Muridan
Hırsından Kör Olma

Hırsından Kör Olma

Tapduk Emre bir gün talebelerine anlattığı kıssaların birine şöyle başladı: - Size Hz. İbrahim (a.s) ile kuşların hikâyesini anlattım mı daha evvel? Hz. İbrahim: “Allah’ım ölüleri nasıl dirilttiğini göster bana, gözümle göreyim gönlümde tam yatışsın.” dedi.

 
Bunun üzerine Rabbimiz ona dört kuş almasını, onları kendine alıştırmasını istedi. Hz. Mevlana der ki; “Bu kuşlar kaz, tavuk, horoz ve kargadır.”
Hz. İbrahim (a.s)  buyrulduğu gibi kuşları kendisine alıştırdı. Sonrada Rabbimiz “Onları kes gövdelerini her dağın üzerine bırak” buyurdu. İbn-i İshak’ın naklettiğine göre, daha da hayret verici olması için kuşların parçalarını birbirine karıştırdı. Hz. İbrahim (a.s)  o karışımları dört ayrı dağın tepesine koydu. Kuşların başlarını eline alarak dağları gören bir yere geçti ve “Allah’ın izniyle gelin” diyerek parçalanmış kuşları çağırdı. Bu parçalar, kanlar, tüyler her biri kendi bedenine doğru uçuştu. Sonunda önceki gibi bir araya geldiler. Bir tek başları yoktu. Hz. İbrahim (a.s) bir daha seslenince ayakları üzerinde koşarak ona geldiler… Başlarını giyindiler.
Şimdi nedir bu kıssadan hisse? Öyle ya hissesiz kıssa olmaz olsa da boş laftır. Hz. İbrahim (a.s) inanmaz mıydı ki “Allah’ım bana dirilmeyi göster” dedi?  Ne der o vakit ayette. Hz. İbrahim (as) inandığı halde görmek istedi? Kalbi tam tatmin olsun istedi. Demek ki “Akledin” demekte ayet. Araştırın, işi bilin, işin doğrusu için kafa yorun. Mücadele edin... İnanmayan için mücadele olur mu?  Hz. İbrahim’de (a.s) inandığı halde “göster Rabbim” dedi.
Size bu kuşlardan  kazın hallerini anlatayım da Hz. Mevlana’dan dinleyin: “Kaz hırstır. Hırs insanı kör eder. Bir insan körse Allah’ın Rahmetini üzerine çeker. Amma kör olmadığı halde hırsından kör etmişse kendini, o rahmet ondan uzak olur. Bu kaz toprakta, suda ayırt etmeden yer, yiyemediğinde bir yere gömer. Kazın bu hırsının sebebi de sahibine güvenmemesidir.”
Mevlana bunu bir kıssayla anlatır. Çok eski zamanlarda iflas etmiş bir tüccar olan hırsız, dolandırıcı adam yakalanır. Kadı da onu hapseder amma bu hırsız huyundan vazgeçmez. İçeride de herkesi bin bir türlü numarayla dolandırır. Ceplerindeki her kuruşu alır. Öyle ki mahkûmlar, düşünürler taşınırlar kadıya varırlar. Kadı ötekileri kurtarmak için hırsızı salıvermeye karar verir. Hırsız sevineceğine isyan eder:
“Aman kadı hazretleri bu zindan benim cennetim, ekmek kapım, beni buradan atarsanız ben nasıl yaşarım?” der. Kadı bunu salıvermekle kalmadı, bu hırsızı, uğursuzu ahalide bilsin, tanısın, duysun diye on dilde çığırtmaç tuttu. O devirde adet olduğu üzere adamı bir deveye bindirip şehirde dolaştırdılar.  Gün boyu deveci şimdiden alacağı saman parasının hayalini kurmaya başlamıştı. Çığırtmaçlarda on ayrı dilde adamın müflis bir tüccar, dolandırıcı olduğunu dile getirdi. Deveci ise bir an önce akşam olsa da saman parasını alsam diye düşünürdü. Akşam olunca deveci adama; 
- Yeter artık benim paramı ver! diye çıkışınca, Adam;
- Be hey gafil on dilde ilan ederler. Ben müflis bir adamım, ne samanı, ne parası? Herkesin duyduğunu sen duymaz mısın? der.
Şimdi içinizden birçokları merak eder bu ne anlatır? Ne çığırtmacı, ne devesi, ne devecisi? Asıl demek istediğin ne ise onu de hele. Elbette bu kıssadan da bir hisse çıksa gerek. “Bu dünya herkesi çulsuz gönderen bir haydut bir müflistir. O on dilde halka çağıran çığırtmaçlarda peygamberlerdir. Haris hırs sahibi insanlarda zaman hırsıyla duyduğunu da duymayan, gördüğünü anlamaz hale gelen o deveci gibidir. Deveci gibi hırsla kalbi kararmış olanlar hayduttan başka bir şey olmayan bu dünyaya, makamlarına, servetlerine kendilerini kaptırırlar. Bu tip insanlar bir hataya düştüklerinde onu telafi edeceğim derken kendilerini daha büyük zararlara uğratırlar.’’
 
Kaynak: Tezkire-i Has

Top