Tefvîz (işi Allah’a havale etmek) hususunda iki ince nokta vardır. Birincisi: İşlerden en hayırlısını seçmek, ancak bu cihanın her zerresine vakıf olan ve bütün işlerin hâl ve durumunu ve hepsinin gizliliklerini bilen kişiye yakışır. Yoksa bu vasıfları taşımayan kişinin ‘hayırlı ve faydalıdır’ diye seçtiği şey şer olabilir. Bu neye benzer? Meselâ: Bir kaç tane mücevher olup bir çobana göstersek ve bize, bunların cinsleri, özellikleri ve değerleri hakkında bilgi ver, desek şaşırır. Hangisinin daha üstün olduğunu seçemez, değerlerini hiç takdir edemez. Onları alıp çarşıdaki bir esnafa gösterseniz... Kendisi sarraf değil. Fakat bazen sarraflardan veya başka yerlerde bunlara benzeyenleri gördüğü için, kesinlik olmasa bile verdiği bilginin çobanınkinden üstün olduğu muhakkaktır, fakat yine de tatmin edici değildir. Hâlbuki bu pırlantaları alıp sarrafa götürseniz?
Onun verdiği bilgiye itimat eder, kalbiniz tatmin edilir ve sözlerine göre hareket etmekten sakınma duymasınız. Çünkü sarraf pırlantaların cinsini, özelliklerini, değerini (mütehassısı olduğu için) çok iyi bilir, işte kâinatta tıpkı bu pırlanta misali gibidir. Onun bütün vasıflarını, özelliklerini, gizliliklerini ve içinde cereyan eden ve edecek olan hadislerin tümünü en ince teferruatına kadar bilen yalnız Cenâb-ı Hakk’tır. Binanaleyh işlerin en hayırlısını, en faydalısını (her kişi için) ancak o bilir ve o seçer. Nitekim Cenâb-ı Hakk (c.c) buna işaretle şöyle buyuruyor:
“Rabbim ne dilerse yaratır. (Ne dilerse) seçer. Onlar için ise (Rablarına karşı böyle) muhayyerlik yoktur. Allah, münezzehtir, (Onların) eş tutmakta oldukları (her şeyden) yücedir. Göğüsler neleri saklıyorsa neleri ne açıklıyorsa Rabbin (hepsini) bilir.” (Kasas, 68-69)
Rivayete göre Cenâb-ı Hakk, kâmil zatlardan birine şöyle hitap ediyor:
“Dile benden, ne istersen verilecektir.” Kâmil zat şöyle cevap veriyor:
“Hiç bir şeyin hakikatini bilmeyen her şeyin hakikatini bilenden nasıl bir şey isteyebilir. Ben hangi şeyin bana en hayırlı ve en faydalı olduğunu bilmiyorum ki isteyeyim. Bunları bilen yalnız sensin. O halde en hayırlı ve faydalı şeyi sen bana seç ya Rabbim!”
İkincisi: Toplumun en bilgili; en kuvvetli, en faziletli, en merhametli, en vefalı ve en doğru adamı sana, ‘bütün iş ve hizmetlerini bana bırak. Sana en faydalı ve iyi şekilde hazırlar, tam ve mükemmel olarak önüne getiririm. Tüm ihtiyaçlarını temin ederim. Sen kalp huzuru içinde ve hiç bir şeyin tasasını çekmeden rahat yaşa. Yalnız, seni ilgilendiren şeylerle meşgul ol’ dese bunu bir ganimet, bu vaatleri bir nimet bilmez misin? Bu, nimete karşı minnet ve şükranlarını ifade etmez misin? Senin için seçtiği işi faydalı veya zararlı olacağını bilmediğin halde tevekkül ettiğin zatın doğruluğuna, kemaline, sözünü yerine getireceğine inandığın için hemen kabul edersin.
Sonuçta olumlu çıkınca memnun olur ve her yerde o zatın tedbirinden, doğruluğundan, faziletinden sözüne sadakatinden, başarısından bahseder, översin. Bu, bir gerçek olaydır. O halde kâinatta ne varsa hepsini bilen, kudreti bütün âlemi kaplayan, iradesiyle tümüne hükmeden, en bilgili, en merhametli, en şefkatli Rabbine neden işlerini havale etmiyorsun? Senin, sonucunu bilmediğin, aklının ermediği işleri O’na bırak, en faydalısını O, sana seçsin. Seçtiği şeyin sırrını bilmezsen bile yine razı ol ve yalnız seni ilgilendiren şeylerle uğraş.
Allah’ın takdirine rıza göstermenin iki faydası vardır:
Haliyye: Takdire karşı sabreden kişinin kalbi, lüzumsuz elem ve kederden kurtulur. Rahat ve huzura kavuşur.
Bazı zâhidler der ki: Mukadder olan muhakkak olur. O halde mutlak olan bu ilahî takdire karşı üzülmek sana ne gibi bir fayda kazandırır? Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) İbn-i Mes’ud’a buyurmuş ki:
“Allah’ın takdir ettiği şey, mutlaka olur.”
Onun için üzülme, nasibin olmayan, sana takdir edilmemiş olan şey hiç bir zaman gelip seni bulmaz. Rızanın ikinci faydası olan maliyye de şudur:
Sen Cenâb-ı Hakk’tan razı olunca, O da senden razı olur. Bunun karşılığında büyük mükâfat ve sayısız sevap kazanırsın.
Nitekim Cenâb-ı Hakk buyuruyor:
“Allah, bunlardan razı olmuştur. Bunlarla ondan hoşnut olmuşlardır.” (Beyine, 8)
Takdire razı olmamanın, öfkelenmenin iki zararı vardır:
1. Kadere rıza göstermeyenin kalbi daimî üzüntü ve endişe içindedir. Bu sebepten huzur ve rahat görmez.
2. Takdire rıza göstermeyen Allah’ın şiddetli ve elim azabını kazanır. Üzülme ve iç sıkıntısı kaderi durduramaz. O halde akıllı kişi, rahat huzursuzlukla değiştirmez, Sevabı azapla bir görmez.
Kadere razı olmamakta, öfkelenmekte büyük tehlike vardır. Nifaka, bozuşmaya, isyana, hatta küfre bile sebep olabilir. Nitekim Cenâb-ı Hakk buyuruyor:
“Rabbine andolsun ki onlar aralarında kimi oraya, kimi buraya çektikleri (kavga ettikleri) şeylerden seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümlerden yürekleri hiç bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 65)
Ey aziz dikkat et! Hz; Peygamberin (s.a.s) hükmüne rıza göstermeyenler, öfkelenenler imansızlıkla itham ediliyor. Ya Cenâb-ı Hakk’ın hüküm ve takdirine rıza göstermeyen ve öfkelenenlerin hali nice olur! Nitekim Cenâb-ı Hakk, kutsi hadiste şöyle buyuruyor:
“Benim kaza ve kaderime razı olmayan, belâlarıma sabretmeyen ve nimetime şükretmeyenler kendilerine başka bir ma‘bûd (ilâh) seçsinler.”
Bunun manası şudur: Benim kazama razı olmamak, Rabbliğimi kabul etmemek demektir. Böylelerinin günahlarını affetmem. Cennetime koymam! Aklı başında olan insanlar için bundan ağır bir tehdit olamaz.
Bazı âlimlere Rablik nedir, kulluk ne demektir? diye soruldu. Verilen cevap şu:
Rabb; hükmeden, takdir edendir. Kul, o hüküm ve kadere boyun eğen, razı olandır. Rabbin, takdir ve hükmettiğine kul razı olmaz ve itaat etmezse Rablik ve kulluk ortadan kalkar.
İmam GAZALÎ, Âbidlerin Yolu