydalı ve adil olanın tarafı; kötünün, çirkinin, yanlışın, zararlı ve zulmün karşısında olan bir varlık olduğunu hatırla(t)mamızda fayda bulunmaktadır. Bu yüzden insan; en güzel biçim (ahsen-i takvim)(Tîn, 95/4)ile sefiller sefili (esfel-i sâfilîn) (Tîn, 95/5)derekesine düşme özelliği arasında yaratılmış ve imtihana tabii tutulmuştur. İmtihanın kurallarını yerine getirebilenler yaratılmışların en şereflisi (eşref-i mahlûkat) olurken, gereğini yerine getiremeyenler hayvandan aşağı (bel hüm adal) (A‘râf, 7/179) bir seviyeye düşmektedir.
Şüphesiz insanın konumu muazzam bir denge ile yaratılmış olan kâinattaki dengeye (adalete) mi veya dengesizliğe (zulme) mi hizmet ettiğine göre şekillenmektedir. Daha önce vurguladığımız gibi Rabbimiz kâinattaki her şeyi insan için yaratmış ve insanı da yaratılanların hepsinden üstün kılmıştır. Başta bu üstünlük olmak üzere Rahman sûresinde insana verilen anlama, düzen, kalem ile yazma ve diğer tüm nimetler gerçekte surenin ilk ayetinde de geçtiği üzere Cenab-ı Allah’ın insana olan rahmeti, merhameti ve şefkati sebebiyledir.
Biz hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Kendilerine güzel rızıklar verdik, yine onları yarattıklarımızın pek çoğundan cidden üstün kıldık.”
Diğer bir ayette ise;
“Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir. Allah'ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz.” buyurularak insana verilen tüm nimetlere dikkat çekilmiştir.
Verilen bunca nimetin karşılığında bizden istenen ise sadece kulluk görevidir. Dolayısıyla insan, sadece suret itibariyle değil aynı zamanda düşünce ve eylemleri itibariyle de bunların farkında olarak yaşayan ve eşref-i mahlûkat makamında olan kimsedir. Diğer bir ifadeyle Yaratıcısının; “Ben, insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” ayetinde açıklığa kavuşan maksadın farkında olan ve bu maksada göre yaşamaya çalışan kimsedir.
Ne mutlu bu duygu, düşünce ve eylem üzere olanlara…

Top