Sûfî zâhidlerden Ebû’l-Kâsım Cüneyd b. Muhammed, mutasavvıfların beyi ve imamıdır (Seyyidü’t-Tâîfe). Doğduğu ve yetiştiği yer Irak’tır. Fakat aslen Nihavendlidir.
Babası cam tüccarı olduğu için “Kavarîrî” denirdi. Ebû Sevr mezhebinin fakihlerinden idi. Daha yirmi yaşında iken Ebû Sevr’in ders halkasında ve onun huzurunda fetva verirdi. Dayısı Sırrî, Haris Muhasibi ve Muhammed b. Ali Kassab’ın sohbetinde bulunmuş, 297/909 senesinde vefat etmiştir. “Arif kimdir?” diye sorana Cüneyd: “Sen sükût ettiğin halde sana, senin sırrını anlatan (ve ruhunu okuyan) kimsedir.” demiştir. Cüneyd der ki: “Biz şu tasavvufu dedikodu ile tahsil etmedik, aç kalmak, dünyayı terk etmek, hoşa giden ve alışılan şeyleri kesinlikle bırakmak suretiyle tahsil ettik.” Cüneyd, marifetten bahsederek: “Allah hakkında marifet sahibi olanla (ârif billâh) iyilik ve ibadet gibi amelleri terk etme ve Aziz ve Celil olan Allah’a yaklaşma derecesine ulaşan kimselerdir.” diyen bir adam görmüş ve şöyle demişti: “Bu, amellerin lüzumsuzluğuna inanan bir topluluğun lâfıdır. Bana göre bu büyük bir hatadır. Hırsızlık ve zina yapanın durumu bu sözü söyleyenin halinden daha iyidir. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ hakkında marifet sahibi olan arifler, amelleri Allah Teâlâ’dan alırlar ve bu amellere göre hareket etmek suretiyle yine ona dönerler, amelle arama bir maninin (şer’î bir mazeretin) girmesi hali müstesna, bin sene ömrüm olsa, iyi amellerimden zerre kadar eksiltmezdim.” Cüneyd: “Peygamberin (s.a.s) izini takip edenlerden başkası için Allah’a giden bütün yollar insanların yüzüne kapatılmıştır.” der. Cüneyd diyor ki: “Allah’a vâsıl olmak için bir milyon sene bu hedef istikâmetinde yürüyen sâdık (ve veli), bir an için geri dönse kaybı kazancından fazla olur.” Cüneyd der ki: “Kur’ân ezberlemeyen ve hadis yazmayan kimselere tasavvuf yolunda tâbi olunmaz. Çünkü bizim bu ilmimiz Kitâb ve Sünnetle mukayyettir (kayıt altına alınmıştır).” Cüneyd der ki: “Bizim bu mezhebimiz Rasûlullâh’ın (s.a.s) hadisi ile tahkim edilmiştir.” Ebû’l-Hüseyn Ali b. İbrahim Haddad diyor ki: “Bir kere Kadı Ebû’l-Abbas b. Şureyh’in meclisinde bulunmuştum. Furû’ ve usûl konularında o kadar güzel bir ifade ile konuşuyordu ki, hayran kaldım. Hayranlığımı görünce, ‘Bu bilgiler bana nereden geliyor, biliyor musun?’ diye sordu. ‘Kadı İbn Şureyh’in söylemesi daha uygun olur.’ diye cevap verdim. Bunun üzerine: ‘Ebû Kâsım Cüneyd’in sohbet meclislerine devam etmiş olmamın bereketidir bu ilim…’ dedi.” Cüneyd’e: “Bu ilmi nereden tahsil ettin? diye sorulduğunda, evinin merdivenlerine işaret ederek, “Şu basamakların altında (halvet-hânede) otuz yıl Allah’ın huzurunda oturarak…” diye cevap vermişti. Bu menkıbeyi üstad Ebû Ali’nin naklettiğini ve şunu eklediğini dinlemiştim: “Cüneyd elinde tesbih bulunduğu halde görülmüş ve: ‘Bu kadar şerefli olduğun halde elde tesbih mi taşıyorsun!’ denilmiş. O da, ‘Beni Rabbıma ulaştıran bu tesbih çekme yolundan ayrılmam!’ (vasıtayı terk etmem) demişti.” Yine üstad Ebû Ali’nin (k.s) şunu anlattığını işitmiştim: “Cüneyd her gün dükkânına girer, perde ile ayırdığı bir köşede dört yüz rekât namaz kılar, sonra evine dönerdi.” Ebû Bekr Atavî, diyor ki: “Vefat ettiği an Cüneyd’in başucunda idim. Kur’ân’ı hatmettiğini, sonra yeni bir hatme başlayarak Bakara suresinden yetmiş âyet kadar okuduktan sonra vefat ettiğini -Allah rahmet eylesin- gördüm.” Kuşeyrî Risâlesi